Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Eylül '07

 
Kategori
Müzik
 

Fincana kahve koydum gel

Fincana kahve koydum gel
 

Dün akşam Ankara’ da dolunay vardı. Gecenin karanlığına inat aydınlatıyordu her yeri. Loş bir gece armağan etti bize. Dün akşam Ankara’da dolunay vardı. Kocamandı ve hüzünlü bir beyazı vardı. Sanki daldaki elma gibiydi, uzansak koparıp çalabilirdik sanki. Çalardık ama nereye koysak belli ederdi kendini, ele verirdi bizi. Cebimize koyamazdık elma gibi, hüzünlü bir beyazı vardı etrafa yaydığı...

Dün akşam Ankara’da Ezginin Günlüğü vardı. Sonbaharın havasına hava katan bir hüzün çaldı geceye. Hoş bir gece armağan etti bize. Dün akşam Ezginin Günlüğü vardı Ankara’da. Hüzünlü beyazı ile ayla bir olup sarhoş etti geceyi, Ankara’yı ve beni... Çeyrek bir elmaydı sanki. 25 yılını doldurmuş “Çeyrek” olmuştu. Uzansak koparıp çalabilirdik sanki. Çalardık ama nereye koysak belli ederdi kendini, ele verirdi bizi. Cebimize koyamazdık elma gibi, hüzünlü bir sesi vardı sadece yüreklerin duyabileceği... Biz de “Zerdaliler” gibi dalında sevdik Ezginin Günlüğü’nü.

Ay nerde doğsa oradaydık
Dallarda zerdali çiçekleri
Savrulur gider rüzgâr esince
Bütün bir bahar böyle geçti

Anlardım aklından geçenleri
Sustukça konuştuk sanki
Sevdaymış meğer bu içimizde
Yıllardır uyuyan deli
Sessizlik sensin geceleri

Fincana kahve koydum gel, ah
Bugün şeytana uydum gel
Ay doğdu dağın üstünden, aman aman
Dallarda beyaz çiçekler

Dayandım gecenin karasına
Artık kimse kıramaz beni
O kül gibi deniz o sessiz kız
Kayıp bir sandala binip gitti

Ne sen söyledin derdini
Ne ben sevdiğime inandım
Unut geçen eski günleri
Bunca yıl sonra nasılsın?

Öyle bir şey ki bu, kolay anlatamam. Ezginin Günlüğü’nü satırlara sığdıramam. Kendi kelimelerinden yardım alarak yapabilirim belki. Sana nasıl bulsam nasıl bilsem... Nasıl etsem nasıl yapsam da... Meydanlarda bağırsam, sokak başlarında sazımı çalsam... Anlatsam şu Ezginin Günlüğü’nü sana. Bir gün dinlersen onları, dinlersen ezginin yolculuğunu, eve vardığın duygusunu hissedersin. Hani aylarca başka bir şehirde evinden uzaktasındır. Ama yaşadığın şehir de arkandan gelmiştir, bırakmamıştır peşini. Evinden çok uzaklarda, düş satarken bulursun kendini ve aldanıpta düşün içine girersin bazen sen de! Anlarsın ki, yeni bir ülke bulamayacaksın, başka bir deniz bulamayacaksın. Başka bir şey ummamaya başladığın an, eve dönüş yolu başlar. Yollar, yollar boyu gidersin ve ulaşırsın bir gece vakti düşler sokağına... Ve geceler gelip de dayanınca kapına, mutlu olmak varken bu dünyada, sen acılarınla sarmaş dolaş, düşünde koyun koyuna... Anlarsın ki mutlu olmak varken bu dünyada, sen martı oluvermişsin göklerde... Ama kanatsız kuş olmak zordur, denize varmayan ırmak olmak zor... Martıyla anlaşma imzalarsın. Kabul eder o da. Gözün olup görmeyi, gökyüzün olup sarmayı, yavru kuşun olup uçmayı ve kanadın olup geçmeyi kabul eder. Bırak uyusun şu deniz kanatlarının altında... Gel gezmelere gidelim biz bulutların asfaltında... Hiç yaşamamışız gibi olacak sonunda... Ben kendi yoluma gideceğim güneş kendi yoluna... Evine bırakır martı seni bu kandırmacayla. Kanadından bir tüy bırakarak. Evindesindir artık. Dinlersen bir gün Ezginin Günlüğü’nü, içinde bir sen bulursun büyümüş, anlamış ve yorgun.

Ezginin Günlüğü’nü nerede dinlesen dinle, evindesindir hissi gelir konar içine... Yaslarsın başını annenin dizine. Annen cevabını verir, senin arayıp arayıp bulamayışlarınla geri dönüşlerine; “Sevdadandır, sevdadandır... Aldırma, aldırma gel yanıma”

Çıkarırsın üstündekileri, makyajını temizlersin. Aynada kendini görürsün.

