Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Eylül '12

 
Kategori
Tarih
 

En doğal hakkınız sizin!

Sevgili Önder okurlarının gazete yönetimine ilettikleri haklı şikâyetlerini dikkate alarak, tâ 70 küsur yıl önce kurulmuş “Köy Enstitüleri”nden söz etmeyeceğim artık.

Öyle  ya canım, “17 Nisan” olsa,  neyse!...

“17 Nisan”dan bir hafta önce, bir hafta sonra,  su götürür yine de.

Haziran’ın Nisan’la ne ilgisi var?

Hele hele Temmuz’un, Ağustos’un?..

Eski bir “Enstitü” olan Aksu’da okumuşum, kime ne?

Müdür Halil Öztürk, Talat Ersoy ya da Kemal Kaya olmuş, size ne, değil mi?

Hasan­-?li Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç, 7 yıldan fazla oturmuşlar; devletin o “mûtena” koltuklarında.

Başka hangi Millî Eğitim Bakanı, başka hangi İlköğretim Müdürü bu kadar uzun süre kala-bilmiş o makamlarda?

1960’tan sonra, hiçbir Cumhurbaşkanı bile 7 yıldan fazla kalamadı; Çankaya’daki “Köşk”te. Kalamadı; kalamazdı.  Anayasa’ya göre, son sınırdı, çünkü o süre.

Bunu bile bile, “Yücel’in yerine R. Şemsettin Sirer’i getirdi” diye Başbakan Peker’i, ve buna göz yumdu diye İnönü’yü suçlamak, ne büyük gaflet!..

Sonra efendim, başka meselesi yokmuş gibi bu ülkenin, “Benim oğlum binâ okur; döner döner gene okur” misâli, dön dolaş hep aynı konuyu işlemenin kime ne faydası var!

En sevilen yemek bile, baklava olsun isterse, günde üç öğün yenmez; değil mi ya!

Keşke bir ay, iki ay önce yapabilseydim; bu özeleştiriyi!

Gerçekten, çok teşekkür ederim; sevgili Önder okurlarına!

Ve okurların uyarılarını, eleştirilerini bana önce çok nazik bir  “mesaj”la, sonra da telefonla ileten “Genel Yönetmen”imiz sevgili Oğuz Yaşar Aktan’a…

İstanbul dışında olmam nedeniyle, ben bir ay kadar geç aldım bu “mesaj”ı. Geçen hafta, sayın yazarımız Mahmut Makal ve değerli eşi Naciye Öğretmen’imizle haberleşinceye kadar da bilmiyordum; üst üste iki haftadır, yazılarımın yayımlanmadığını.

Bir gazetenin, bir derginin genel yayın yönetmeni, gönderilen her yazı ve haberi yayımlamak zorunda değildir. Kesinlikle böyle bir mecburiyeti yoktur; hiçbir yönetmenin. Bunu bildiğim ve bunun böyle olması gerektiğine inandığım için, hiç kimseye kırgın değilim, gönül koymuş değilim.

Herkesi eleştirme hakkım olduğunu nasıl savunuyorsam, herkesin de beni eleştirme hakkı olduğunu peşinen kabul etmiş olmam gerekmez mi?

Davulun sesi uzaktan hoş gelir. Bir de yakınına gelin bakalım.

Nasılmış!..

Ya bir de davulcuyu düşünün…

Davulcular yine de şanslı bence.

Her davulcunun,  davul boynunda asılı ama tokmak da kendi elinde…

Zurnayı gözeterek de olsa, tokmağı istediği gibi vurmakta özgür mü özgür… Belki de bu yüzden zor gelmiyor ona, bu dayanılmaz gibi görünen iş. (Ya da işkence!)

Farkında olmadan, şu yanılgıya düşüyoruz biz, çoğu zaman.

İstiyoruz ki, davul başkasının boynunda olsun, ama tokmak bizim elimizde!.. Davulu o taşısın, tokmağı biz vuralım.

Pışık!..

Var mı öyle yağma!..

Davulu sen çalmak istiyorsan, önce boynuna asacaksın onu.

Ve tokmağı bir eline alacaksın, çubuğu ötekine…

Sonra da kulağın zurnacıda olacak, gözün oynayanlarda…

Bir iş yeri sahibi, müşterilerinin arzularını, dileklerini, eleştiri ve şikâyetlerini nasıl dikkate almak zorundaysa, bir genel yönetmen de okurlarının arzusunu ve görüşlerini dikkate almak zorunda…

Keşke bugünün okullarında görev yapan öğretmenler ve yöneticiler de öğrenci ve velileri bu gözle görebilseler!

