Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Kasım '13

 
Kategori
Anılar
 

Eski bir hikâye

Eski bir hikâye
 

Geçen hafta annemle birlikte iki günlük bir Ankara seyahatimiz oldu. Farklı şehirlerde yaşadığımız için çok sık bir araya gelemiyoruz. O yüzden bu seyahat ikimiz için de değişiklik oldu. Aynı zamanda halletmemiz gereken noter, tapu gibi işlerimiz vardı ve aksiliklerle karşılaştık. Astrolojiden pek anlamam ama Merkür retrosu diye bir şeyden öyle çok bahsediliyordu ki; yeni öğrendiğim halde her aksilikte kafamı gökyüzüne kaldırarak yarı şaka, yarı ciddi o gezegeni sorumlu tutmaya başladım!

Son günümüzde öğleden sonra Kızılay’daki büyük alışveriş merkezinin üst katında, manzarası güzel bir kafede çay içerek sohbet ediyorduk. Annem yetmiş beş yaşında, görmüş geçirmiş bir kadın. Doğal olarak bilgi birikimlerinden yararlanmak hoşuma gidiyor. Fakat bazen öyle sihirli anlar oluyor ki, aniden gözlerinde bir ışık beliriyor ve “bunu yazabilirsin kızım” diyerek anlatmaya başlıyor. Sonra da yaşanmış bir öyküyü, daha önce hiç bilmediğim yönleriyle tıpkı bir hazine gibi önüme seriyor.

Bu defa da öyle oldu. O anlattı, ben dinledim. Bitirdiğinde ise üzgündüm. Çünkü hikâyenin kahramanı benim büyük ninem, yani babamın anneannesiydi ve yaşadıkları akıllara durgunluk verecek derecede hazindi. Bizi alıp bu kadar eskilere götüren yine Merkür müydü acaba?

“Her şeyden önce çok gururlu, saygıdeğer bir insandı” diye söze başlamıştı annem. Bir anda çocukluğuma döndüm. Belki de ilk anılarıma… Henüz üç dört yaşlarında olmalıydım. O saygıdeğer büyük nine bizim evde yaşıyordu. Salonumuzu ortadan ikiye bölen camlı, büyük bir kapı vardı. Bir gün camın arkasından onun siluetini görmüş, ikimizin yalnız olduğunu düşünerek korku içinde çığlıklar atmaya başlamıştım. Aynı zamanda açamaması için kapıya yükleniyordum. “Korkma, sana bir şey yapmam” diyordu. Annemin yetişerek beni teskin ettiğini, zarar görmeyeceğimi söylediğini de hayal meyal hatırlıyorum. Neden o kadar çok korkmuştum bilmiyorum. Fakat onun üzüleceğini idrak edemeyecek kadar küçüktüm. Akıl sağlığını kısmen de olsa kaybettiğini, vefat ettiği döneme kadar birkaç yıl bizim evde kaldığını ilerleyen zamanlarda, biraz daha büyüdüğümde kavradım.

Gençliğinde Ege bölgesindeki küçük bir kasabada yaşayan güzel bir kızmış. Çok varlıklı bir aileye gelin gitmiş ve o dönemde gıpta edilen bir hayata kavuşmuş. Sonra hamile kalmış ve babaannemi dünyaya getirmiş. Kısa süren mutluluğu kocasını Çanakkale savaşında kaybetmesiyle noktalanmış. Yetmişli yaşlarında bizim evde vefat edinceye kadar da bir daha hiç evlenmemiş. Ben onun geçmişte yalnızca bir yıl evli kaldığı büyük dedemin adını haykırarak evimizin arkasındaki küçük bahçeye çıktığını da hatırlıyordum. Babam, komşular rahatsız olacak diye çekinerek güçlükle içeriye sokardı. Varlığıyla ilk anılarımda yerini almıştı, fakat ne kadar uğraşsam da yüzünü hatırlayamıyordum. Ondan geriye ise yalnızca albümdeki birkaç eski fotoğrafı kalmıştı.

“Küçük bir kulübesi ve bir de küçük tarlası vardı” diye anlatmayı sürdürdü annem. “Babanla evlendiğimiz ilk yıllarda aklı başındaydı. Çağırsak da Ankara’ya gelip yanımızda kalmazdı. Dedim ya, çok gururluydu. Tarlasını icara verirdi. Karşılığında para bile alamazdı. Bir çuval buğday tek lüksüydü. Uzun aylar boyunca evinden hiç çıkmazdı. Ne zaman memlekete yolumuz düşse ve ziyaretine gitsek, onu önündeki dibekte buğday döverken görürdük. Sonra da dövdüğü buğdayları pişirerek ekmek yapar, yerdi.”  

“Gerçekten anlayamıyorum” diye sordum. “Hani varlıklı bir aileye gelin gitmişti?”

“Miras kanunu yüzünden; eşi öldüğünde kayınpederi hayatta olduğu için, bütün mal varlığı daha sonra kızına kaldı.”

“İyi de babaannem ona niye sahip çıkmadı?”

“Çünkü o da evlendi ve biliyorsun genç yaşında vereme yenik düştü. Böylece her şey dedene geçti.”

“Hem eşini, hem de kızını kaybetmesi ne kadar korkunç.”

“İnsan akıl sağlığını kolay yitirmez kızım. Hayat böyle ibret alınacak öykülerle dolu. Sizlerin o savaş yıllarında nasıl acıların ve yoksullukların yaşandığını anlamanız çok zor.”

İkimizin de konuşacak hali kalmamıştı. Hüzünlü bir sessizlikle dışarıya bakıyor, aşağıdaki kalabalık caddede akıp giden yüzlerce insanı izliyordum. Bir yandan da gözlerimin önünde büyük babaannemin gün boyunca düşünceleriyle baş başa buğday döven ve kimseye muhtaç olmak istemeyen gururlu görüntüsü canlanıyordu.

O güçlü insanın yaşam mücadelesini takdir ediyor, kendisini saygıyla anıyorum. Ruhu şad olsun.

       

    

 

 
Toplam blog
: 27
: 1563
Kayıt tarihi
: 22.09.13
 
 

Ege Üniversitesi mezunu. Emekli öğretmen. Yayımlanmış romanları ve deneme kitapları var. ..