Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mayıs '14

 
Kategori
Öykü
 

Eski İstanbullu 2

Eski İstanbullu 2
 

.Bakırköy akıl hastahanesinin bir bölümünde bir süre tedavi gördüm. Hemen hepside eski İstanbullu'ydu. Seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz hemen herkes bir şekilde intihar girişiminde bulunmuştu. Biri boğaz köprüsünü tercih ederken birisi kız kulesini, bir diğeri galata kulesini, bir diğeri de ayasofya müzesinin önünde kafasına silahı dayayıp ateşlemiş ama silah bozuk çıkmıştı. Emekli bir baş çavuşmuş. Ona hepimiz bu tarihsel önemi bakımından olacak ki bu manevi girişiminden dolayı " Konstantin " diyorduk. Boğaz köprüsünden atlamak isteyene " Hazerfan " diyorlardı. Bana ise " Enver paşa" diyorlardı. " Hey Enver saraydan kız istemeye mi gitmiştin " diye takılıyorlardı... Emekli subaylar, sanatçılar, yazarlar, akademisyenler koğuşu olarak akıl hastanesinin tarihinde görülmemiş bir entellektüeller sınıfı koğuşu oluşturmuş gibiydik. Çok güzel günlerimiz geçip gitti. Ayrılma günü geldiğinde ise hastaneyi bir hüzün kaplamıştı. Başta doktorlar olmak üzere, hasta bakıcılar, diğer hastalar ve onların ziyaretçileri dahil hemen hepsi ağlamamak için kendilerini zor tutmuştu... Hepside bizi çok iyi anlıyorlar ve bizlere adeta acıyorlardı.


Karım ve çocuklarım ise bu başarısızlığımdan dolayı benden nefret etmişti. Eşim beni tahrik etmek için sürekli haberleri açıyor ve uzun adamın dehşet söylevlerini dinletiyordu. Yine " Uzun ince bir yoldayız. Gidiyoruz gündüz gece " diyordu. İster istemez bu şartlara yeniden boyun bükecektim. Ama yinede ne olursa olsun bunlarla mücadele edecektim. Bir hafta kadarda ev de dinlendikten sonra sabahın erken saatlerinde dışarı çıktım. Uzun adamın kurduğu yeni dünyada yeni İstanbul yaşamına adımlarımı yeniden atmıştım. Eski İstanbul güzergahlarına doğru ilerliyordum. Aksaray minibüsüne bindiğimde tek hedefim vardı. Sultanahmet..

Minibüsün o kalabalığına ve o yeni insan kokusuna aldırmadan bindim. Yine o adam yanımda oturmuştu. Kokusu her zaman ki gibiydi. Ön koltukta arka koltuklarda oturanlar minibüsü kullanan yine o adamdı. Trafik dehşetinde yol alırken dışarıyı izlediğimde o adamı her yerde görüyordum. Simit satıyordu. Kamyonu kullanıyordu. Trafik polisi olarak düdük çalıyordu. Durakta inenler, binenler hep o adamdı. Mağazalarda satış yapanlar, alışveriş yapanlar, caddelerde, sokaklarda yürüyenler bu adamdı. Her yerde kargaşa vardı. Korna çalanlar, bağıranlar, kavga edenler, küfür edenler bu adamdı...Bu adam hemen her yerde yol istiyordu.

Birden yine o hışırtıyı duydum. Adam yine kaşınıyordu. Her zaman olduğu gibi, her yerde olduğu gibi. Sinirlerim, duygularım yine birbirine karışmıştı. Ayak ucuma baktığımda beyaz pulları yine gördüm. Adamdan dökülüyordu her zaman olduğu gibi... " Sen dedim arkadaşım bu göbeği kaşımaktan ne zaman vaz geçeceksin ? " diye sordum... Kalın boynunu bana doğru çevirirken yüz ifadesin de en ufak bir kıpırtı yoktu. Her zaman olduğu gibi tepkisi ilk başlar da böyle oluyordu. " En azından bunu yolculuk esnasında yapmasan nasıl olurdu ? Rahatsız olanlar vardır belki ! " diye tekrar sordum. Tepki göstermiyordu. Sanırım her zaman olduğu gibi yine düşünüyordu ve bir süre sonra bu düşünceden çıkacak sonuçları daha sonra bana kelime olarak iletecekti...Ağzından yine o kelimeler hırlayarak dökülüyordu." Gardaş kusura bakma. İster istemez oluyor. Babamda, dedemde hepsi kaşınıyordu. Şehre geldik vallahi nedendir bilinmez iyice arttı. Gece yatarken bile oluyor. Hanım bazen tel fırçayla ovuyor ama bir türlü dinmiyor bu namussuz " derken camdan dışarı baktı ve uzun adamın seçim posterini gösterdi. " Ne adam be...Bize geçmemiz için sürekli yol, köprü yapıyor. Allah razı olsun " dedikten sonra başını cama yasladı.

