Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Şubat '15

 
Kategori
Öykü
 

Erdoğan'ın sonu 1

Erdoğan'ın sonu 1
 

"... birlikte yatıp kalktığım karanlık gölgelerden biri miydi?"


"Yılın bu son günü bitmeden buradakilerden en az biri ölmüş olacak."
 
Bu söz ağzımdan çıktığında önce kimin konuştuğunu anlayamadım. Bunu söyleyen ben olamazdım. Ama sessizliği bozan ne gözlerindeki gizli mesajlarla yalvaran Demet, ne de korku içinde bana bakan Ozan'dı. Ölümün soğukluğunu birkaç sözcükle odaya dağıtan bendim. Sonra yakarışını Demet'in bir zamanlar beni büyüleyen sesinden duydum:
 
"Ozan'a Kıyma Erdoğan."
 
O gece artık tıkandığımı, sonuna geldiğimi biliyordum. Silahın soğukluğunu avuçlarımda duymadan da üçümüzden birinin, belki ikisinin, belki de hepimizin yaşam denen bu anlamsız oyundan ayrılacağını hissediyordum.
 
Demet'i gördüğüm ilk günü düşündüm. Sonra Ozan'ın ilk karşılaşmamızdaki kendine güvenen, ama benden biraz ürken duruşunu. Demet gençliğim, yaşamım, çocuklarım, geleceğimdi. Ozan işim, şirketim, gücümdü. Onun gibi birinin desteği olmasa ne Güç A.Ş. yaşayabilirdi, ne de Erk A.Ş. gibi kalıcı bir zenginlik ve kontrol kaynağına dönüşebilirdi.
 
İnsan, yaşamının belli anlarında kaderinin belirlendiğini hissediyor. Biriyle karşılaştığında, bir olay yaşandığında olacakların bir daha değiştirilemeyecek bir yola girip akmaya başladığını tüm açıklığıyla görüyor.
 
Galiba bugün bulunduğum durumu adım adım hazırlayan olgular zinciri içinde üçü belirleyici olmuştu.
 
Gençliğimde Demet'le karşılaşmam ve olamayacak olanın olması, yaşamımın onunla birleşmesi.
 
Uzun yıllar zor koşullarda ayakta kalmaya çalıştıktan sonra değişen bir dünyada atağa kalkmışken Ozan adında bir gencin çıkıp gelmesi, şirketime katılıp eksiklerimi gidermesi, inanılmaz bir büyüme yoluna girmemiz.
 
Güç A.Ş. halka açıldıktan sonra küçük ama etkili bir ortak olarak aramıza katılan Ekrem Bey'le anlaşmak için tüm kapıları kapatıp kendimi sonsuz bir yalnızlığa mahkum etmem.
 
Kuşkusuz yaşam çok karmaşık, çok uzun bir eğitim almış olmasam da bunu görecek kadar yaşadım. Yaşamımın girdiği yolu etkileyen başka kişiler, sayılamayacak ayrıntılar var. Belal için iyi bir baba olabilsem belki birlikte daha küçük, ama geleceğe güvenle bakan bir şirkette güzel bir ilişkimiz olurdu. Sumela'yı kendi hırslarıma ortak etmesem belki düşmanlığa ve başkalarına diz çöktürmeye değil sevmeye ve paylaşmaya dayalı sıcak bir baba kız yakınlaşmasını yaşardık.
 
Yagan Bey şirkete ne zaman katılmıştı, hatırlamıyorum. Ama Mahmut'u işten atmamızdan epey önce geldiğinden eminim. Çok akıllı bir adamdı, çok da iyi bir insandı. Maliyetleri düşürmek için alınacak önlemlerle ilgili kapsamlı bir çalışma yapmıştı. Satınalma ve depo yönetimini tümüyle yenilemiştik. Sonuçlar umut vericiydi. Siparişler daha çabuk sonuçlanıyor, malzeme girişleri ve ürün çıkışları hızlanıyor, kazanç oranları yükseliyordu.
 
Bir gün kurduğumuz sistemin başarısından söz ederken daha da geliştirilebileceğinden söz etmişti.
 
