Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Aralık '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Evli ve Dağınık

Evli ve Dağınık
 

Hundertwasser Evi-Magdeburg (simetri hastaları için ölüm tehlikesi)


“Ev işi yapmak için hayat çok kısa”
(Helga von Göttingen, M.S. 2006, bir Türk ev hanımı tarafından evire çevire dövülmeden az önce)

Anneciğimin kulakları çınlasın, onun standartlarına göre çok titiz bir insan sayılmam. Örneğin her sabah yatak toplayıp, akşam yeniden bozmanın delilik olduğuna inancım tamdır. Keza ertesi gün kızartma yapılacaksa, o gün ocağı silmeden de yaşayabilirim. Bu bağlamda, ev işi ile ilişkim “mesafeli” olarak tanımlanabilir. Tertip, temizlik severim, ama bir yere kadar.

Hayat arkadaşım, canım ciğerim, kocam ise, düpedüz savruk ve pasaklı bir insan...”Yeni mi farkettin?” diyebilirsiniz, hayır, ilk tanıdığımda da öyleydi. Ama tatillerde, ya da kısa süreli ziyaretlerde, bir arada olmanın mutluluğu, “Banyo havlusunu niye yere attın?” sorunsalının önüne geçebiliyordu o zamanlar.

“Aynı çatı altında” yaşamaya başladığımız ilk günden beri savaş halindeyiz. Kocamın bekâr evini, küçük aşk yuvamıza çevirmek için, bir seneden fazla vaktimizi ve benim yaşam enerjimin yarısını harcadık. Ama değdi. Bir yerlere oturabilmek için, birşeyleri kenara ittirmemiz gerekmiyor artık evimizde. Yalınayak yürüdüğümüzde, ayaklarımızın altı kapkara olmuyor hatta. Kirli çamaşırları temizlerinin üzerine atınca, kirlilerin temizlenmeyip, temizlerin kirlendiğini öğrendi kocam. Eve geldiğinde, ayakkabılarını taaa içeri kadar yürüdükten sonra değil, kapıda çıkarması gerektiğine de aklı yattı sanırım. Mutfak tezgâhının üzerinde takım çantası, tırnak makası, bilgisayar parçalarının yeri olmadığına en sonunda ikna edebildim onu. Çalışma masasında, klavyeyi kâğıt dağlarının altından kurtarabilmek için itfaiyeyi çağırmayı düşündüğüm günler çok şükür geçmişte kaldı.

Mutlu muyuz peki?

Hayır.

Öncelikle ben çok yoruldum. Zira evi temizleyebilmek için onun ortalığı toplamasını beklediğim, daha önce hiç doğru dürüst ev işi yapılmamış bir evi tırmaladığım ve akabinde bir haftalık emeğin 15 dakika içinde hunharca yok edilişini seyrettiğim uzun ve yıpratıcı bir dönemden geçtik.

Gözümün nuru için de çok zor oldu, biliyorum. Düşünsenize, otuz küsur sene “attığı herşeyi, attığı yerde bulmuş”tu, evdeki bu yeni “düzene” alışamadı bir türlü. Hatta bu yüzden yeni bir isim taktı bana. Heidi... (*)

“Heeidiii???”
“Evet?”
“Telefonumun şarj aleti nerede?”
“Salonda, rafta, soldaki kutunun içinde, diğer şarj aletlerinin yanında.”
“Heeidiii???”
“Yine ne var?”
“Telefonum yok.”
“Mutfakta konuşuyordun ya demin, orada bırakmışsındır.”
“Heei...buldum, buldum, kesin sen koymuşsundur oraya.”
“Allahım bana sabır ver.”
“Ne?”
“Yok sana demedim.”
“Herşeyi kaldırıyorsun...Mır mır mır...”
“Şarj aletinin banyoda ne işi var söyler misin?”
“Telefonu kastettim.”
“Ona dokunmadım bile.”

İşte böyle. Şimdi benimle hiç ilgisi olmayan şeyleri kaybettiğinde bile benden biliyor. Tüm savrukluğu ve pasaklılığıyla zeytinyağı gibi üste çıkıp, kendimi “titiz delisi” gibi hissetmemi sağlıyor.

Acaba kasten mi yapıyor? Pes edip, dağılmamı mı bekliyor? O kadar kötü olabilir mi? Yok canım... Ya öyleyse?

“Sen var ya, beni hiç sevmiyorsun.”
“Asıl sen beni hiç sevmiyorsun. Devamlı bana kötü davranıyorsun.”

Tertip, düzen algılamasının dünyanın her yerinde aynı olduğu yanılgısı içinde, hem kendimi, hem de zavallı erimi hırpalayıp dururken, hatanın onda olmadığını farketmem biraz zaman aldı. Çevreme şöyle bir baktığımda, özellikle gençlerin benim alıştığımdan çok farklı yaşadıklarını gördüm.

Şöyle ki;

Bir kere evlere ayakkabı ile giriyorlar. Bu konu ile ilgili yaygın inanışın tersine, “adamların sokakları temiz” falan da değil. Belki inanmayacaksınız ama Almanya’da da yağmur yağdığında yollar çamur oluyor. İşte o çamur, içkiyi fazla kaçıranların duvar diplerine bıraktıkları akşam yemekleri ve yolları mayın tarlasına çeviren, bastığınız zaman size ayakkabınızı çöpe atmakla temizlemek arasında gelgitler yaşatan köpek pislikleri ile karışıyor. Neredeyse her evde bir köpek var, ama hayvan en doğal ihtiyacını giderdikten sonra arkasına bakan sahip pek yok. Buna rağmen ayakkabıyla girdikleri evlerini sık sık temizleyip, dezenfekte ettiklerini falan sanıyorsanız, fena halde yanılıyorsunuz. Kıllar, kirler yumak olup sağa sola savrulmaya başlayınca evi süpürüp, senede bir kez siliyorlar işte.

Çocuklu olanları, yere düşen emziği yıkamadan bebeklerinin ağzına verdiklerinde, bunun o yavruların direncini arttırdığına inanıyorlar. Kendileri de manavdan aldıkları meyveyi oracıkta yıkamadan yedikleri gibi, evde de mesela taze soğanı haşır huşur toprağıyla salataya doğrayabiliyorlar. Siz de göz göre göre o salatayı yiyemeyeceğiniz için mecburen ızgara et ve patatese yönelip, ertesi gün kabız oluyorsunuz.

Lavaboyu, küveti, tuvaleti temizlemek akıllarına gelmiyor pek. Günde 100 kere sifonu çekiyorlar ya, daha ne yapsınlar canım? Sağa sola sıçrayanlar dekor... İşin garip tarafı, umumi tuvaletlerin her daim tertemiz olması. Anlayan beri gelsin yani...

Ortalık toplamak, toz almak, cam silmek falan, hepsi gereksiz etkinlikler. Arkalarını dönene kadar tozun yine heryeri kapladığını söylüyor, cam silerlerse yağmur yağmasından çekiniyorlar. Zaten öyle toz bezi, cam bezi, mutfak bezi, kurulama bezi ayırımları da yok. Yüz havlusu, banyo havlusu, ayak havlusu ayırımlarının olmadığı gibi. Havluların, çarşafların, nevresimlerin kirlenmediğine inanıyorlar. O yüzden çok sık değiştirmiyorlar.

Türkiye’ye tatile geldiklerinde, lokantada bir çatal iyi yıkanmamış olsa kıyametleri koparanlar, kendi evlerinde lavaboyu deterjanlı suyla doldurup, tabağı çanağı batırıp çıkarıp, sabunlu sabunlu kuruluyorlar. Adetleri öyle. Sorduğunuz zaman da neden şaşırdığınıza şaşırıyor, “Eh, kanser?” dediğinizde “Birşey olmaz” diyorlar. Barlarda da bardaklar aynı usülle yıkandığından, ya deterjan, ya da uzun süre yaş kalmış kurulama bezi aromalı içiyorsunuz içkinizi. Şifa niyetine.

Örneklerin sonu yok... Özetle farklıyız... Hem de dağlar kadar...

Hal böyle iken, böylesine ayrı dünyalardan gelen kocamla benim, “senin düzenin, benim düzenim” diye birbirimizi gırtlaklamadan bugünlere gelmiş olmamız bile bir mucize...

Kaldı ki, başladığımız noktayla şu anda bulunduğumuz noktayı kıyasladığım zaman, onun gösterdiği çabayı takdir etmemek mümkün değil. Haksızlık ediyorum galiba... Bulmuşum pırlanta gibi adamı, “Çoraplarını sağa sola atma” diye hayatını karartıyorum.

Halbuki o değil miydi daha geçen gün, buzdolabının üzerine birşeyler koyarken “Aaa buzdolabının üstü ne kadar tozlu, şuradan bezi verir misin hayatım?” diyen? Şimdi sıra bende. Ben de onu mutlu edecek birşeyler yapmalıyım. Evlilik de bu demek değil mi zaten? O bir adım attıysa ben ona koşarak gitmeliyim.

Buldum!

Yarın ona bir sürpriz yapacağım. Evi darmadağın edeceğim.


(*) İngilizce “to hide” fiili, “saklamak, saklanmak” anlamlarına geliyor.

 
Toplam blog
: 81
: 1521
Kayıt tarihi
: 04.07.06
 
 

Kişinin kendini anlatması zor. Her şeyden birazım, her şeyim yarım.   ..