Diyecektir ki, şimdi bazıları.

“-Yahu muhterem! İyi, hoş sözler ederken, şaşırıyorsun sen bazen. Şu anda yaptığın gibi aynen… İşyeri sahibi, elbette müşterinin arzusunu dikkate almak zorunda… Sözgelişi, bir bakkal ya da market görevlisi, şeker isteyene, “Boş ver şekeri, biber vereyim ben sana” demez; diyemez. Tamam, bir yayın organın yönetmeni de okuyucuya kulak vermek zorunda… Yaşamak ve işyerlerini yaşatmak için mecburlar buna. Doğru söylersin de, okulu bir işyerine, öğretmen ve yöneticileri de işyeri sahibine benzetmen yakışık aldı mı? İşyeri ticaret için açılır; para kazanmak için… Okul öyle midir ya! Bir eğitim kurumudur o! Öğretmen okulu çıkışlı “eski bir öğretmen” olarak bu hatayı yapmamalıydın sen!”

Evet… Zurnanın zırt dediği yer, işte burası!..

Şunu en başta söyleyeyim ki, hiç kusura bakmasınlar, ben onlarla aynı görüşte değilim.

Öğrenci “Ağzı var, dili yok… Ne verirsen onu almaya mecbur bir kul, köle…” anlayışı çoktan yıkıldı, dünyada.

Her insan, nasıl farklı bir varlıksa, her öğrenci de ayrı bir varlık, ayrı bir cevher…

Kimi “biliminsanı” olarak yaratılmış; kimi “sanatçı”…

Kimi “sporcu” olarak yaratılmış; kimi edebiyatçı”…

Müziğe yetenekliyi ayrı eğitmek gerekir; resme yetenekliyi ayrı…

Tiyatroya, sinemaya yetenekliyi o tarzda yetiştirmek gerekir; doktorluğa, mühendisliğe yetenekliyi o tarzda…

“-Hayır… Ben, tüm öğrencileri, üniversiteye gidinceye kadar aynı yöntemle yetiştireceğim. Tornadan çıkmış gibi, birörnek olacak hepsi. Ben nasıl istiyorsam, öyle düşünecek; öyle konuşacak; öyle yazacak. Ben neyi istiyorsam, onları ezberleyecek.”diyorsanız; ki bugün yaptığımız budur;  bu anlayışla ilköğretimi 8 değil, 10 yıl, ortaöğretimi 4 değil, 6 yıl da yapsak; hiçbir şeyi değiştiremeyiz.

Haa, şuna bir sözüm yok:

Hem devlet, hem yurttaşlar olarak bütçeden eğitime daha çok para ayırmamız gerekir o zaman. Süre arttıkça yeni okul, yeni dershane, yeni öğretmene ihtiyaç olur çünkü. Parayla olur, bunlar da.

Yazık olur, bu ülkenin onca emeğine, onca parasına! Yazık olur çocuklarımıza, gençlerimize!

Bugünkü eğitim anlayışımızı değiştirmediğimiz sürece  “sıfır sıfır, elde var sıfır” sonucunu değiştiremeyiz asla!

“-Neden bizde önemli bir buluş yapan bilim adamı çıkmıyor? Neden bizde dünya çapında bir  sanatçı yok?..  Neden Londra Olimpiyat Oyunlarında birkaç adetten fazla madalya alamıyoruz biz?” diye sorma hakkımız da olmaz o zaman.

“Eğitim”,üç-beş sözle geçiştirilecek bir konu değil… Şimdilik, benden bu kadar ama!.. 

NOT: Hiç kimse, hiçbir konuda benim gibi düşünmek mecburiyetinde değil; ben de onlar gibi düşünmek zorunda değilim. Savunduğum hiçbir görüş ve düşüncemin de “yüzde yüz doğru” olduğunu iddia etmiyorum ki. Ben; “Bir de bu pencereden bakın dünyaya” diyorum sadece.

Bunun bile, ön yargılarını değiştirmeye hiç mi hiç niyeti olmayan kimilerini rahatsız edebileceğini çok normal sayıyorum. Cep telefonumu da veriyorum; iş telefonumu da, e-posta adresimi de… “Arkadaş, ben senin gibi düşünmüyorum.” diye söylemeniz en doğal hakkınız sizin.  ( H. E.)

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..