"Aslında Erdoğan Bey, siz de biliyorsunuz, dünya insansız ofislere, fabrikalara doğru gidiyor. Çalışanların sorunlarıyla, istekleri, kaprisleri, hastalıkları, çocukları, dertleri, hiçbir şeyleriyle uğraşmıyorsunuz. Yalnızca doğru noktalara sistemin yürümesini sağlayacak anahtar elemanları yerleştiriyorsunuz. Biz de aslında şu anda epey personel tasarrufu yapabiliriz ama biliyorum, siz yapmazsınız. Çalışanlar sizi babaları gibi seviyor. Onları asla kapının önüne koymazsınız, koyamazsınız" demişti.
 
Konu orada kapanmıştı. Ben de pek üzerinde durmamıştım. Sonra bir gün, grup içinde dolaşırken depoya gitmiştik. Orada Mahmut'un çalışmasını övmüştü.
 
"Bakın Erdoğan Bey, şirketimiz böyle arkadaşlar sayesinde ayakta duruyor. Mahmut yıllardır canla başla depomuzu ayakta tutuyor. Gerektiğinde mesaiden sonra bile saatlerce kalıp siparişlerin gönderilmesini sağlıyormuş. Gerçi şimdi malların depoya girişi ve paketlenip yükleme hattına aktarılması otomatik sistemle oluyor ama o yine de elinden geleni yapıyor. İşi kendi işiymiş gibi takip ediyor, bir aksaklık olmasın diye canla başla çalışıyor."
 
Bir süre sonra Mahmut'u işten çıkarmak zorunda kaldım. Rekabet koşulları iyice sertleşmişti. Fiyatları daha da, daha da aşağıya çekmek gerekiyordu. Üstelik üzerimizde söylenti bulutları vardı. İktidara yakın olduğumuz için işlerin usulsüz yöntemlerle, yeterli olmadığımız konularda bile bize verildiği yolunda söylentiler çıkarılıyordu. Yatırımlarımızın karşılığını almak zorundaydık. Kurduğumuz sistemin gerektirdiği en düşük maliyetli elemanlarla çalışmak zorundaydık. Eski bir çalışanı kaybettiğimiz için üzüldüm ama en azından onun sosyal yardımlardan fazlasıyla yararlanabilmesi için elimden geleni yaptım. Maden ocakları ya da inşaatlar dışında iş bulması zordu. Oralarda da ancak düz işçilik yapabilirdi, büyük riskler alacaktı. İçim elvermedi, emekliliğine kadar çalışmak zorunda kalmadan geçinebilecekti, bana minnettar kaldı.
 
Belal'in bana daha çok destek verebilmesini çok isterdim. Ama ne Ozan, ne Yagan olabilmişti. Kafası pek çalışmıyordu. Hele beni görünce iyice tutulup kalıyordu. Sesi titriyor, ağlayacak gibi oluyordu. Ne bitirdiği okulların hakkını, ne benim işleri görüp biraz öğrensin diye yakınımda tutma çabalarımın karşılığını verebiliyordu. Sonunda vazgeçtim, hiç değilse Sumela biraz yardım etsin, arkamı kollasın diye yanıma aldım. Bir kadının çalışması çok da doğru değil aslında ama Sumela zaten evlenip çoluğuna çocuğuna bakacak biri değildi. Belal'de olmayan hırs onda vardı. Pek anladığım bir konu değil ama galiba Demet'le ben çocuklarımızı iyi yetiştirememiştik. Aramızda sıkışıp kalmışlardı. Ne onun barış ve huzur getiren yaşam bilgisinin derinliğine, ne de benim ayakta kalmamızı sağlayan rekabet ve kazanma kararlılığımın gücüne yaslanabilmişlerdi. İşler bu kadar yoğunlaşmadan, ben yaşamdan ve ailemden bu kadar uzaklaşmadan önce onları daha çok düşünüyor, düşündükçe üzülüyordum. Tuhaf bir yola girmiştik. Ben yapmak istediklerimi yapabildikçe zenginleşip güçleniyorduk, ama mutsuzlaşıyorduk. O dönemlerde "Bütün bunlar olmasa da tanıştıkları birer gençle gezseler, sonra okullarını bitirip birer iş bulsalar, sevgililerinin aileleriyle görüşsek, evlenseler, torunlarımız olsa, yaşamın küçük güzelliklerini yaşasak herkes için daha mı iyi olur?" diye aklımdan geçiyordu. Sonra bu kapı tümüyle kapanıp geride kaldı. Biz Güç A.Ş'ye giden yoldaki makinenin ana motoru olduk. Demet yalnızlığıyla evde bizi bekledi.
 
