Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Haziran '09

 
Kategori
Felsefe
 

Evlilik ya da sürekli birliktelik midir aşkın katili… III

Evlilik ya da sürekli birliktelik midir aşkın katili… III
 

Biraz görme, biraz duyma... Bilmezliğin masumiyetine sığın... geçinmekse niyetin...


Evlilik ya da sürekli birliktelik midir aşkın katili… Bölüm III

Genler, genetik, ırsiyet de önemli etkenlerdir çiftlerin yaşamını şekillendirmede.
Zamanı geldiğinde vücudun biyolojik saati işlemeye başlar.
Bir bakarsın benler artar, kahverengi lekeler belirir, saçlar renk değiştirir..

Bu biyolojik saat duygularda da etkisini gösterir zamanı geldiğinde.
Sevdiğini sevmez, yediğini yemez, istediğini istemez hale gelmeye başlarsın.
Huyun, suyun değişmiştir. Bu değişim karşıdakinde de olur elbet.

Sonuçta bir bakarsın ki hiçbir ortak tarafı olmayan iki insan çıkmış ortaya.
Ve hayretle bakmaktalar birbirlerine, bir zamanlar ben bunda ne bulmuşum, neyinle anlaşmışım, yıldızım nasıl uyuşmuş ya da neyinden elektrik almışım diye…
Ama şimdi ki ben de, o zaman ki ben miyim diye düşünülmez bile…
Yoğurdumuz kara değildir ya…
Sonuç malum “gereği düşünüldü… şiddetli geçimsizlik…”, halbuki bir zamanlar da şiddetli geçimlilik nedeniyle çıkılmıştı bir başka memurun önüne…

Bünyedeki değişme ve diğer dış etkiler sonucu; iki gözün, iki kulağın fazla, dilin uzun, aklın kısa gelmeye başladığı bir dönemdir bu dönem...
Bu nedenle fazlalıkların birini kullanmamakta yarar vardır.

Her şeyi görme, her şeyi duyma, her şeyi sorma… Hatta söyle burnuna, sokulmasın her şeye…
Üç maymun heykelini al koy baş köşeye, hakikaten atalarımız bunlarmış galiba bak ne kadar akıllılarmış, geçinmenin yolunu evrimden önce de biliyorlarmış diyerek…
Tabi geçinmeye niyetin varsa…

Bir de hassas dönemleri unutma…
Alınganlık üst noktada, kırılganlık dorukta, yanlış anlama ise zirvededir bu dönemde.
İşte gerçekten de birinin değneğini severek saklaması gereken tehlikeli dönemdir yaşanan…

Bu dönemlerin ilacı, pek yaranamasanız bile, anlayıştır, şefkattir, sevecenliktir, ilgidir….
Ancak numara yapıp kurtulmaca yok.
Birisi bu duygularını sokaktaki birine naz, niyaz, kapris, eziyet yapıp gideremeyeceğine göre…
Hazırlan bakalım üç beş nöbetine… kolay değil öyle ev bark, aile sahibi olmak…

Doğanın kuralıdır etkinin tepkiyi doğurması.
Üzenin üzülmesi, kıranın kırılması…
Bir yere kadardır tahammül edilmesi…
Israrla sürdürülmekteyse katlanılması...
ya çaresizliktendir ya da mazoşizmin gelişmesindendir nedeni…

Ancak açıktır, kollananın fırsat olduğu, sıranın kendisine gelmesinde… Hani aşıktı ya bir zamanlar…
Sor bakalım O'na, aşk zannederek yaşadığının ne olduğunu…yapsın da sana, gör neymiş tarifini…

Hani düşünülecekti bir an “nohut oda bakla sofa”da, iki kişilik karyolanın nereye konacağı…
Nerde kaldı, yola çıkarken hayal edilen pembe boyalı panjurlar, kırmızı yanaklı gürbüz çocuklar…
Hiç akla gelmezdi değil mi “bir kedim bile yok” deneceği...

Başlangıçtaki hayaller ile gelinen noktadaki gerçeklerin çarpışması da yaman olur...
Kılıçlar çekilir, kutular açılır, birikenler dökülür, kötüler söylenir…
Bu katliamda telef olan âşıklardır, aşktır.

