Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mart '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Evde kalmış kitaplar

Evde kalmış kitaplar
 

Raflarda okur bekleyen kitapları evde kalmış kızlara benzetirim. İkisi de bekleyişin ağır, o dile getirilemeyen hüznünü taşır. Eksiksiz ama baba evindeki sandıktan alınıp damat evinde görücüye çıkamamış çeyizlerin naftalin kokulu hüznünü... İkisi de bir yaşanamamışlığı, bir ukdeyi, açılamadan solan goncanın kendi içine kapanmış bereketini hatırlatır.

Gezmeye çıkarım. Plansız, programsız, randevusuz, öylesine... Artık ayaklarım beni nereye götürürse; durağa yanaşan ilk otobüs nereye gidiyorsa... Bazen bir sahilde sessiz sakin bir yer bulup denizi seyrederim, bazen bir parkta oynayan çocukları, gelip geçen insanları... Nedense yolculuk ve dışarısı beni hemen acıktırır. Bir lokanta bulup bir şeyler atıştırdıktan sonra önümde artık tek bir hedef kalır: kitapçılar... Ama şöyle kocaman, içinde binlerce kitabın bulunduğu, raflarındaki kitapları serbestçe alıp karıştırabileceğim, ayak üstü birkaç sayfa okuyabileceğim geniş, rahat yerler.

Oyuncak mağazasına dalmış çocuk gibi ya da daha uygun bir benzetmeyle nefis görünümlü bir açık büfe karşısındaki turist gibi, birini bırakıp ötekini alarak, bazen birinin üzerine ötekini koyarak dalar giderim. Roman, araştırma, şiir, tarih, çok satanlar, yeni çıkanlar derken herbirinden küçük birer lokma alıp bakarım tadlarına. Yazarlarını tanımaya, baskı adetlerine bakıp ilgi görüp görmediklerini anlamaya çalışırım. Eğer birden fazla baskı yapmışsa sevinirim.

Ama oncasını bir arada görünce bu kadar kitabı kim satın alacak, gerçekten hepsi satılacak mı diye düşünmekten de geri duramam. Raflara yan yana dizilmiş, alınıp okunmayı bekleyen binlerce kitap. Bir insan hepsini değil yarısını okumaya kalksa ömrü yetmez. Bazılarının hep orda duracağını, içlerinden sadece birkaç tanesinin satılabileceğini, geriye kalanların da o raflarda aylarca bekledikten sonra tekrar yayınevine, oradan da belki tekrar hamur haline getirilmek üzere kâğıt fabrikasına gönderileceğini düşünür üzülürüm. Bunları düşününce içimi sıkıntı basar. Hepsinden birer tane alacak kadar param, okuyabilecek kadar zamanım olmasını dilerim. İnsan belki onları satın alabilecek kadar zengin olabilir ama zamanı o derecede genişletecek bir yöntem bulunamadı henüz ne yazık ki!

Oysa ne umutlarla yazılmıştır onlar. Yazarı yıllarca kafa yormuş, konu ve tema seçmiş, bakış açısı geliştirmiş, araştırmış, günlerini masa başında geçirmiş, beyninin terini akıta akıta bir yapıt meydana getirip bir gün dosyayı koltuğunun altına alıp tutmuştur yayınevinin yolunu. Belki de baskı masraflarını kendi ödemiştir cebinden. Kitabının piyasaya çıkacağı günü dört gözle ve heyecanla beklemiştir. Matbaa işleri bittikten sonra daha perakendecilere dağıtılmadan eline alıp o büyülü nesneyi incelemiştir. Zihin emeğinin en nihayet cisimleşmiş haline inanmaz gözlerle bakıp artık ezberlediği o satırları hızla bir daha okumaya girişmiştir. Kapağındaki resmi, arka kapaktaki alıntıyı bir okur gözüyle inceleyip fiyakasını tartmıştır kendince. Ayak üstü hayallere dalmıştır onlara bakarken. Kitabının ilk baskısının hemen tükendiğini, hızla yeni baskılar yaptığını, birden yayın dünyasının gündemine oturduğunu, belki de hemen korsan kitap tezgâhlarına düştüğünü, imza gününde masasının önünde uzun kuyruklar oluştuğunu hayal etmiştir. İçlerinden bir kısmını imzalayıp eşe dosta göndermiştir. Perakende dağıtımı yapıldıktan sonra kitapçıları tek tek gezip eserinin hangi raflarda sergilendiğini, satılıp satılmadığını öğrenmeye çalışmıştır. Kitabı raflarda tozlanmaya yüz tutunca da ikinci baskı umutları azalmış ama hiç değilse ilk baskıdan bir bölümünün satılması için dua etmiştir.

Benim de içimden zaman zaman kitap yazmak gelir. Bir hikâye, roman ya da senaryo... Kendimi biraz sıksam yazarım da. Ama o kitapları orada öyle tozlanır gördükçe bütün hevesim kırılır ve hemen vazgeçerim. Kitabımın o raflarda öyle öksüz beklemesini istemem; böyle bir şeye dayanamam. En iyisi burası, yani Milliyet Blog. Yazarsın, belki yüz kişi, iyi ihtimalle belki birkaç bin kişi okur; ama okur. Beğenilir beğenilmez ama hiç değilse açılmadık sayfaların arasında kalmaz.

Raflara, hurda kağıt kazanlarına mahkum kitapların kaderini evde kalmış kızların kaderine benzetirim. Birinin sayfalarında okunamadan kalan yazı ötekinin alnına yazılmış gibidir; mahzun ve kara. İkisi de benim için ebedi bir hüzün kaynağıdır; elimde olsa, ömrüm yetse raflarda bekleyen tüm kitapları ve evde kalmış tüm kızları almak isterim. Ama şu ömür dediğin ne kadar kısa, gönül dediğin ne kadar laf dinlemez bir şey...

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..