Yaşamımda yalnızca kazanmak, daha çok kazanmak, gerekiyorsa bunun için herkesi hizaya sokmak olmasa daha mutlu olur muydum? Bunlar olmadan da yaşamlarımızı sürdürebilir miydik? Yoksa yoksullaşmaya başlayarak başka bir umutsuzluk yoluna mı girerdik?
 
Bunu hiçbir zaman anlayamadım, öğrenemedim. Belirli bir andan sonra düşünecek, soracak zamanım da kalmadı zaten. Yüküm, sorumluluklarım, hesap verdiğim ve kontrol etmem gereken kişilerin, kurduğumuz zincirin güvenliğini sağlamak için almamız gereken önlemlerin sayısı sürekli arttı. Güç A.Ş.'nin sürekli büyüyen zenginliği içinde boğulmamak için bir saniye bile durmadan çabalamam gerekiyordu.
 
....
 
İşler iyi gidiyordu. Benim düşünecek zamanım yoktu. Demet'in her geçen gün biraz daha mutsuzlaştığını görüyor, üzülüyordum. Elimden ne gelirdi? Çarklara kapılmış, bir parçası olmuştum. Umutsuzca dönüp duruyordum.
 
Yagan Bey geldikten sonra büyümemiz daha da hızlandı. Sorunlarımız da çoğalıyordu. Yaptığımız işle ilgili konuları Ozan'la konuşuyor, birlikte çözüyorduk. Teknik alanın dışına çıktıkça danışmanımın katkısı artıyordu. Nedense onunla birlikteyken daha iyi düşünebiliyor, daha doğru kararlar verebiliyordum. Galiba grubumuz büyüdükçe bilinen yaklaşımlar yetersiz kalıyor, farklı yönlerden bakabilecek yaratıcı bir işletme dehasına gerek duyuluyordu. O karmaşanın içinde kimin ne yaptığını, gerçekte ne yapmak istediğini, ne yapılırsa nasıl sonuçlar alınacağını, sistemin güçlülerini, güçsüzlerini, mevcut koşulları, bir sonraki aşamada nasıl bir tablonun ortaya çıkıvereceğini, ne zaman, hangi adımların atılması gerektiğini gören, göremiyorsa sezen, sezemiyorsa rastlantısal gibi görünen kararlarla yine de grubun güçlenmesi için en doğru kararları alabilen biri. Yagan Bey yanımdayken ben bunları yapabiliyordum. Bu yüzden de sürekli güçleniyor, sorunları aşıyorduk. Güç A.Ş.'ye tepkiler büyüyene kadar işler yolundaydı. Sonra sıkıntılar başladı. Hem ekonomik, hem de politik olarak rekabet kolay değildi. Kaynaklarımızı, iş tempomuzu çok zorluyor, her yere, herkese yetişmeye çalışıyor, sürekli hızlanıyorduk. Kendi işlerimizi kontrol etmek yetmiyordu, tehlikeleri önceden sezip ortadan kaldırmamız gerekiyordu. Kamyonlar, TIR'lar vızır vızır çalışıyor, bir yerlere gidip geliyor, zenginlik ve güç taşıyordu. Bu hareketlerin sonucunda bazıları güçleniyor, bazıları teslim olup rekabet dünyasından çıkıyordu.
 
