Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mayıs '14

 
Kategori
Futbol
 

Ersun Yanal

2001 veya 2002 yılıydı. Ankaragücü’nün teknik direktörü Ersun Yanal, okulumdaki Yeni Ufuklar Kulübü’nün davetlisi olarak Bilkent Üniversitesi’ne gelmişti. Dinleyiciler arasında en önde oturuyordum. Kırklı yaşlarının başındaki genç teknik adamın konuşmasının tamamını dikkatle dinledim.

Zor zamanlar geçirdiğinden bahsetti Ersun Hoca ve eşinin bu zamanlarda kendisine desteğinden. O yıllarda henüz rüştünü ispatlayamamıştı fakat hem antrenman teknikleri hem de takımının başarısı ile dikkat çekiyordu.

Bir ara benim en çok duymak istediğim konudan, spor akademisi eğitiminden bahsetti. Zaten bu, dile getirdiği her kelimeden, kurduğu her cümleden de anlaşılıyordu ama kısaca alaylı değil okullu olduğunu anlattı ve aslında gurur duyduğu bu özelliğin kimi zaman, “onun kariyeri ne ki?” diyerek nasıl da onun aleyhine kullanıldığından. Hâlbuki onun futbolculuk geçmişi olmaması, saf bir teknik direktör olması benim en çok ilgimi çeken yönüydü.

O at değil, jokeydi.

Ersun Hoca’nın konuşması sırasında üç büyüklerden bahsederken bu takımları sürekli Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş sırasıyla söylemesi benim olduğu kadar başka bir arkadaşımın da dikkatini çekmiş olmalı ki, bir üniversite öğrencisinin rahatlığı ile o arkadaş söz isteyip bunu sordu: “bu takımları bilerek mi bu sırayla söylüyorsunuz, yoksa Fenerbahçeli misiniz? Bir gün Fenerbahçe’nin teknik direktörü olmak ister misiniz?” Yanal bu soruya ne kadar politik bir yanıt verse de sorun ikinci kısmı ile ilgili normalin çok üzerindeki hevesli açıklamaları, en azından bende, onun tüm takımları sevdiğini ama Fenerbahçe’yi biraz daha fazla sevdiği düşüncesini uyandırmaya yetmişti.  

Belki düzgün konuşmasından, belki kişiliğinden belki de akademisyenliğinden diğerlerinden çok farklı gördüğüm için onunla son dakikaya konuşmak istemiş ve Ersun Hoca’yı konuşmasının ardından arabasına kadar geçirmiştim. O kadar alçakgönüllüydü ki arabasının son model bir cip olduğunu görmek ilk anda beni şaşırtmış, ancak sonrasında biraz düşününce durumun normalliğini anlamıştım.

Bu “farklı” teknik adamın duaları geçen sene kabul oldu ve hâlâ bazıları buna yetirince inanmasa da kendisi Fenerbahçe’nin teknik patronu, sarı lacivertlilerin 19. şampiyonluğunun da mimarı oldu.

Fenerbahçe’nin bu seneki üst düzey performansında Caner, Kuyt, Emenike, diğer tüm futbolcular, erkek taraftarlar, kadın taraftarlar, artı doksan golleri, istek, hırs, çalışma, mücadele, inanmışlık ve diğer bir dolu unsur sıralanabilir ama bunların hepsinin kesiştiği payda Ersun Yanal. Çünkü o olmasa bu unsurlar bu denli ortaya çıkmayacağı gibi, bu unsurların bazıları bizatihi onun marifeti.       

Bugün bu iyi teknik direktöre sadece medya veya spor kamuoyu değil bazı Fenerbahçe taraftarları dahi gereken değeri vermiyor. Aslına bakılırsa bu, genellikle yabancılara yaptığımız gibi, bir teknik direktöre olduğundan daha fazla değer verilmesinden çok daha iyi; zira teknik adama rehavet değil kendini kanıtlama hırsı aşılıyor. Fakat durduğumuz yer Ersun Hoca’nın hak ettiği değer ve takdirin birkaç fersah uzağındaysa bunun adı kıymet bilmezlik oluyor.

Teknik direktörlük isim değil, icraat. Taraftar o koltukta genellikle, futbolculukta adını gururla haykırdıkları isimleri görmek ister ama bu isimler çoğu zaman beklentileri karşılamaktan çok uzak kalır; Hagi ve Galatasaray örneğinde olduğu gibi. Bu nedenle, Guardiola gibi bir dahi veya Fatih Terim gibi dengeli bir karışım yakalanmadıkça, bu işin Ersun Yanal gibi futbolculuk tarafı olmasa da teknik adamlığı iyi kotaran isimler tarafından yapılması en doğrusu. Velhasıl eğer Fenerbahçe yönetimi Mourinho’yu getirmeyecekse Ersun Hoca ile beş yıllık sözleşme imzalamalı.      

can.nizamoglu@gmail.com

 
Toplam blog
: 788
: 1417
Kayıt tarihi
: 11.11.07
 
 

Çoğu çocuk gibi ben de futbolcu olmak istedim, olmadı. Bu oyundan kopmamak adına üniversite yılla..