Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mayıs '12

 
Kategori
Futbol
 

Fenerbahçe Krizi yönetemedi ve Kupayı Galatasaray'a hediye etti

Fenerbahçe Krizi yönetemedi ve Kupayı Galatasaray'a hediye etti
 

Ezeli rekabetin tadı bu olsa gerek... Kendi sahamızda rakibe şampiyonluk sunmak...


Basında "yüzyılın finali" olarak adlandırılan kritik bir kader maçında, ezeli rakibiyle Saracoğlu Stadındaki mücadeleden yenilmeyerek galip çıkan ve şampiyonluğa uzanan takım Galatasaray oldu. Tebrikler...

*****

54 yıl sonra Galatasaray'la Fenerbahçe'nin kaderi Türkiye Ligi finalinde bir kez daha kesişti. Böylece Sarı kırmızılılar belki de rövanşı almış oldular.

Bu yıl 54. sezonunu yaşayan Süper Lig'in ilk sezonu, 1959 yılında oynanmıştı. O güne kadar takımlar sadece bulundukları şehirlerde kendi aralarında müsabakalar düzenlerlerdi. Ve her yıl sadece İstanbul'un, Ankara'nın, İzmir'in birincileri olurdu.

Futbolu ülkenin her yerine yaymak ve şehir liglerinden bir üst basamağa çıkıp bir "Türkiye Ligi" oluşturmak için sarfedilen çabalar kolay hayata geçirilemedi. Hikayesi uzundur ama kısaca söylemek gerekirse 1959 yılının ilk günlerinde ancak belli bir noktaya gelinebildi.

Bugün başlıyacak yarın başlayacak derken zaman geçiyor, bir an evvel başlaması için gösterilen çabalar hep birileri tarafından engelleniyordu.

Vaktin hayli daralması yüzünden bir sezon daha geride kalmamak için lig iki grup üzerinden düzenlendi. İstanbul'dan 8, Ankara'dan 4 ve İzmir'den de 4 takım lige alındı.

"O alındı da biz niye alınmıyoruz" itirazları uzun süre kamuoyunu meşgul ettiği yetmezmiş gibi, bu sefer "niye biz bu gruba alındık?" itirazları başladı. Gruplar dağıtıldı ve daha sonra yeniden oluşturuldu.

Sonuçta sekizer takımlık iki grup kendi aralarında iki devreli lig usulü ile müsabakalar yapacak, birinci olanlar finalde karşılıklı iki karşılaşmayla şampiyonu belli edeceklerdi.

O zamanlar İstanbul, Ankara ve İzmir'de nizami olarak futbol maçı yapılabilecek birer stad vardı, onlar da zeminleri toprak olan İtanbul'da Mithatpaşa (bugünkü İnönü), Ankara'da 19 Mayıs ve İzmir'de Alsancak stadlarıydı. Diğer şehirlerde nizami stad bile yoktu.

Dolayısıyla aynı şehrin takımları maçlarını hep aynı statta yaparlardı.

50 sene öncesindeki Türkiye'nin futbolseverleri, çileli taraftarları, takımlarını desteklemek için hep aynı stada koşarlardı. Mesela Mithatpaşa Stadı'ınıı trübünleri 3'e bölünmüştü. FB, GS ve BJK taraftarları yanyana kavgasız gürültüsüz maç seyrederlerdi.

Aradan bunca yıl geçtikten sonra, diğer alanlarda hayli mesafe kazanan Türkiye'de taraftarlar nedense daha da ilkelleştiler. Artık yanyana kardeşçe maç seyredemez oldular. Herkesinn kendi stadı olunca rakip takım seyircileri deplasman maçlarından mahrum kaldılar. (Maçtan sonraki olayları düşünmek bile istemiyorum)

Bu serzenişten sonra konumuza geri denelim.

21 Şubat 1959 tarihinde İstanbul'da İstanbulspor-Hacettep maçıyla başlayan o zamanki adıyla "Türkiye 1. Ligi"nin ilk golü, aynı saatlerde başlayan İzmir'deki maçta İzmirsporlu Özcan'ın Beykoz kalecisi Sıtkı'ya 11. dakikada atıldı.

Beyaz grupta Fenerbahçe, Kırmızı grupta Galatasaray oynanan maçlar sonunda birinci olunca şampiyonluk düğümünü çözmek için karşı karşıya geldiler.

10 Haziran 1959 tarihinde oynanan ilk maçta Galatasaray Fenerbahçe'yi 1-0 yendi. Metin Oktay'ın golü filelerden çıktığı için "ağları yırtan gol" olarak isimlendirilmişti. 14 Haziran'da oynanan rövanç maçını ise Fenerbahçe Yüksel, Naci, Mikro Mustafa ve Şeref'in golleriyle 4-0 kazanınca ilk şampiyonluk kupasını müzesine götürdü. (Benim Fenerbahçeli oluşum işte o günlere dayanıyor.)

Gerçi iki ezeli rakip Fenerbahe ve Galatasaray, Türkiye Kupası'ında bugüne kadar 4 kez final oynadılar. Ama ligde bu şekilde şampiyonluğu belirleyecek bir final maçında bundan sonra karşı karşıya gelmediler.

Gerçekten bugünkü gazetelerde yazıldığı gibi, "yüz yılın finali" olarak nitelendirilebilecek bir maçtı bu karşılaşma... Ve Fenerbahçe'nin kazanması gerekiyordu.