Tepkiler başlayınca işin rengi değişti. Bu tür sorunlar olduğunu duymuştum ama bizim başımıza gelebileceğini hiç düşünmemiştim. Gelişmenin ve ekonominin kurallarını bilmeyen kişiler çevre, insan, eşitlik, hak, özgürlük gibi karın doyurmayan ve insanları açlığa götürebilecek soyut kavramlarla birleşiyor, isyan ediyorlardı. Neyse ki tümü beceriksizdi, bir alternatif çıkarmak bir yana, düşündüklerini doğru dürüst anlatamıyorlardı bile. Yoksul insanlar çevrenin korunmasını, tertemiz sularla beslenmiş yemyeşil bir ormanda yaşamayı, orada açlıktan ölmeyi niçin istesinler? Kendilerini bilgili sanıyorlar, fabrikalardan, büyük tarım işletmelerinden, ulaşım ve iletişim hatlarından, ekonomiyi yaşatmak için zorunlu enerji yatırımlarından, bunların hepsinden vazgeçip doğal tarım dedikleri saçmalıkla küçük bahçelere bir iki sebze ekerek mi yaşanacak? Böyle bir saçmalığa nasıl inanıyorlar? Kentleri, yaşam alanlarını savunacaklarmış. Devletler topraklarını savunamazsa mahallelerde kurdukları saçma barikatlar ne işe yarar? Kışkırtmaların bizim gücümüzü çekemeyen dış güçlerin oyunlarından beslendiğini anlamayacak kadar aptal mı bunlar? Babasının parasıyla geçinip dünyadan haberi olmadan yaşarken, her işi bildiğini sanıp saçma sapan düşüncelerle yeni düzenler kurmaya çalışan aklı havada gençlerle geçmişten ve çocukluğundan bir türlü kurtulamamış romantik beceriksizler bunlar. Onların dediklerine kulak verilse dönüşü olmayan bir yola girilecekti. Tüm başarılarımız silinecek, ekonomimiz çökecek, dış güçler kazanacaktı.
 
Çocuklarımızı, gençlerimizi bize karşı kışkırttılar. Yatırımlarımızın önünü kesmeye kalktılar. Bunu nasıl kabul edebilirdik? Bir kez geri adım attıktan sonra şirketleri nasıl tekrar ayağa kaldırabilirdik? Herkes için yıkım olmaz mıydı bu? Zaten bu yüzden sağduyulu insanlar bizi destekledi. Çapulcular sokağa döküldü. Çevre bahanesiyle tezgahlanan oyunları anlatmak için az çaba harcamadık. İnsanlar gelişen ekonomiden yararlanıyor, pay alıyor, az ya da çok doyuyor, hatta zenginleşiyordu. Bu yüzden çoğu bizi dinledi, bu oyunlara düşmedi. Elbette çevreyi korumak, çalışma koşullarını düzeltmek gerekiyordu. Bunu biz de yapmalıydık, koşullarını hazırlayarak, zamanı gelince. Çarkları bir anda durdurup insanlarımızı açlığa bırakamazdık. Güç A.Ş. zenginlik üretmeyi sürdürmeliydi. Yaşamamızın temel kaynağı üretimdi, gözümüz gibi korumalıydık.
 
Ozan'ı değil de bir başkasını işe alsam kuşkusuz Güç A.Ş. yine aynı yollardan geçecekti. Bu genç mühendisin şirkete katkısı çok fazla oldu. İlk görüşmeyi yaptığım gün onun asıl büyük etkisinin benim yaşamım üzerinde olacağını kuşkusuz bilemezdim.
 
....
 
Eleman bulmak kolay değil. Bazen ne ilanlar, ne eş dost işe yarıyor. Şansın yoksa istediğin gibi kimse gelmiyor. Ben de eksiklerimi kapayacak birini arıyordum. Ozan boşluklarımı fazlasıyla doldurdu.
 
Ozan'ı gördüğüm anda çok farklı olduğumuzu hemen anlamıştım. Benim çevremde olanlardan değil, bizim gruptan hep uzak duran tiptekilerden biriydi. Bir rastlantı beni Demet'le buluşturmuş olmasa Ozan'ı hiç anlayamazdım. İstediği gibi birisi olamasam da Demet beni etkilemişti. Farklı bir dünyayı tanımıştım. Kendim beceremesem de inceliğin bir değeri olabileceğini görmüştüm. Ozan benim giremediğim çevrelere girmemi, göremediklerimi görmemi, yapamadıklarımı yapmamı sağlayabilecek biriydi. Ben insanları, ilişkileri, yaşamdaki kirlilikleri, sertliği, öfkeyi, gücü çok iyi tanıyordum, Ozan ikimizin bilgilerini ve becerilerini şirketin işlerinde en verimli biçimde kullanmamızı sağlayacak yöntemleri biliyordu. Verimli bir işbirliği başladı.
 