Artık başlangıcın ortakları şimdilerin suçlusudur, birbirlerinin yıkılan hayallerinin…
Ve kaçırılmaz hiçbir fırsat, suçlunun cezalandırılmasında… demiştik ya aşk bir tür suçtur diye…
Suç olmaya da devam eder, ancak içeriğini mutasyona uğratarak…
Bu defa da suçlunun infazcısı olmaya soyunmuştur, başlangıcın aceleci aşıkları.

Aşk neden ölür. Şüphesiz her şeyin inişi, çıkışı vardır. Aşkın da öyle.
Önemli olan bu dalgalanmanın kabul edilebilir aralıkta kalmasıdır.
Çok yükselmesi de iyi değildir, alışkanlık yapar da sonra hep o yüksekliği arar.
Rutinliği ise sıradanlaştırır.
Küçük şamatalarla beslemek akılcılıktır aşkı, mutlu birlikteliğe dönüştürmek için.

Duygu yüklü bir jest, bir güzel söz, bir tutam sevgi, birkaç çiçek, saygıda, takdirde cimri olmama, eleştiride aşırıya kaçmama, hoşgörüde, bağışlamada istekli olma, gerektiğinde olgun davranma (çaresizliğin verdiği sahte usluluğa bürünme), kandırmama, yalan söylememe, eşyalaştırmama, başkalaştırmama, ötekileştirmeme…

Keyfin, havan yerinde değilse “yalandan ölen mi var”, gerektiğinde küçük beyaz yalanlar söyle, nasıl olsa çokça yapıyorsun…
“Kan gördüklerinde ağzında, kızılcık şerbeti içtim de”... Belli olmasın “kolunun kırıldığı, yen içinde”..
Bu seni yüceltir bu davranışın.
İlgi çekmek için acındırmaktan medet umma, sana ancak annen acır.
Unutma hiç kimse acınacak insana, acımaktan daha fazlasını veremez.

Tamam bunları yapalım da… bu rol tek taraflı mı? Kesinlikle hayır.
Herkes harcadığı ya da harcadığını sandığı çabanın karşılığını görmek istediği gibi, karşısındakinden de bir o kadar çaba harcamasını bekler.
İlgi göstermeyenin göreceği sadece ilgisizlik olacaktır…

Bu durum tahterevalli gibi karşılıklı işleyen sürece dönüşür...
Kırılganlığı, tek taraflı çabaların ağır basmaya başladığı bu noktada başlar.
Tek taraflı olduğunda birisi aşağıda birisi yükseklerdedir.
Aslında yükseklerde olan durumunu tamamen alçakta olana borçludur.
Yani yüksektekinin yaptığı; diğerini kullanma, sömürme, oyunbozanlık etmedir.
Yeni durumda denge bu seviyesizlik üzerine kuruludur.
Tabi bu dönemin süresi “maymunun gözünü açtığı” veya “seçeneğinin” olduğu kadardır.
Seçeneği yoksa aşağıda kalmaya devam eder bir taraftan da dişlerini bileyerek...

Aşk sevgidir, tutkudur; saygı ister, fedakârlık ister, sürekli can suyu ister, emek, çaba ister.
Kesinlikle kendi kendine var olmaz ve yaşatılmazsa yaşayamaz..
Onu ancak taraflar birlikte yaşatabilir.
Bir kırıldı mı, tamir edise de kırık izi her zaman kalıcı olur... ve en kırılgan noktası hep burası olur...
Aşkı kurtarmak için ise harcanan tek taraflı çabaların adı ve nedeni aşk değil çok daha farklı şeylerdir.

Temel de şu soruya cevap aramalıdır aşkı yaşatmak isteyenler.
“Aşkın ölümünü tetikleyen başlangıç darbesi önce nereden gelir”…
Cevap, “âşıkların kendilerindendir”...

Âşık, “Neden aşık oldum” sorusu sıklıkla sormalıdır kendine,
sorunun alternatifini de unutmayarak, “O bende ne buldu” diye.

