Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Şubat '14

 
Kategori
Tiyatro
 

Galataperform iz oyunu hakkında

Dün gece (8 Şubat) saat 10 civarında Galataperform’dan dördümüzün de beğenerek, etkilenerek çıktığı İz oyunu hakkındaki bombayı bloğumda paylaşacağım dediğimde, arkadaşlarım  ‘hayır paylaşma, n’olur!’ diye atıldılar. Çölde açmış nadir ve narin bir çiçeği kavurucu güneşe mazur bırakıp yok edecekmişim gibi korkmalarını anlamıyor değildim. En nihayetinde aynı gece internet yasaklarına itiraz eden insanlar, eğlence için Taksim çevresini doldurmuş kalabalığın arasında polisle mücadele etmek zorunda kalıyordu. O sansürü getirecek zihniyet, neden bu oyunu da sansürlemesin diye düşünüyorlardı belli ki. Yine de yazmaya karar verdim. Her şeyden önce şu andaki yasaların izin vermediği bir şeyi yapmıyor olacaklarından neredeyse eminim. Yani İz, bir ispiyoncu çıkıncaya kadar küçük ve aydın bir çevreye seslenecek bir oyun olarak tasarlanmış olamaz.

Bir şekilde daha önce beğenmediğim iki tiyatro oyunu hakkında yazdıklarım tahminimden daha çok okunmuş gibi görünüyor (1, 2) . Artık yeni oyunlar, filmler ve kitaplar hakkında düşünüp taşındığını anlatan yazı aramaya kalktığımızda, karşımıza hep reklam; veya Amazon gibi pazarlandıkları sayfalar çıkıyor; ya da kısa yorumlar. İnsanlar üzerinde neden o etkiyi bırakmışı anlayamıyoruz. Tabii topu topu 40—50 kişinin (belki daha bile az) izlediği bu alternatif tiyatro sonlanıncaya kadar kaç kişiye ulaşabiliyordur? Hadi masrafı az bir yapım diyelim, yani belki az biraz kâr da etsinler. Ben diziler devrinde bu tür oyunlara emek verenlerin etkisi bu kadar sınırlı bir alanda kalacak oyunlara verdikleri emeğe saygı duysam da hayret etmiyor değilim. Belki bu ekip de eninde sonunda dizi dünyasına akmaya çalışacaktır; ya da zaten çalışıyordur.

İz toplam yedi oyuncuyla, aynı evde (Tarlabaşı’ndaymış) üç farklı zaman dilimini bize aynı anda gösteriyor. 1955 6-7 Eylül’ün hemen öncesinde iki Rum kızkardeş; 1980 darbesinin hemen sonrasında oraya sığınmış politik bir kaçak ve Karadenizli evsahibi ve bir travesti ile ona iPhone veren Kürt sevgilisi (son sahnede memleketinden kan davası için kaçıp gelen emmi oğlu), aynı anda sahnede ilişkilerini yaşıyorlar. Olsa olsa aralarında zaman deliklerinden kaçan bir ruh teması oluyordur. Sahne evin salonunu gösterirken, göremediğimiz balkon ve yatak odasında olanları sahnenin üstüne asılmış monitörlerden izliyoruz. Aynı monitörler salondaki dolapların içinden salonun nasıl göründüğünü de yansıtıyor zaman zaman. Dolayısıyla ayrı zaman dilimlerinin sanki farklı negatiflerin üst üste çıkması gibi aynı sahneye oturtulması aslında çoğu okumuş insanın aşina olduğu öyküleri takip etmeyi dinamik hale getiriyor. Öykülerin ortak teması ise toplumsal mutsuzluklar ve şiddet, üç aşağı beş yukarı her  30 yılda bir başka güçsüzlere denk geliyor ve onları eziyor. Her üç öykünün dramatik sonları aynı ana çakışınca da izleyici bayağı bir duyguları ayaklanmış bir halde sahnenin içinden geçerek binayı terkediyor.