Şimdi ben oldum yeniden
Kaçıncı kez yitirdiğim bulduğum
Kardeşim kadar eski bir sokakta seni gördüm

Anladım artık beyaz bir vapurdur aşk
Makine dairesinde söylemediğimiz sözler
Uyutmaz yolcuları sabaha kadar

Seni mi gördüm, çözüldüm geçmiş gibi
Bir karanfil açmış gibi yakamda
Kokladım yalnızlığımı, acıdım kendime sana
Zamanın üzümleri hep şarap olmuş

İlk aşkım deli aşkım bana çare bul, kendine çare bul
Bağlandı elim kolum neyleyim
İlk aşkım deli aşkım bana çare bul, kendine çare bul
Gel çöz beni azat et benden
Bu dünya naylon, anlamak güç
Bırak yıkasın içimizi geçmiş.

İlk aşkında arasın her zaman çareyi. Ondan sonraki her bitiş yine ona götürür seni. O gitmeseydi, dönülmez yollara girip de el olmasaydı, akşam vakti saran hüzünlerde kalbin yangın yerine döndüğünde yine kurtarılmak için çağırdığın kişi kendi katilin, ilk aşkındır her zaman. İlk aşkında ararsın her zaman çareyi... Dün akşam biz de istedik ama Nadir Göktürk kulağımıza eğilip dedi ki; “İlk Aşk”ı istemeyin son aşkınızı bekleyin. Ben mesajı aldım. Yanlış şeyin peşinden koşarsan doğruya ulaşamazsın. Elinden kayıp giden balığın arkasından gitme dedi bana. Bırak onu denize. Ama Oya hala ilk aşk, ilk aşk, ilk aşk diye bağırıyordu. Aşk hiç biter mi diyordu. Nadir Üstad, Oya’ya bakıp gülümsüyordu. Daha çok yol vardı yürüyeceği, anlayacaktı bir gün o da her şeyi... Kendini gemi sandı, küçücük gemi, sulara attın şimdi kendini, delisin! Ama sonra Eylem Atmaca(zarif, ince ve çok hoş bir bayan, sesi mi kendisi mi daha güzel karar veremedim), yan flüt çalan arkadaşın yeni katıldığını ve o parçaya çalışmadığı söyledi. Konser bittikten sonra Oya, yan flütçü arkadaşa “İlk Aşk” a çalış, dedi. Yan flütçü olandan bitenden habersiz olarak o sırada ne düşündü bilmiyorum ama “ O kadar çok parça var ki...” dedi. Aslında bu özetiydi Ezginin Günlüğü’nün. Yeni katıldığı eşsiz gruba dahil olarak, bilmeden bir yazının da son cümlesini söyledi.

Hüsnü Arkan sahneden inerken yardımımı istedi. Elini ver, dedi. Uzattım kırgın bir şekilde. Neden kırgın olduğumu kendisi bilir sanırım. "Çeyrek" albümünde, “Ebruli”yi benim söylemem gerekiyordu. Biliyor olmalıydı bu küçük işlere benim baktığımı. Biliyor olmalıydı uyanıp gece yarısı, yoktan sevda yaptığımı, dilsizlerin bana danıştığını ve kelebeklerin aklını benden aldığını... O yüzden kırgın bir şekilde uzattım elimi.

Eve dönüş yolunda “Leyla” olmuştum sanki, uyuyunca geçer sandım, ama sabah hala söylüyordum;

Bir sabah çıksam kaybolsam
Dönmesem kalsam anılarda
Belki bir sevda türküsünde vurulurdum
Gel künyemi al dağlardan

Aşk nedir söyle kayboldum
Belki bir düşte unutulmak
Her sabah bir dev masalında uyanınca
Hep çocuk kalmak, kurtulmak

Kar yağıyor bu gece, öyle beyaz ki şehir
Anlamak bir ömür sürer, hayat niye kirlenir
Karlı bir gece sen buldun
Kaldırımlarda kalbimi
Al götür rüzgârlara savur, hadi durma
Ver benim eski yarimi

Ben kimim söyle kayboldum
Dönmedim kaldım anılarda
Her sabah bir çöl masalında uyanırdım
Belki de yanlış bir Leyla.

Eksik bir şey bırakmamışımdır umarım. Eksik bir şey kalmamıştır inşallah, en sonunda aşkı bulmak gibi tatlı bir histir yaşattığı. Terliklerle yanına çekinmeden gidebilecek kadar samimi... Bir dinleseniz Ezginin Günlüğü’nü...

O kadar çok parça var ki...

 
Toplam blog
: 73
: 5913
Kayıt tarihi
: 06.09.06
 
 

Yılın en uzun gecesinde doğmuşum. Bu yüzden midir bilinmez ruhlarımızın özgür kaldığı geceleri se..