Önce şampiyon olabilmek için kazanması gerekiyordu. Çünkü beraberlik halinde bile kupa Galatasaray'ın olacaktı.

Sonra şike söylentileriyle çok zor ve kötü geçen bir sezonda bile, geçen yılki şampiyonluğu bileğinin hakkıyla aldığını ispat edercesine, playofa 5 puan gerisinde girdiği Galatasaray gibi bir rakibi, Arena'da yendikten sonra bir kere daha yenip kupaya uzanarak prestijini kotarabilmek için kazanması gerekiyordu.

Yukarıda demiştik ki, Türkiye Kupası finalinde iki takım 4 kez karşılaştılar. Ne yazık ki bu 4 final maçında da Fenerbahçe kaybetmiş ve kupayı rakibine kaptırmıştı. Hele bunlardan birisi vardı ki, 2004-2005 sezonunda final maçı Kadıköy'de Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda oynanmış ve Galatasaray maçı 5-1 gibi farklı bir skorla kazanarak zaten topu topu Fenerbahçe'nin dört kere kazanabildiği Türkiye Kupası'nı alıp müzesine götürmüştü.

O maç sonunda sahanın ortasına dikilen Galatasaray bayrağı, bütün Fenerbahçeliler'in ciğerine oturmuştu. İşte Fenerbahçe Saraçolu'nda rakibine bir kez daha bu sevinci yaşatmamak için kazanmak zorundaydı.

Galatasaray 13 yıla yakın bir zamandır Saraçoğlu'nda lig maçı kazanamıyor. Şimdi son maçta Fenerbahçe Galatasaray'a yenilip hem bu seriyi bozmamak, hem de şampiyonluğu kaçırmamak için kazanmak zorundaydı.

Fenerbahçe uzun süredir kendi sahasında hiç yenilgi almıyordu. Bu seriyi de ezeli rakibe yenilerek bozmamak ve bu arada kupayı da kaptırmamak için kazanmak zorundaydı.

En önemlisi de bence 2005 2006 sezonunun son gününde, GS Başkanı Adnan Polat'ın "20:45'te şampiyonuz" diyerek psikolojik baskı yaparak, gol averajıyla önde girdiği son haftada Fenerbahçe'nin Denizli'ye takılarak kaybettiği şampiyonluğun rövanşını alması şarttı. İşte bunun için Galatasaray'la oynadığı maçtan sonra 20.45'te şampiyonluğunu ilan edebilmesi için yine kazanmak zorundaydı.

Ama olmadı. 20:45 bir kez daha Galatasaray'a şampiyonluk getirdi.

*****

Dilek ve temennilerimizin aksine Fenerbahçe kendi sahasında ezelî rakibine boyun eğerek, ayağına kadar gelen kısmeti geri tepti. Bunda Fatih Terim''in tecrübesi elbette büyük rol oynadı. Futbolcular da hocalarının taktiğini iyi  uyguladılar. Aykut Hoca'nın acemiliği ne kadar etkili oldu bilmiyorum.

Ancak şunu unutmamak lazım ki, geçmiş senelerde de Fenerbahçe buna benzer kötü sonuçları çok yaşadı. Bu da takımın "final maçlarına uygun" bir yapısı olmadığını gösteriyor sanki.

Çok büyük heyecanlar ve umutlarla girdiğimiz son 90 dakikada sahadan galibiyetle çıkmayı beceremedik ve bir kere daha kendi sahamızdan Galatasaray'ı kupayla uğurladık.

En kötüsü de üçüncü kez Lig şampiyonluğunu son maçta kaçırdık.

Fenerbahçe'nin bu durumunun bile çok başarı sayılabileceğini söyleyenler çıkacaktır. Buna ben de katılıyorum. Ama altın vuruşu yapamayan bir takım büyük takım olamaz. Büyük takım olmanın bir özelliği de finallerde kazanılması gereken maçı kazanmaktır.

Son 90 dakikadaki başarısızlık, bütün bir sezonun bir anlamda boşa geçmesi anlamına gelir.

Gerçi rakip için de tersi olsa aynı durum olacaktı. Ama sonuçta onlar zoru başardılar, bizim sahamızda kupayı sırtlayıp götürdüler.

Bizim umutlarımız yine bir sonraki sezona kaldı.

Artık bu gibi durumlara alıştık mı diyelim, yoksa 3. defa aynı şanssızlığı yaşadık, bundan sonra her şey tersine döner diye teselli mi bulalım bilmiyorum.

Ne yaparsınız ki, biri kazanınca diğerinin kaybetmesi gerekiyor. Bu sefer de şans Galatasaray'a güldü. Fatih Terim'i ve bütün Galatasaraylı oyuncuları, yöneticileri ve taraftarları kutluyorum.

İki takım arasında böylesine bir rekabet yaşanmasa, bu güzellikleri yaşamak da mümkün olmazdı. Bence tam bir centilmenlik içinde bütün sonuçları hepimizin kabullenmesi lâzım. (Maçtan sonra çıkan olayları anlayabilmek mümkün değil). Çünkü bu sadece ezeli bir rekabet değil, aynı zamanda ebedî bir rekabet. Yıllar, yüz yıllar boyunca inşaallah devam edecek.

Sonuçta biz sarı lacivertli renklere gönül vermişiz. Onu Fenerbahçe olduğu için seviyoruz. Sadece kazandığı veya şampiyon olduğu için değil...

İyi ki varsın Fenerbahçe...

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..