Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '13

 
Kategori
Deneme
 

Farkındalık ...

Farkındalık ...
 

İş çıkışı, şöyle bir Kızılay’a inip, Yüksel Caddesi'ndeki kitapevlerini dolaşayım da, yeni gelen kitaplara nelermiş bir bakayım istedim. Çok severim kitapları, yenisi eskisi arasında fark gözetmem, yenisini görebilmişsem sevinirim, yeni bir arkadaşla tanışmak gibi gelir bana, eskisi için, Zafer Çarşısı'nın yanındaki eski kitap satanların yerine gitmeyi de ihmal etmem, onlar da tanışmayı bekleyen arkadaşlar gibidir, ihmalkarlığım yüzünden gücenmesinler; espirisini yaparım kendi kendime.

Bulvardan aşağıya doğru yürüyorum, yavaş yavaş, üzerimde bir turist edası; çok seviyorum bu edamı, çok defa gördüğüm yerleri ilk defa görüyor muşum gibi bakmak, yaşadığımız şehrin dokusunu gözlemek güzel geliyor. Yolda değil gözüm açıkcası, başım biraz kalkık, önümdeki insanlar, simitçiler, gelenler geçenlerin yüzlerine değil dükkanlara, binalara, tabelalardaki renk renk, ışıklara bakarak yürüyorum.

Son anda önümde ısrarla duran birini fark etmemle ani bir fren yapmam bir oldu. Gözlerime inanamıyordum, karşımda bana tebessüm eden kişi 30 yıl öncesinden tanıştığımız çok sevdiğim bir arkadaşım. O beni tanımış, şakacı tavrını hiç kaybetmemiş, önüme duru vermişti.

- Murat dedim.

- Evet, Murat ya hayırsız arkadaşım nasılsın?

- Eyvallah kardeşim sen nasılsın, evet, haklısın hayırsızlık konusunda… Gülüştük.

Murat benim tam tamına 30 yıl öncesinde tanıdığım bir insandı, o zamanları, ikimizin de gittiği bir sosyal faaliyet gurubunun üyesiydik. Murat o zamanlar çok yakışıklı, boylu borslu tabiri caiz ise sırım gibi bir delikanlıydı. Kendine has bir karizması vardı, odamızdaki kızların bir çoğu onu beğenirdi. O da farkındaydı ama ama bir tek kızı sevmişti, hem de öyle böyle değil, adını, o zaman da zor hatırlardım, şimdi hiç aklıma gelmiyordu doğrusu, EFSANE olmuşlardı orada, o bilmezdi efsane olduğunu…

Çok güzel günlerdi o günler, tertemizdi. 12 Eylül sonrası çocukları idik bizler, ne sağcıydık ne solcu, ne Kürtlük biliyorduk ne alevi ne Sünni ayrımı vardı aramızda, sonra sonra öğrendim ben o sosyal ortamdaki arkadaşlarımın kiminin kürt olduğunu kimin alevi olduğunu ama bizlerin arasında hiçbir zaman ölçü olmamıştı…

Kız arkadaşlarımız vardı, ve hiç birimizin aklında sosyal faaliyetimizin icrası en iyi yapabilme çabası haricinde; aklına cinsellik düşmezdi. Şimdilerde gay, homoseksüel, metroseksüel ve bilmem neler, bunları o zamanları bilmezdik. Bildiğimiz bir Bülent Ersoy vardı, birde i...e denilenler.

Sarıldık öpüştük Muratla müsait ise Sakarya'daki çay ocaklarından birine oturup hasret giderelim dedim, o da bunu arar bir hali vardı. Yüzü yorulmuş, o dik omuzları, sporcu yapısı gitmişdi. Yine de kötü değil diye düşündüm. Göbeklenmişti hepimiz gibi, artık belirli bir yaşın insanı olmuştuk. Gençleşmiyorduk artık. Göbeklerimiz vardı. Evlenmiştik, çocuk çocuklarımız vardı. Ama Murat’ın durumundaki değişimler onun dışarıdan karizmatik görünen kişiliğinin içinde yumuşak insan hasretli biri olduğunu bilmeyen anlayamacak şeyler var gibiydi.

