Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ekim '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Faşizm nerede başlar?

Faşizm nerede başlar?
 

Biliyorum, bilenler hemen yanıtı verdiler başlığa bakar bakmaz. Bilmeyenlerin bir kısmı tedirgin gözlerle bakıp başlığa irkilirken, bir kısmı sorunun yanıtını aramak için satırlara daldılar hemen.

Dünya üzerindeki diktatörlere bir göz attığımızda, hemen hepsinin demokrasi söylemleriyle gelip, ilkin demokrasiyi ortadan kaldırdıklarını görürüz. En klasik örnek için bakınız Hitler! Üstün ırkı yaratma sevdasıyla ve demokrasi söylemleriyle sandıktan çıkan Hitler, araç olarak gördüğü demokrasiyi yok ederek başlamadı mı işe?

Bu demokrasi dedikleri ne menem bir şeyse, bizim topraklara hiç uğramadı bir türlü. Hani havasından mıdır memleketin suyundan mı bilinmez; dünya üzerinde ne kadar antidemokratik uygulama varsa, tek bizim coğrafyada görüldü sanki.

Hıristiyan memleketlerinde yaşayan herhangi bir Radikal İslamcı Türk’ün, o memleketin yasalarına karşı ayaklandığını duymadım ben mesela henüz. Kiliseden yayılan çan seslerinin altında önünden geçen yarı çıplak ‘gâvur karıları’, hiç rahatsız etmedi mesela onları. Ama hepsi de, Cuma namazı çıkışlarında o gâvur memleketlerde, buradaki antidemokratik rejimi protesto ederek yaktılar bayrakları, kuklaları başörtüsü için.

Kapitalist memleketlerde yaşayıp da, çokuluslu emperyalist şirketleri protesto eden, gâvurun fabrikalarında çalışıp sermayeyi daha da zengin eden proleterler adına tek bir kelam eden sosyalist Türk görmüş olanınız var mı? O kapitalist memleketin lüks restoranlarında Bordeaux Şarabı içerek Türkiye’deki işçi sınıfı için hayıflanan, buradaki antidemokratik rejimin değişmesi için gerekli çalışmaları yapanların kaç tanesi, aynı şeyi o memleket için de düşündü?

Kilometrelerce öteden, dağların, okyanusların ardından yürütülen mücadele, hep, buradaki demokrasiyi hayata geçirebilmek içindi.

Oysaki demokrasi dünya yüzeyine hiç inmedi aslında. Yani kafalarımızda oluşturduğumuz o ‘derin hoşgörü ve saygı’ ortamı hiç olmadı. Kendi kendini korumaya almak için, karşı çıktığı savaş olgusunu kullanan bir sistem, tam olarak nerede eşitler hepimizi? Tanımlamaya çalıştığımızda bile bocalıyoruz çoğu kez; çünkü hayata baktığınız pencereye bağlı olarak değişiyor demokrasinin tanımı da. Biri diyor ki mesela, “Demokrasi demek efendime söyleyeyim, benim başörtüsüyle kamusal alana girebilmemdir. İnancımdan ötürü elimden alınmamasıdır yaşam hakkımın!” Bir başkası daha farklı bir tanım buluyor sonra; “Demokrasi” diyor, “Demokrasi, yazdığım yazıdan dolayı hapse atılmamamdır.”

Gücü elinde bulunduranların koyduğu kurallara, sindirilmişlerin de uyması ve saygı göstermesi zorunluluğuna demokrasi denir! Buyrun bakalım; bu da benim tanımım. Zira bizim memleket de dâhil olmak üzere bilumum dünya ülkelerine baktığınızda, herkes tarafından kabul görmüş bir yönetim anlayışı kurulamadı şimdiye dek ve kurulması da mümkün görünmüyor. Zira çeşitli düşünce ve yaşam modelleri sunduğu müddetçe insanoğlu, bu düşünce ve inanç sistemleri çatışıyor bir yerden sonra ister istemez.

Bakmayınız siz Batı ellerinde güllük gülistanlık bir tablo varmış izlenimi çizildiğine. Ki orası da çatırdamaya başladı yeniden. Farz-ı misal Fransa! Ermeni soykırımını tanımayı ve kamusal alanda başörtüsü takmayı suç saymadı mı parlamento? Sosyal Güvenlik Yasası nedeniyle sokaklara dökülmedi mi üniversiteli gençler? Ki 1789’un birlikte anıldığı memlekettir kendileri! Almanya kaldırmadı mı işsizlik sigortası ödemelerini?

Yerkabuğu döndüğü müddetçe var olmaya devam edecek, farklı düşünce, inanç ve yaşam modelleri. Ve var olduğu sürece bu denli farklılık, kaçınılmaz olacak bunca terör, savaş ve gözyaşı; hep bu bildiğimiz metotlara giderse şayet.

Belli ki değişmesi gerekiyor şimdiye dek peşinden sürüklenip gittiğimiz tüm sistemlerin. Tahammülsüzlük üzerine kurulmuş, ‘ötekini’ yok etmeyi amaçlayan, kendinden olmayana yaşam hakkı vermeyen tüm öğretileri değiştirmemiz, yerlerine yenilerini koymamız gerekiyor. Öğrenmemiz gerekiyor pekâlâ birlikte yaşanabileceğini. Sanmayınız ki ütopyalardan bahsediyorum. İnsanoğlu şuracığında bir bebek altı ucu evrende. Parmaklarının ucuyla destek aldığı yerkabuğundan doğrularak ayağa, dengede durmayı öğrenmeye çalışıyor. Öyle ya da böyle öğrenecektir de birbirlerini öldürerek bir yere varılamayacağını.

İşte bu nedenle değişmesi gerekiyor mevcut tüm sistemlerin ve öğretilerin. Tahammülsüzlüğü kaldırıp, hoşgörüyü koyması gerekiyor insanoğlunun tüm kitaplara. Nefret üzerine kurulu tüm öğretileri reddedip, sevgi temellerine oturtması gerekiyor modellerini.

Ama işte bunun için de önce kendimizden başlamamız gerekiyor. Kendimizin yaşama biçimini gözden geçirip, törpülememiz gerekiyor üstümüzden sarkan vahşi etlerimizi. Hemen yanımızda durana baktığımızda, ‘bizden’ olmadığı için hortlamasına engel olmamız gerekiyor içimizdeki katilin. Önce yanımızda durandan duyduğumuz nefretten vazgeçmemiz gerekiyor. Çünkü diyor ki elin gâvur Ingeborg Bachmann’ı: “Faşizm iki kişi arasındaki ilişkide başlar”

 
Toplam blog
: 70
: 1618
Kayıt tarihi
: 23.07.06
 
 

Milliyet Blog'un ilk yazarlarındanım. Uzun yıllar gazetecilik yaptım, sonra bir sabah uyandım ki ..