Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ağustos '19

 
Kategori
Öykü
 

En Hakiki Hikâye

Yazan:

Mahmut Yesari

Vapurda soluma oturmuştu. Yüzünde, rahat, gamsız, endişesiz bir hayatın bütün huzuru, sükûnu vardı.

Sesinde bir kahkaha şakraklığı uçuyor, gözlerinin içi gülüyordu.

Paltosunun yan cebinden bir gazete çıkardı, açtı, şöyle bir göz gezdirdi, katladı, dizlerinin üstüne koydu:

— Sizden şikâyetçiyim efendim?

Onunla, hayli zamandan beri ahbaptık. Bilmeden, farkında olmadan hatırını kırmış  mıyım? Diye korkarak düşündüm:

— Neden Beyefendi?

Hali, tavrı nazik, yumuşaktı:

— Sizden deyişimi, şahsınıza ait zannetmeyin. Sizlerden, bütün hikâyecilerden müştekiyim.

Cevap vermeme vakit bırakmadı:

— Bir çok hikâyelerinizin mevzuunu, aile hayatından alıyorsunuz. Daha doğrusu, o çeşniyi vermek istiyorsunuz. Fakat bunda yanılıyorsunuz; evet, tamamıyla yanılıyorsunuz... Aile hayatı, sizin, şunun bunun tasvir ettiginiz şekilde mi? Hayır... Allaha bin şükür ki, öyle değil! Yoksa bu, cemiyet için büyük bir felâket olurdu. İhtimal ki sözlerim sizi rencide ediyor. Lâkin sizler de, hiç bir esasa dayanmayan masallarınızla ailenizin harimine leke sürüyor, kudsiyetini mahvediyorsunuz. Nasıl mı? Size, onu da arzedeyim Hikâyelerinizde tasvir ettiginiz tipleri gözden geçirelim. Ahlâksiz bir zevç veya zevce.... Baştan çıkmış kızlar... Asri evlâtlar… Hırsız hizmetçiler, aşçılar, işçiler... Misalleri uzatmak lüzumsuz ve faydasız... İstirham ederim, beyefendi bunun aksi yok mu? Doğru ve yerinde bir tabirle asıl, olan bunlar, bu hep sakat, sahte, alil tipleri mi? Size kendi hayatımdan bahsetmeme müsaade buyurur musunuz?

Durmuş, gözleriyle göz bebeklerimi mıknatıslıyordu:

— Çok uzun sürmeyecek... Benin, gayet idareli, ev hanımı bir karım vardır. Adeta hayretle bakıyorsunuz. Evet, sizlere göre, zevce denilen mahlûk her cihetçe idaresizdir, müsriftir.. Yanlış efendim, yanlış... Karım, çocuklarıma kendi bakar. Hizmetçi, dadı, bacı eline bırakmaz. Sabahleyin, yataktan kalkar. Benim ve çocukların kahvaltımızı hazırlar. Ondan sonra, mutfağa iner, yemekleri tencereye kor ve yukarı çıkar, ortalığı silip süpürür. Öğle yemeği ile akşam yemeği arasında çorapları yamar, sökükleri diker, evin tekmil noksanları, ihtiyaçları ile meşgul olur. Bayramdan bayrama, o da zorla bir kat elbise yaptırır. Eskilerini bozar, çocuklara entari falan yapar. Hizmetçi tutturmaz, evin işleri geri kalacak diye, hastalanmaktan korkar. Bu kış, bir manto ısmarlayacak oldum. Şimdi bu masrafın ne lüzumu var? Diye, bana söylemediğini bırakmadı. Allah, cümlesininkini bağışlasın; gelinlik bir kızım var. Geldi, yetişti. Ne olur efendim, bir gün: Baba, ben, şunu isterim, bunu isterim! Dese, ayak direse?... Hani, ona karşı ben mahcup oluyorum. Oğlum on altısını bitiriyor, daha sigara, rakı nedir bilmez! Geçenlerde, bir kadeh bira, içirecek oldumdu, yüzünü buruşturdu, gülmekten hep kırıldık. Karşı gelmek, kafa tutmak şöyle dursun, hani bir bardak su içmeğe bile izin alır. Beslemeyi kaç kerre evlendirelim! dedik te; ben, efendilerimden ayrılmam dedi, iki gözü iki çeşme, ağladı, ağladı. Bugün, gizliden karımın ayağının ölçüsünü aldım, bir iskarpin alacağım; haberi olsa, derhal mâni olur.

İşte beyefendi gördünüz mü hakikî aileyi?.. Aile hayatı, bu anlattığım şekildedir. Eğer bu gözle tetkik ederseniz, işte o zaman, en hakikî hikâyeyi yazmış olursunuz...

Ön sıra kanepelerden birinde kıranta bir zat ayağa kalkmıştı, bizim ahbabı yanına çağırdı.

O, aynı nezaket, mahviyetle selâm verdi, ayrıldı.

O, söze başladığından beri sağımda oturan ince, kesik sakallı bir bey, bizi dikkatle dinliyordu. Ahbabım ayağa kalkınca, bana döndü:

— Siz, bu masala, bu hikâyeye inandınız mı?

Eliyle susmamı işaret etti:

— Az yazıyorsunuz, beyefendi, çok az...

Yazdıklarınız, binde biri bile değil... Karıma, senede, iki manto yaparım, yaranamam... Vara yoğa azarladığı için bizim evde hizmetçi durmaz.. Durmadıkları, kaçtıkları daha lutüf, mürüvvet ya?.. Bir az eskiyecek oldular mı, konudan komşudan dost, oynaş peyda ediyorlar, evin içi güvercin çifthanesine dönüyor... Çaldıkları, kırdıkları, döktükleri de cabası... Karım, bir gün, küçük, ehemmiyetsiz bir arzusu yerine getirilmese; küplere biner, eline geçeni suratıma atar…

Şapkasını çıkardı, alnındaki mosmor bir çürüğü gösterdi:

— Bu, dün akşamki cilvemizin asarından!.. İskarpini bir hafta sonra alacağım, dediğim için kaldırdı, soba maşasını suratıma fırlattı...

Şirretlikte oğlumla kızım maşallah analarına taş çıkarırlar. Mahtum köleniz, yedisinde sigaraya alıştı, on ikisinde de rakıya başladı. Şimdi on sekizindedir; esrarı, kokaini, hepsi tam tertiptir. Kerimem cariyeniz, üç günden beri kayıptır. Bir arkadaşıma gidiyorum demiş, evden çıkmış... Başına bir kaza gelmiş olmasın, diye merak ediyorum. Bu sabah, semt semt, merkez merkez dolaşıyorum, bütün karakollara baş vuruyorum.... Bakalım, nasıl ele geçireceğiz?

Yorgun bir nefes aldı:

— Daha sayayım mı? İşle en hakikî hikâye budur… Tetkik, tasvir edecekseniz, bunu göz önünde bulundurun...

                                  ***

Bunlardan bir tanesine inanmakta serbestsiniz!...

 

(Resimli Hikâye Dergisi’nin, 15 Şubat 1930 tarihli sayısında yayımlanmıştır.)

 
Toplam blog
: 17
: 487
Kayıt tarihi
: 22.03.16
 
 

Okur yazar, Kadıköy'lü... ..