İş görüşmesi için odaya girdiğinde çok ürkekti, titriyordu. Böyle bir etkim olduğunu biliyorum. Sumela dışında karşımda tümüyle rahat olabilen kimse pek olmadı. Gençliğimdeki en iyi arkadaşım bile benden çekinirdi. Kimseyi durup dururken dövmez, yok yere azarlamazdım. Yumuşak olmaya çalıştığım zamanlarda bile sesimin tonu, duruşum, bakışlarım, yüzümün sert çizgileri, ona sürekli öfkeli bir görünüm veren kaşlarım ve dudaklarım karşıdakini hemen kuşatıveriyordu. Belal'i rahatlatmayı bir türlü başaramadım. Onun ürkekliği ve ezikliği benim için hep bir üzüntü nedeni oldu.
 
Ozan, Belal değildi. İlk andan sonra benimle ilişkisinde hep kullanacağı bir yöntemle kontrolü eline aldı. Belirli bir uzaklık koyarak aramıza camdan bir duvar ördü. Ciddi, resmi, saygılı bir sesle konuştu. Beni de buna uymaya zorladı. Birlikte çalıştığımız süre boyunca, bir iki aşırı kriz durumu dışında, bu yöntemi başarılı oldu. Şirketteki ilk katkısı, benimle iyi iletişim kurması, benim isteklerimi tüm önemli çalışanlara doğru biçimde ulaştırabilmesiydi.
 
Hızlı ve aşırı büyümenin sorunları olmasa Güç A.Ş. de, Ozan'la ilişkimiz de çok daha iyi bir yere gidebilirdi. İş güvenliği açıkları ve riskler artıp çalışanların karşılaşabileceği tehlikeler ölümcül boyutlara ulaştığında Ozan'ın yöntemi çalışmıyordu. Tüm profesyonelliği gidiyor, titreyen bir sesle insanlara zarar verebilecek bir işi asla yapamayacağını söylüyordu. Onu eğitmeye çok çalıştım. "Bu insanlar ölümü nedensiz göze almıyorlar, yaşam çok acımasız, çocukları açlıktan ölmesin, daha iyi yaşasın diye, üstelik bana yüzlerce kez teşekkür ederek işe giriyorlar" dedim. Ozan bunu anlayamıyordu. Bazı yönleriyle büyümeyi bir türlü başaramamış bir çocuk gibiydi. Zaten epey sert olan sesim biraz daha yükseldiğinde babasının azarladığı bir çocuk gibi siniveriyor, dudakları titriyor, gözlerinde yaşlar beliriyordu. Ya hemen uzaklaşıp bir süre sonra geri dönüyor, ya da konuyu değiştirerek normalleşmeye çalışıyor, bu zayıflığının yaşamını ve işini aksatmaması için gerekli olan neyse onları yapıyordu. Belal'in de bu başarıyı gösterebilmiş olmasını ne çok isterdim.
 
Yaşamın gerçekleriyle tanışmadan büyüyen çocuklar yaşamı hiçbir zaman anlayamıyorlar. Ozan da, tüm eğitimine, başarılarına, dikkatle ve çok iyi kullandığı yeteneklerine karşın olup bitenleri gerçekçi bir gözle göremiyordu. Kafasındaki soyut iyiler ve kötüler, doğrular ve yanlışlar, haklılar ve haksızlar onu esir alıyor, dünyadan koparıyordu. Ona kalsa çalışanlardan biri borcunu ödeyemese şirket üstlenirdi. Birinin çocuğu hastaysa ve sigorta yurtdışı tedavi masraflarını karşılamıyorsa Erdoğan Bey onu göndermeliydi. Birisi geçerli bir nedenle işe geç geldiyse ses çıkarılmamalıydı. İzin isteyenlere hep izin verilmeliydi. Ücret artışları şirketin koşullarına değil, çalışanların ihtiyaçlarına göre belirlenmeliydi. Bunu denemeye kalkan şirketler bir yana, ülkelerin bile sosyal güvenlik açıkları yüzünden ne hale geldiklerini söylediğimdeyse susuyordu.
 
