Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Şubat '07

 
Kategori
Futbol
 

Futbol fena halde aşka benzer

Futbol fena halde aşka benzer
 

Ada futbolunun efsanevi temsilcilerinden Sir Bobby Charlton 1966 yılında kendisi ile yapılan bir söyleşide : “Bazıları benim gibi profesyonel oyuncuların, futbol köleleri olarak tanımlanması gerektiğini söylüyor. Eğer bu bir kölelikse, ben ömür boyu köle kalabilirim.” şeklindeki görüşleriyle içinde yaşattığı futbol sevgisini dışa vurmuş. Modern çağın insanoğluna getirdiği yaşam kalitesi ve kolaylığıyla ne yazık ki girift bir halde bulunan stres ve plaza hastalıkları, bugün dahi futbolun ve futbol sevgisinin bir antijen olarak değerlendirilebileceğini gözler önüne seriyor. Özellikle toplumun erkek kesimi içinde hayatın kendisine getirdikleriyle stattaki yerini alan ve tribünlerden koro halinde aynı hayata isyanını takım ambalajlarında haykıran örnekler azımsanmayacak kadar fazla. Bu cümleyi okurken bir yandan da alışılmış “Ah şu kadınlar! Ne onlarla ne onlarsız olmuyor!” serzenişi düşünce koridorlarınızda yankılandı mı bilemiyorum. Fakat neresinden bakarsanız bakın futbol ve taraftarlık fena halde aşka benziyor.

Bugünün taraftarları genç ya da yaşlı, buluşacakları gün heyecandan ellerini terleten en son kadın kimdi hatırlıyorlar mı acaba? Tıpkı stat atmosferinde saatine bakıp, derbinin başlamasına on dakika kaldığını gören futbolseverin ellerinin terlediği gibi. Ya da şu açıdan bakalım, taraftar takımının attığı dördüncü golden sonra skorboarda baktığı gibi bakıyorsa bir çift göze, aşk denen şey o an orada tanımlanıyor demektir, sessiz sedasız...

Tansiyonunu yükselten kadınla randevusu olan taraftar, tıpkı maça giderken yaptığı gibi özene bezene hazırlıyorsa giyeceklerini, takımının marşı gibi bir de “ikimizin şarkısı” dediği bir melodi varsa dilinin ucunda, işte o taraftarın ayakları yere basmıyor demektir ilişmeyin hiç... Bir başkasının gölgesi ilişkinin üzerine düştüğünde nasıl hırçınlaşıyorsa sevenler, puan durumuna gölge düşünce de öyle hırçınlaşır futbolseverler. “Bir şarkısın sen” iki anlama gelir tribünlerde... Taraftar bir yandan omuz hizasında açtığı atkısıyla takımına destek veriyorken, bir yandan da ses tellerinden birazını sevdiği için yırtıyordur mutlaka. Sebepsiz sevmek en kabul gören argümandır taraftarlıkta da, gerçek aşkta da. Mantık evliliği nasıl “aşk” olarak adlandırılamazsa, yalnız seyirci olmak da taraftarlık olarak tanımlanamaz tribün raconunda. Ve taraftar tuttuğu takıma nasıl hayat boyu sadık kalıyorsa, öylesine bir saygı duyar gerçek aşkına...

Taraftarlığı maça gidip taşkınlık yapmak olarak algılayanlara inat ve futbolu 22 kişinin top peşinden koştuğu anlamsız bir oyun sayanlara isyanla döşelidir gerçek futbolseverliğe çıkan yollar. Ve bir takımı sevmek bir kadını sevmek gibidir çoğu zaman... Mantık aramadan, sebep sormadan... Nasıl dudağın üzerindeki bir bene vurulup düşebiliyorsa insanlar, renk aşkı da insanı aynı yerden yakalar. Kimseye hesap vermeksizin sevmek, hesap veremeyişten değildir elbette. Çünkü seven emindir alacaklı çıkacağından... Taraftar susuyorsa, bilin ki içindeki fırtınadan... Ruhunu kaplayan fırtınaya dalgakıranlık yapan kocaman bir kalbi vardır sevenlerin. Bunu bir kadınlar bilir, bir de statta oturup hüngür hüngür ağlayan...

Herkes kendi içerisinde aşka farklı bir tanım yapabilir elbette. Bugün futbolla kotardığım bir aşk tanımını önünüze koyarken niyetim, aşka duyulan saygıyı biraz olsun futbolseverlere de yansıtabilmek. Ve ufacık bir şeyi hatırlatabilmek;

Renkler sarı-lacivert, siyah-beyaz, sarı-kırmızı olsa da kalplerdeki aşk hep aynı... Sevgili dostum sen ne kadar seviyorsan takımını, senin nefret ettiğin renklerin aşığı da öylesine kalpten destekliyor o formayı...

 
Toplam blog
: 235
: 717
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Yazar 1976 yılında İstanbul'da doğdu. Tüm eğitim ve öğretim hayatını burada tamamlayarak, 1999 yı..