Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ocak '08

 
Kategori
Resim
 

Eros'un ‘Keskin Ok’u: Kayıhan KESKİNOK

Eros'un ‘Keskin Ok’u: Kayıhan KESKİNOK
 

"Üç Güzeller"


EROS’UN ‘KESKİN OK’U: KAYIHAN KESKİNOK

Sanırım bir oniki yıl kadar önceydi. Henüz Pirinç Han o kadar tanınan bir yer değildi. Bilenler biliyordu sadece. O tarihlerde 40 odalı Han’ın orta katında İbrahim Demirel’in kardeşi Elif Hanım’ın el sanatlarını ve özgün dokumaları sergilediği küçük bir dükkanı vardı. Pencerenin hemen yanıbaşına yerleştirdiği çalışma masasının arkasındaki duvarı insan boyundan büyük bir nü (“nude”) tablo kaplıyordu. Sarı spot ışığın hüzmeleri kırmızılar içerisindeki kadın figürünün bedenini adeta bir alev gibi yalıyordu. ‘Çölde bir vaha’ misali etrafa ışık saçan, desenin ve estetiğin hakkını tamamlayan bir resimdi bu. Sanırım ilk orada görmüştüm O’nun resimlerinden birini, belki de en irisini. Atölyemden orta kata her inişimde o gün bugün gözlerim o resmin sıcaklığını arar.

Aradan yıllar geçmiş, 20. yüzyıl yerini bir yenisine bırakmıştı. İşte, karşımda 84 yaşına merdiven dayamış bir çınar duruyor; Cumhuriyet ile yaşıt! Hala dimdik ayakta; kahkaha atıyor, içkisini yudumluyor, yorumluyor, anlatıyor. Anlatırken sanki parmaklarıyla resim çiziyor. Gözleri çakmak çakmak parlıyor. Altına bir at çekseniz belli ki Köroğlu gibi kısrağını doludizgin koşturacak, destanlar yazdıracak. Varıp, arenaya bıraksanız, efsanevi matador ‘Manuel Rodriguez Sanchez’ (“Manolete") gibi kırmızı pelerini ile azgın boğaları havalandıracak. Ya da Karadeniz’in azgın dalgalarını mor takası ile bir bir yaracak. “Keskin bir ok” misali yüz metre öteden elmayı yarıya bölecek. Yaşlandıkça gençleşen bu adam “hayat iksiri içmiş olmalı” diye düşünmeden edemiyorum. Turan Erol’un deyişiyle “sporu oldum olası seven, yüzen, yürüyen, vaktiyle havacılık, denizcilik gibi hevesleri yaşamış, delikanlı ruhlu (ve hep delikanlı kalmış) bir ressamdır O. O “delikanlı” hepimizin yakından tanıdığı ressam Kayıhan Keskinok’tan başkası değildir.

En son Mart başında görkemli Turan Erol resim sergisini izlemek için gittiğim Mimar Kemalettin’in eseri olan, şimdilerde Gazi Üniversitesi olarak anılan bu görkemli yapı içerisindeki Resim-Heykel Müzesi 23 Kasım 2007 akşamı yine Gazi’li (sadece mezun olmakla kalmamış, bu okulda ders de vermiş) bir sanatçıya - ressam Kayıhan Keskinok’a ev sahipliği yapıyordu. Neredeyse “retrospektif” nitelikte sayılabilecek bu sergide başta eski dostları olmak üzere, arada 7 yaşındaki birkaç küçüğü saymazsak, 17’sinden 77’sine tüm sanatseverler ve sanatçılar Kayıhan hocayı yalnız bırakmamıştı. Kimler yoktu ki? Bir ara Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Balbay ellerini kenetlemiş pür dikkat Keskinok’u dinliyordu. Ben de iki akşam öncesinde Mustafa Ayaz’ın büyük fedakarlıklarla gerçekleştirdiği efsanevi ‘Mustafa Ayaz Müzesi ve Kültür Merkezi’nin açılışında karşılaştığım Keskinok’un henüz görmediğim resimlerini görmek, sanat serüvenini izlemek, belki de bu satırları yazarak, aslında yazmakta geç kaldığım bir büyük ustayı siz sanat dostlarına tanıtmak için gecenin karanlığında ışıl ışıl parlayan Müze’nin yolunu tutmuştum.