İlk büyük çatışmamız maden kazasından sonra oldu. Mezarlıklardan ve camilerden uzak olanlar ölümleri kolay kabullenemiyor. Yalnızca beni sorumlu tutabilse sanırım bu denli büyük bir üzüntü duymazdı. Kendisini de bu işin bir parçası gibi gördüğü için kahrolmuştu. Bana karşı çıkmaya kalktı. Haddini bildirdim. O olaydan sonra onu yanımda tutabilmek için epey uğraşmam gerekti. Yine de çok zor olmadı. Ekrem'in şirketin ortaklarından biri olarak diğer küçük ortakların desteğini alabileceğini, bana karşı çıkıp uygulamalarımı değiştirtebileceğini, kabul etmezsem genel kurulda beni düşürebileceklerini sanıyordu. Ekrem zaten beceriksizin tekiydi. Güç A.Ş. gibi dev bir kuruluş bir yana, bir simit tezgahını bile yönetemezdi. Üstelik halka hisse satışının temel amacının gruba düşük maliyetle sermaye girişi sağlamak olduğunu Ozan'ın benden iyi bilmesi gerekirdi. Farklı kişilerdeymiş gibi görünen hisselerin yeterli bölümünün benim kontrolümde olduğunu anlamamış olmalarına şaşmıştım. Ayrıca şirketin ana ortağı olarak tüzüğü ve değişmez maddelerini hazırlayan da ben değil miydim? Evet, "Erdoğan şirketin daimi başkanıdır" diye yazmamıştım ama bunun için gerekli tüm dolaylı önlemleri almıştım.
 
Genel Kurul sonrasında Ekrem kabuğuna çekildi. Sessiz bir danışman olarak canı sıkıldıkça şirkete uğradı. Düzenli gelirini aldı, sesini kesti. Aslında onu gönderebilirdim ama bana bir zararı yoktu. Belki bir gün yardımı da dokunabilirdi.
 
....
 
Ozan'ın karşısında benim de ezildiğim bir alan vardı. Kahroluyordum, kendimden nefret ediyordum. İşle ilgili konularda bu çok sorun olmuyordu. Onun iyi bir eğitimi vardı, benim yoktu. Yapılması gerekenleri o yapıyor, yazıları benim düşünemeyeceğim düzgünlükte, üstelik bazen yabancı ortaklar için İngilizce veya Almanca olarak o yazıyordu. Toplantılarda "Görgüsüz patronun beyni" diye fısıldaşanlar oluyordu, aldırmıyordum. Sonuçta görgüsüz de olsam onun patronuydum. Güç ve para bende olduğu, istediklerimi yaptığı sürece sakıncası yoktu.
 
Demet bir gün hiç yapmadığı bir işi yaptı. Şirkete geldi ve Ozan'la karşılaştı. O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
 
Önceki Öyküler:
 
1. Mehmet Arat, Seni Seviyorum Erdoğan, http://blog.milliyet.com.tr/seni-seviyorum-erdogan/Blog/?BlogNo=448965&ref=fblike
 
2. Mehmet Arat, Senden Korkmuyorum Erdoğan, http://blog.milliyet.com.tr/senden-korkmuyorum-erdogan/Blog/?BlogNo=461357&ref=fblike
 
3. Mehmet Arat, Vurmayın Erdoğan Bey!, http://blog.milliyet.com.tr/Vurmayin_Erdogan_Bey_/Blog/?BlogNo=467552&ref=fblike
 
4. Mehmet Arat, Ozana Kıyma Erdoğan!, http://blog.milliyet.com.tr/Ozan_a_kiyma_Erdogan_/Blog/?BlogNo=483514&ref=fblike
 
İş ve İşsizlik Esintileri:
 
Mehmet Arat, Sevgili işsizlik arkadaşım, http://blog.milliyet.com.tr/sevgili-issizlik-arkadasim/Blog/?BlogNo=347303&ref=fblike
 
İlyada Esintileri:
 
Mehmet Arat, Kitap Arkası: İlyada, http://www.facebook.com/mehmetarat2000x
 
Toplam blog
: 72
: 274
Kayıt tarihi
: 08.01.12
 
 

1958 doğumlu. Mühendislik eğitimi aldı. Teknik alanda çalışırken kültürel konulara ilgisini sürdü..