Sakarya'da oturduk küçük hasır örgülü taburelere, çaylarımızı söyledik.

Murat evlenmiş, boşanmış, çocukları varmış, şimdi tekbaşına kalıyormuş, kimse kalmamış ailesinden.     

Yoksa dedim, kaldım adı …… olan kızın adını söylemeye geldiğinde utandım. Güldü fark etti. Kendi söyledi.

- Hayır onunla evlenmedim dedi.

- Hadi ya dedim.

- Evet dedi, Hani ben amatörü fotoğrafçılık yapıyordum ya dedi.

- Evet dedim. Murat Amatör fotoğraçılık, izcilik gibi sosyal faaliyetleri yakinen takip ediyor hatta Tae kwon Do yapıyordu.

- Hatırlarsın bizim kızın yakın arkadaşlarından ……. Vardı.

- Evet dedim, çok güzel bir kızdı, senin kız arkadaşının ile de çok samimiydiler.

- Eeee dedim.

- O ben karanlık odada çalışıyorken illa ben de geleceğim dedi, ben de gelmesinde bir sakınca görmedim, geldi. Şu böyle mi yapılıyor muş, aaa bu neymiş, bende saf saf anlattım. Ne bileyim bizimkine gidip senin sevgilin bana sarktı diyeceğini, biz bir kapıştık. Böyle bir şey olamayacağını anlatamadım. Onu ne kadar çok sevdiğimi başka bir insana bakmayacağımı ikna edemedim. O da gitti başkası ile evlendi.

- Baba hatun seni o kız yüzünden mi bıraktı yani, kulaklarıma inanamıyordum. Böyle bir şey olamazdı. EFSANE içi boş muymuştu yani…

- Evet dedi Murat, içi buruk…

-  Ben sevmiştim onu o beni sevmemişti. Seven insan mücadele ederdi üstad, çarpardı bir tokat sahip çıkardı sevdasına, insan sevdalısına arka çıkacağı yerde arkadaşının sözüne inanıp terk edilmeyi hak edecek bir şey yapmamıştım. Ama bir Allah biliyordu bir ben ve …… adındaki kız. Bu gerçeği içimden atmak tam 10 yılımı aldı biliyor musun? Ben 10 yıl sonra evlendim. Çocuklarım oldu, dünya güzeli. Gel gelelim o suçluluk duygusunun içimde ektiği düşüncenin farkındalığına varmam çok zaman aldı.

- Hayırdır baba ne farkındalığı.

- Üstad dedi. Ben o olayda yapmadığım şeyden dolayı duyduğum suçluluk duygusu ile yaşadım yıllarca, içimde büyüyüp durmuş meğerse, fark ettiğimde mazimdeki bir çok şeyin sebebi olduğunu anladım. Gerek iş hayatımda, gerek özel hayatımda hep bir şeyi açıklamak, söylemek zorunluluğu istedim. Hep kimse istemeden ben anlattım insanlara, “ben suçsuzum”, “ben aslında…” insanlar bunu kendilerine kullandılar, kendi yaptıklarını dahi bana mal ettiler bende bir mıknatıs misali çektim. Hep içimde o sevgiliye anlatamama duygusunun acısını atma uğruna…

- Geçen sene karşılaştık, o da boşanmış, iki çocuğu varmış, büyütmüş, Allah bağışlasın tabii, çok üzüldüm düzenin bozulduğuna, düzen bozmak güzel değil. Eski günleri yad ettik, ne çok güldük, ne çok kızdık...

- Donmuş kalmıştım diyecek bir şey bulamıyordum. Murat öyle biriydi ki sevince sonuna kadar seven biriydi. O günlerde yaşadığı acıyı anlatmak mümkün değildi. Ve gerçekten yıkılmıştı…

-  Eee oğlum, iyi ya şimdi bir araya gelin dedim. Madem ki hatun da boşa çıkmış sende boştasın dedim. Murat şöyle başını kaldırdı, Ankara'nın temmuz sıcağında, geceye doğru uzanan hafif serinliğinde, gözleri buğulandı ve uzaklara ama çok uzaklara baktığını fark ettim. O kadar uzaklara bakıyordu ki zaman ve mekan yok olduğu belliydi…

- Hayır dedi.