Keskinok’un bir yağlıboya otoportresi duruyor karşımda. Sadece kahverengi yeleği renkli. Portre grilere bulanmış, neredeyse fondaki uçuk mora yaklaşmış. Ağzında Avni Arbaş’ınkine benzer bir pipo. Gözüm resmin tarihine ilişiyor: 1986. Aynı anda gözüm dostlarıyla hatıra fotoğrafı çektiren Keskinok’a takılıyor. Resmi işaret ediyor gözlerim. Hocam diyorum, “bakalım yıllar - dile kolay 21 yıl - sizi ne kadar değiştirmemiş(!)”; bir görelim diyorum. Gülümsüyor. Ve deklanşöre basıyorum. Bakışlar, yine aynı bakış, ifade aynı. Yıllar Hocayı pek değiştirememiş.

Takalar geçiyor allı yeşilli

Sanatçıların hayatı eninde sonunda yapıtlarına bir şekilde yansır. Ressam Erşans Gönüller 1950’li yılların ortasında Trabzon'da lise öğrenimi sırasında, resimleri sonradan İstanbul Modern’i de süslemiş olan ünlü ressam Burhan Uygur'la aynı sıraları paylaşırken resim öğretmenleri gelin görün ki Kayıhan Keskinok’tan başkası değilmiş. Keskinok 5 yıl kadar kaldığı bu yöreden çok etkilenmiş, takalar üzerinde gerçekleşen Karadeniz düğünlerinin coşkusuna, folkloruna - tamzarasına, horonuna tanıklık etmiş. Bu resimleri izlerken Bülent Ecevit’in dillendirdiği gibi takalar geçiyor gözlerimizin önünden:

“takalar geçiyor allı yeşilli
takalar geçiyor dümenleri lazlı
takalar geçiyor en nazlı
yelkenlilerden de güzel
güvenli sularda işsiz dönenen
gezi yelkenlilerinden çok duyarak denizi
takalar geçiyor enginlere
yamalı göğsünü gere gere
takalar geçiyor yükle yürekle
takalar geçiyor emekle dolu
günlük güneşlik kıyılardan kopmuş
denizlerde Anadolu
kıyılar kadın olmuş
açılır gider erkeği
takalar takalar
toprağın denizde çarpan yüreği.”

1970’e tarihlenen kahverengi desen kalemi ile kağıt üzerine çalışılmış “Karadeniz düğünleri” isimli 6 küçük eskizin yer aldığı çalışma belki de bu devasa yağlı boya tabloların belkemiğini oluşturuyor. Sıra sıra, dizi dizi tekneler, takalar birbiri ardına dizilmiş, hepsi de bayraklarla donanmış. 2002 tarihli büyük boy başka bir desen çalışmasında üç, bilemediniz dört tekne omuz omuza yaslanmış, gölgeleri denize dalmış, öndeki teknede beyaz bir gelinlik içerisinde bir gelin ve siyah giymiş damat. Teknelerde davullar çalınıyor, halaylar çekiliyor, mendiller, bayraklar sallanıyor. Coşku coştukça coşuyor, Karadeniz gibi kabına sığmıyor. 98 tarihli tamzara (folklor) deseni “lavi” tekniğinde boyanmış. Kolların ve bacakların hareketi, figür bedenlerinin kıvraklığı enikonu resme yansımış. Ak kağıda düşen siyah mürekkep lekeleri öylesine dizginlenmiş ki, siyah siyah olmaktan, beyaz da beyaz olmaktan çıkmış, renk olmuş, ışık olmuş, griler oluşmuş. En sonunda da bıçağın kemiğe dayandığı gibi çizgi gelmiş ve lekeyi dizginlemiş. Az ve öz çizgi; karınca kararınca. Herşey resim tadında. Eline, kalemine, bileğine sağlık Usta.

Destanlardan, koşmalardan da etkilenmiş Keskinok. Köroğlu’ndan, Karacaoğlan’dan.

“Düşman geldi tabur tabur dizildi,
Alnımıza kara yazı yazıldı
Tüfenk icat oldu mertlik bozuldu
Eğri kılınç kında paslanmalıdır”

dörtlüğünün ilk iki dizesinin tuvale kazındığı Keskinok resmi, sarıdan kırmızıya koşan geniş bir yelpazede sıcak renklerle kavga ve cenk havasının estirildiği, yiğit Köroğlu’nun zincire vurulduğu epik bir resme dönüşmüş. Bir başka resimde ise saz çalan ozan tarafından;

”Yiğit kendini övende
Oklar menzili döğende
Kılıç kalkana değende
Kalkan gümbür gümbürlenir”

dörtlüğü dillendirilirken at üzerindeki Köroğlu’nun bir güzeli atının terkisine atmak için yaptığı hamle izlenmekte. Her iki resim de epik ve lirik anlatımlar içeren şiir tadındaki Keskinok resimlerine birer örnektir.