O kesinlikle masumdu. Artık buna inanıyordum. Bir şey bir neden bir sorun vardı ama o neydi. Bu soruları kendime sorarken Aksarayda minibüsten inmiştim... Laleliye doğru arapların, afrikalıların, moğolların, çinllilerin, kafkasların arasında yol aldıktan sonra nihayet sultanahmet meydanına varabildim. Bu sorulardan düşüncelerden artık arınmıştım. Bir simit yeterdi bu koca dünyada bir faniye düşüncesiyle o banka oturdum... Ayasofya müzesi önündeki banka turistleri izliyordum. Çeşitli otobüsler, minibüsler turist kafilelerini indiriyordu. Yüzlerce kadın erkek turistler ellerinde ki fotoğraf makinelerı ile bir renk cümbüşü yaratıyordu. İşte o gün tesadüfün bu kadarı da olmaz yahu dedirten bir olay yaşadım. Turist kafilelerinin o güzel hatunlarını izlerken uzun saçlı sakallı, gözlüklü fotoğraf makineli bir adamla sarışının bir bayanın yanıma bana doğru gülümseyerek geldiğini fark ettim. Şaşırdım birden arkamı döndüm acaba diğer bankta birisi mi vardı diye. Adam gözlüklerini indirince kahkahayla güldü ve bana " Dostum bu ne hal böyle " deyince şok geçirdim ama onu hemen tanıdım. " Hans " bu sen misin ? " diye sordum. " Yok ben var Peter. Siz Türkler hep aynısınız " diyerek kahkaha atıyordu...

Birbirimize hasretle sarıldık öpüştük. Bayan arkadaşı bile bu samimiyetten hoşlanmamış olacak ki suratını ekşitti. Bu benim en eski yirmi yıllık hem dostum hem dava arkadaşım Hans Künf 'tü... Diğer bayanda kız arkadaşı Helga' idi... O yıllarda bir süreliğine Almanya'ya gitmiştim ve orada arkadaş olmuştuk. Siyasi düşüncemiz bir yana insan sevgimiz bizi bir noktada birleştirmişti. Berlin de ki bir yeraltı Nazi örgütüne beni hemen üye yapmıştı. Katılım töreninde yapmış olduğu konuşmada " Dostum aramıza katılan ilk Türk olarak tarihe geçtin. Seni kutlarım. " demişti..

"Hans burada ne işin var yoksa klasik Ayasofya dolaşmaları mı " diye sorduğumda " Hem iş, hem ziyaret dostum " dedikten sonra " Eşek belgeseli çekmek için geldim. Sizin ülkede çok kaliteli üst sınıf eşekler varmış. özellikle merzifon eşeğini öve öve bitiremiyorlar. Bu da asistanım Helga" diyordu.... Hans, National Geographic dergisinde uzun yıllardır bir hayvan bilimci olarak görev yapıyordu. Su aygırı (Hippopotamus amphibius) türü çalışmalarında bir uzmandı ve bu konuda başarılarıyla bir çok ödüller almıştı. Ayrıca derginin Afrika ve Anadolu sorumlusuydu...Hemen bir mekana gidip oturduk. Bira üstüne bira içtik. Kafam biraz iyi olduktan sonra biraz hüzünlendim. Gözümden akan bir kaç yaş damlasını fark etmiş olacak ki sordu. " Dostum bu göz yaşları benim için mi ? dedi. Helga saçını başını yoluyordu. " Hayır dedim bunun için" dedikten sonra cebimden o resmi çıkartıp verdim. "Bu işte Hans beni ağlatan beni hüzünlendiren. bu adam . Asıl adını bilmiyorum. Halk arasında bilindiği adı ile " Göbeğini kaşıyan adam " diye tanımlanır Sana yalvarıyorum. Hazır gelmişken şunu da bir araştır " diye ricada bulundum...

Resmi dikkatli bir şekilde inceledikten sonra " Hım hım yaptı. " Sonrada " Bu tipik bir (Ovis), Caprinae alt familyası içinde olan bir grup üyesi. Çoğunlukla burun kısımları çıplak ve nemli, vücutları kalın tüylerle kaplıdır. Vücutlarında ekstra kıl oluşumları (sakal, yele) bulunur. dedikten sonra şaşkınlıkla tekrar sordu...

" Senin bir derdin mi var ? Lütfen söyle iyi misin ? "  

 
Toplam blog
: 39
: 393
Kayıt tarihi
: 19.01.12
 
 

Serbest ticaret ile iştigal ediyorum. Çeşitli sivil toplum örgütlerinde aktif görevlerde bulundum..