Benim anlamadığım ve eksik bulduğum noktalar oldu. Örneğin Rum kızkardeşler birbiriyle Rum aksanlı Türkçe ile konuşuyorlardı. Hani Türklerle konuşuyor olsalar anlayabileceğim bir durum; ama öbür türlüsünde Atina aksanı ile konuşmazlardı demeye getiriliyor olabilir mi? Zorluyorum, tabii ki izleyiciye bence basit bir numara bu. Giysiler ve saç stilinden de emin değilim. Ben 40’lar mı 60’lar mı dedim 6—7 Eylül dönemi olduğu anlaşılıncaya dek. Düşük bir bütçe söz konusuyken bunlar da affedilebilir. Evdeki Rumlar gitse bile geride kalan ve diğer ev sakinlerinin bir şekilde etkileşime girdiği Meryem Ana heykeli de Ortodokslarda var mı diye düşündüm. Hani bir ikonası olur diye düşünegelmişimdir de o heykel Katoliklerin değil midir? Rum kızkardeşlerin odasından hiç çıkmayan ve Yunanistan’a giderken bırakıp sonra hiç aramadıkları annelerini anlamadım. Bu hayalet kadın sonradan eve gelip yerleşen Karadenizli ailenin sessiz bir parçası oluyor ve ölünceye kadar onlarla yaşayabiliyor. Bir sembol mü o? Böyle bir şey olabilir mi? Bu öyküye dair en çarpıcı bölüm ise 6-7 Eylül olaylarındaki cinayet ve tecavüz olaylarından birini en azından anlatması. Güz Sancısı gibi bir filmde bile bu konulara değinilememiş, sanki saldırı yalnızca mala mülke yapıldı gibi anlaşılmıştı orada galiba.

12 Eylül sonrasını anlatan bölümde kaçağın neden sürekli kitap sakladığını da anlamadım. Herhalde yakılıp atılabilecek kitaplar değildi o zamanki politik kaçakların asıl güvenliğini tehlikeye atan şey. Bu kısım biraz 30 yıl sonrasını yani günümüzü o darbenin nasıl hazırladığını açıklama görevi görüyordu. Yani oyunun anafikrini söylüyordu. Yine de bir anlamda üç öyküden daha geride kalanı olmuş derim.

İzleyici en çok travesti ve Kürt sevgilisi (ve onun emmioğlu) arasında geçen konuşmalara; veya sertleşmelere tepki verdi gibi geldi bana. Bir arkadaşım travestiyi oynayan Okan Urun’un gerçek hayatta da travesti olduğunu sandı (don ve tayt giydiğinde önünde hiç kabarıklık olmadığından hareketle). Oysa drag queen’lerin de kullandığı bir teknik varmış. Organları bantlayarak bacak arasına mı çekiyorlarmış ne. Zaman zaman feminist çıkışlar yapan bu karakter comic relief etkisi yarattıysa da Gülse Birsel’in Avrupa Yakası’nda yaptığı gibi eşcinselliğin bir türüne tepeden alaycı bakılmıyordu bence. İki sevgilinin sevişme sahnesi de cesurcaydı. Sonuçta iki kadının arasındaki cinsel aşk Shakira-Rihanna’dan tutun birçoklarına kadar işlendikleri haliyle, ortalama insanı daha az rahatsız eden bir aşk türü olmuşken, burada işlenen daha itici gelebilir birçok kişiye. Keza Burak Safa Çalış’ın monitörden de olsa toptan çıplak görünmesi de Türkiye açısından ilginçti (New York’da Columbia tiyatro öğrencilerinin eski bir kilisede oynadıkları Peer Gynt’de anadan doğma dakikalarca sahnede kalmış erkek oyuncuyu bildiğimden, bu tür şeyler çağdaş sanat açısından normal olsa da, Türkiye’yi hepimiz biliyoruz işte!)

Özetle hepinize şiddetle izlemenizi önerdiğim bir oyun çıkarmışlar Galatperform İz ekibi. 

 
Toplam blog
: 19
: 865
Kayıt tarihi
: 11.06.12
 
 

Sabancı Üniversitesinde Endüstri mühendisliği dersleri veriyorum. ..