Nazım’la Randevu”

Diğer salondaki resimler “Nazım’la Randevu”yu anlatıyordu. Bir Cumhuriyet çocuğu olarak, Kuvâyi Milliye ruhunu yakından tanıyan Keskinok’u Nazım Hikmet’in “Kuvâyi Milliye Destanı” derinden etkilemiş ve Galeri ‘Sanat Yapım’da açtığı, benim de izleme fırsatı bulduğum sergisine “Nazım’la Randevu” ismini yakıştırmıştı. Bu asla bitip tükenmeyecek destandan dökülen epik dizeler bir bir tuvallerde yerini buluyordu:

“...dümende ve başaltlarında insanları vardı ki
bunlar
uzun eğri burunlu
ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...”

“...ateşi ve ihaneti gördük
ve yanan gözlerimizle durduk
bu dünyanın üzerinde...”

“...altına bir at çekip
eline bir mavzer
verdiler....”

Keskinok, çocuk denecek yaşta - genç Cumhuriyet’in daha onuncu yılında - okulda çok sesli müzik eğitimini almıştı bile. Çok seslilik, çok renklilik resimlerine de yansımıştır. Sanki geçmişte söylenenlerin - efsanelerin peşine düşmüş gibidir. M.Ö. 2500-3000 yıllarına - Sümerler dönemine dayanan ve bilinen ilk yazılı destan olan “Gılgamış“ı da resme çekmiştir. Büyük boyutlu resimde “Gılgamış“ın “Enkidu” ile birlikte tanrıça “İştar” tarafından üzerlerine salınan azgın boğayı nasıl dize getirdikleri anlatılmaktadır. Sadece “Gılgamış“ mı; Keskinok tutkulu bir aşk hikayesi olan “Carmen” i de resimlerinde anlatmaktan geri durmamıştır. Öyle ki, eleştirmen Önder Şenyapılı yıllar önce Milliyet’te yayınlanan bir yazısında gerçeküstü öykülerin anlatımında Keskinok’u Fellini’ye rakip göstermektedir.

Yerinde duramayan, kabına sığmayan bu delikanlının resimlerinde hep bir devinim vardır. Atlar koşanda, demirciler demir dövende, davullar zurnalar çalanda, horonlar tepilende, cambazlar havada uçuşanda, üç güzeller bel bükende, suya girende hep bir hareket, bir heyecan söz konusudur. Figür, Rıfat Ilgaz’ı tanıdıktan sonra mı girmiştir resmine, bilinmez. Ama, bilinen odur ki, figürler değişik açılarda iç içe geçen, sanki zaman eksenine paralel sudaki kırılmaları anımsatan değişik zaman dilimlerinden süzülüp gelerek aynı resmin çatısı içinde senfonik bir şiir tadında hayat bulurlar. Hem de yerçekiminin etkisini hiçe sayarak. Bu anlamda matematiğin - geometrinin olanaklarını hep kullanmıştır Keskinok. Sadece geometri mi? Alfanümerik karakterler de kimi zaman bir sirk gösterisinde, kimi zaman da yarışan bir atın eyerinde ortaya çıkarlar. Ve keskin, fakat noktasal bir ışık adeta değişik açılardan fener tutmuşcasına aydınlatır Keskinok resmini. Bir yumuşaklık, bir romantizm siner sanki resimlerine.

Eros’un fırlattığı ok mudur Keskinok’un yüreğine saplanan

Her zaman söylediğim gibi sanatçının hayatı, yaşanmışlıkları yüzüne yansımasa da eninde sonunda resmine yansır. Keskinok, ilk gençlik, hatta çocukluk yıllarının anılarından başlayarak bir anlamda hayatını temize çekmiştir resimlerinde. Eros’un fırlattığı ok mudur Keskinok’un yüreğine saplanan? Nedir resimlerinde dolanan bunca anadan üryan kadınların sırrı? 18 yaşına kadar kaldığı Adana’da ilk aşklarını yaşamış olan İzmir doğumlu bu efe, rivayete göre, mitolojideki “Üç güzeller”i andıran kızkardeşlerini korumak için sırasında bir muşta bile edinmiş, ateşli, kavgacı bir Adana delikanlısı olup çıkıvermiştir. Ve Seyhan nehrinin kenarında sıralanan barlardaki saçları oksijen sarısı kadınlar gençliğinin idolleri olmuşken şimdi aynı kadınlar Keskinok resimlerinin de idolleri olarak çoktan elmayı kapmaya ve arz-ı endam etmeye başlamışlardır bile. Hayat devam ettiğine ve tarih tekerrür ettiğine göre o resimlerdeki kadınlardan biri Hera, diğeri Atena, bir başkası da neden elmayı kapan güzellik ve sevgi tanrıçası Afrodit olmasın? Onca yaşına rağmen, sanatçının sevgiye ve aşka verdiği değer midir, onu Mehmet Akif Kız Öğrenci Yurdu’nun önünde bekleşen 3 genç kız ile bir köşede koklaşan çifti eskiz defterine resimlemesine neden?