Ve bu iki soruya vaktiyle verdikleri cevapların hala var olup olmadığına bakılmalıdır.
Seni aşık edenler ile O’nun sende buldukları hala var ise mesele yok, aşk devam ediyordur.
Ama yoksa, bunun sonucu olan aşkın da olmaması doğaldır.
Niyetiniz varsa, yokları var ederek yeniden ateşlersiniz sönmeden ateşi.
“Yokları” dikkate almayarak, başka şeylerle uğraşarak kurtarmaya çalışırsanız aşkı, bilin ki daha da kötüye gitmektedir sonucu…

Aynaya baktığında ne görmek istiyorsan, ancak onu göster sevdiğine, eşine, arkadaşına, ya da ilgi duyduğuna…
Karşındaki ne annen, ne baban, ne de kardeşindir senin, seni her halinle kabul etme olgunluğunda (seçeneksizliğinde) olan.
Aslında O'nlar dahi, senin yaptığın gibi, devamlı çekici bir şeyler görmek isterler, sende.
“Aman beni seven bu halimle de sevsin” diyenlerin, kastettikleri boş vermişliğe, umursamazlığa, pasaklılığa ancak kan bağı olanlar (anne, baba, kardeş) katlanır, hem de kerhen... o da bir dereceye kadar...

Nasıl ki aynadaki bakımlı halin moralini artırıyor, kendine olan güveni yükseltiyor, hoşuna gidiyorsa bu durumun, sana bakanlarda da bu etki, senden fazla yaşanır.

Unutma kendine güven veremeyen, başkasına hiç veremez.
Kendine güvenini kaybedenlerin ilk kaybedecekleri, sevenlerinin güveni ve ilgisi olacaktır.
Kendisine saygısı olamayanlar, nasıl başkasından saygı bekler.
Zamanın yorgunluğu, bıkkınlığa dönüşmesin sende, “boş ver dağınık kalsın” anlamında..
O zaman seni de boş verip dağınık bırakırlar.

Temizlik de en önemli göstergesidir saygının.
Taraflardan birisi tiryakiyse, nasıl beklenir diğerinin kül tablası koklamaktan hoşlanması…
Zaman olur belki bir şey veremeyebilirsin ama hiç değilse olanı korumalısın….

Özetle aşk çaba ister. Ancak çabalayarak yaşatılır.
Çaba verilmezse giderek değersizleşen anılara dönüşür.
Anıların değerli olması, sadece bulunmakta olduğun anda verdiğin değer kadardır.
“Verenin sevgisi kalmazsa en değerli hediyeler bile değersiz kalır” der Hamlet’te Shakespeare….
Aşk da öyle... Aşk bir hediyedir. Tarafların birbirine verdiği…
ve ancak, verenin sevgisi yaşadığı sürece değerli olan hediyedir ...

Bu hediyeleşmede nezaket, saygı, dikkat, özen, içtenlik, karşılık beklememe, üzmeme, kırmama,
zamanında olma, içerik ve anlam kazandırma çok önemlidir.
Tamam "sık dokuyun ama kesinlikle ince elemeyin" ki.. elinizde birşeyler kalsın..
Aslında fırsatıdır yaşadığın her an, karşındakine güzellik yapman da…

Ömür senin, bir atımlık barut misali..
İster kendini yak, ister âlemi…
Yaşanmasaydı bütün bunlar
Olur muydu o sevdiğin çocuklar.

Güzellik ummaktır gerçekte herkesin hayal ettiği..
“Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz” bilinciyle, bir de kuralına uygun oynandı mı aşk oyunu…
O zaman Kanlıca’nın ihtiyarları gibi “… böyle bir zevke bir tek ömür yetmiyor yazık..” dersin ve gerektiğinde fermuar da dikersin göğsüne hep yanımda taşıyayım ya da gelsin girsin içime diye…

Benden bu kadar... Tamam, onuncu köyde devre mülküm var ama…
Umarım artık kızmıyorsunuzdur... taşınmak kolay değil de…
Hem oradakiler de cılkını çıkarmıştır çoktan oranın…
İnsan bu kolay mı anlamak… anı anını tutmuyor ki…

 
Toplam blog
: 193
: 1045
Kayıt tarihi
: 01.08.07
 
 

Bilecik doğumluyum. Emekli Eğitimciyim. Ankara'da ve yazları Kuşadası'nda yaşıyorum Günlük uğraşl..