-  Ne hayrı mı? Dedim. Manyak mısın ülen, dedim, dedim ama o gözler oradan dönmedi, çakılı gözlerini çevirmeden dedi ki;

- Eşi evlendiği yıllarda ve sonrasında dövmüş, hakaret etmiş, kız bitmiş üstad ve ben ona bir mektup yazdım. Yazdım ama göndermedim. Niye mi? yazdığım mektup da fark ettim ki, ben ona eziyet edecektim. O suçluluk duygusu, o farkına varmadığım, yüreğimde çakılı kalan ve beni bugüne kadar takip eden o anlatama duygusunun ızdırabı… dedi durdu. Yazdığım mektubu tekrar tekrar okudum ve fark ettim ki; bu duygunun hissettirdiklerinin acısını ondan çıkaracaktım, yılların içinden gelip geçen o zamanın intikamını almak duygusunun acımasızlığını, suçlayıcılığını fark ettim yazdıklarımda ve yırttım attım. Önemli olan bunun farkındalığına varmaktı. Hiç bir şey tesadüf değildir diyordu bir duvar yazısında, haklıydı hiçbir şey tesadüf değildi. Beni zehirleyen bu anlatamama duygusuyla yüz yüze gelmiştim. Ve gerçekten geçmişimi bakıyorum, boşanma nedenime bakıyorum, bu duyguyla karşılaşmamış olmam yatıyordu. “Ben yapmadım…” dediğimde karşımdakinin bana inanmadığını bilmek. Bu çok acıydı.

-         Artık benim için güzel bir anıdan öte geçmeyecek bir farkındalık oldu. Allahın selameti başının üzerinde olsun…

- Üzülmeli miyim, yoksa sevinmeli miyim anlamış değilim dedim?

-  Sevinmelisin dedi, her yaşanılan şeyin insanın farkındalığına bir katkı sağladığını sende fark et, yaşamı farkındalığınla güzelleştir. Fakat sır şu ki kendine dürüst olacaksın. Ben kendime dürüst olmasaydım ve senin dediğin gibi bir araya gelseydik eğer, o zaman o kıza o acıyı bana yaşattığı için acı çektirecektim. Yeteri kadar acı çekmişiz ikimizde, o öyle korkular içinde yaşıyor ki, hiçbir zaman kendi olamayacak kadar bitmiş. Onu böyle bir durumda görmeyi tasavvur dahi etmemiştim. Aklıma gelmişken, Platon der ki; zulme boyun eğenler, bir zaman sonra zulm etmeyi doğal kabul ederler. Ve bir araya gelip ben eskisi gibi ona sarılsaydım, o bana zulm edecekti, yaşadıklarını kanıksamıştı artık, farkındalığı yoktu. Velasılı Kelam, her şey yerli yerinde kalmalı kardeşim. Hayata böyle devam edilecek, bundan önce nasılsa öyle, ama her olayı ilk önce değerleyecek, ve kendine şunu söyleyeceksin, bu boşuna karşıma çıkmıyor…

Sustu, konuşma sohbet sustu, bu sohbet yaşanılmışlıkların bir çıkarı mıydı, bedel ödenmişti, neden, niye, nasıl, kim, nasıl diye sormanın anlamı yoktu. Zaman hepsini öğütmüştü, kalan farkındalık kalmıştı. Murat için sevindim, farkındalığı onu daha da olgunlaştırmıştı.

Kalkma zamanı gelmişti artık, çayları ödedik, öpüştük, sarıldık. Ve ayrıldık farklı yönlere, hayatın farkındalığının içine…

 

          

           

 
Toplam blog
: 11
: 628
Kayıt tarihi
: 12.11.10
 
 

Denemeler deniyorum, yazı yazmayı denemek istiyorum. Edebiyat ile ciddi anlamda ilgilenemedim, ço..