Keskinok da Turan Erol gibi gözlemlerini, etüdlerini çizmek için desen defterini yanıbaşından eksik etmeyen, her defasında farklı farklı okumalara girişen bir sanatçımız. Edebiyatçıların “Karalama Defteri” olur da ressamların olmaz mı? Ama, ressamların “Karalama Defteri” daha bir kalender olur. Eskiz sayfaları sırasında bir matematik defterinin kareli yaprağı olurken, bazen de “kağıdım yoktu, okuduğum romanın son sayfasını kullandım” dediği Fransızca bir romanın sayfaları olabilir. Tatilde de rahat durmamıştır bu muzip adam. Bodrum’da, Antalya’da güneşlenen, ‘pin pong’ oynayan güzelleri gözüne kestirmiş ve bir solukta eskiz defterine çekivermiştir. Keskinok’un desenleri şairlerin şiir kitaplarını da süslemiştir. Bunun yanısıra “Picasso ile Yaşamak” kitabını dilimize çeviren yine O’dur.

“Diri mor”

Renkleri rengarenk Keskinok’un: “Sıcak sarı, titrek yeşil, utangaç pembe, küskün külrengi, diri mor ve kurşun kara”. Ama birini diğerlerinden ayırıyor: “İlle de mor” diyor. Tahsin Saraç’ın deyişiyle: “Diri mor.” Tahsin Saraç yıllar önce Kayıhan Keskinok’a atfettiği “Altı Ararenk Üstüne” şiirinde Keskinok’un resimlerini şiir defterine çekmiştir. Sergide en çok dikkatimi çeken resimlerden biri de 1970’li yıllara tarihlenen mor ahşap çerçeveli yağlıboya resmi. Denizin orta yerinde yükselen “diri mor” bir kayalığın üzerine çıkmış bir çift birlikte uzaklara bakmakta. Etrafta, yüzenler, denize girenler... Bir grup ise kıyıda kah dinlenmekte, kah kurulanmakta. Yakın planda mayolu bir çift birbirlerine ilan-ı aşk etmekte. Tadında bir “kurşun kara”, kırmızı karınca kararınca, mayolara sinmiş bir tutam “titrek yeşil” gözü okşamakta. Bir tutam mavi, dalgaların üstünde ağır ağır kıyıya yaklaşmakta. “Sıcak sarı” gökyüzü ise ışıl ışıl parlamakta. Sevdim, hem de çok sevdim hayat kokan bu resmi.

Boğalarla güreşen ‘Matador’un asıl, resimle dansını gördüm bu resimlerde. Avuçlarının gücü yettiği kadar, yıldızlar sönene kadar fırçasını elinden bırakmayacak bir sanatçının azmini gördüm. Cumhuriyet’i el üstünde tutan, sözünün arkasında, resminin önünde, dostları ile birlikte dimdik ayakta duran, bildiğini öğrencileriyle paylaşmaktan geri durmayan, yaşadığını ve daha nice bir ömür yaşayacağını inkar etmeyen bir ressamın yavuklusu - resme ve dahi hayata sevdasını gördüm bu resimlerde.

Kimbilir, belki de tıpkı seramik profesörümüz Jale Yılmabaşar ile olduğu gibi, bu yazım yayınlandıktan sonra, bizzat tanışır, uzun uzun sohbet ederiz kendisiyle. Usta ressam, onurlu efe, koca çınar Kayıhan Keskinok’a saygılarımla...


Alaattin Bender
www.alaattinbender.com

Aralık 2007
Fotoğraflar: Alaattin Bender arşivi.
Sergi: “Seçki”; 23 Kasım 2007 – 20 Ocak 2008

 
Toplam blog
: 26
: 8842
Kayıt tarihi
: 21.11.06
 
 

1990-1994 yılları arasında T.M.O. Plastik Sanatlar Atölyesi'nde Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar ..