Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ağustos '11

 
Kategori
Ramazan
 

Geç kalmış bir Ramazan yazısı

Geç kalmış bir Ramazan yazısı
 

Sultanahmet Camii ve Mahya


Rüstem, 2011 Ramazan'ına hasta girdi. 

Hala da tam toparlayabilmiş değil. 

Bunun iyi tarafı, hastalığı sebebiyle iştahı sıfırlandığı için ilk yedi orucu bedavaya getirmesiydi. Yani oruç onu hiç zorlamadı. Yeme ve içme isteği duymayınca oruç tutmak çok kolay oldu! 

Kendisi bugün biraz daha iyi görünüyor. Görüntüye bakarak her şeyin yoluna girdiğini sanmayın. Aslında bu, Rüstem için zor günlerin daha yeni başladığının işaretidir! 

Sıcak ve uzun yaz günlerine rastlayan bir Ramazan'da sağlıklı bir vücuda sahip olmak, gereğinden daha çok yeme ve içme arzuzusu duymak demektir. Bundan böyle, hastalığın getirdiği yeme isteksizliğinin, yerini gün boyu bilenen iştah alacaktır. 

Rüstem, iftar vaktini dört gözle bekleyecek, beklerken de fırından yeni çıkmış sıcacık Ramazan pidesiyle çorbanın ağızda oluşturduğu hazzı hayal edecektir. Sonra da bunun boğazdan geçip, yemek borusu marifetiyle mideye doğru yol alışını düşünecek ve bu tatmin duygusunu yaşayacağı anı iple çekecektir. Artık sahura kalktığında, gün boyu açlık ve susuzluk hissetmemek için, daha çok yeme ve daha çok sıvı alma hesabı yapacaktır. Halbuki Rüstem, sağlığı bozulduğunda bunları aklından bile geçirmiyordu. 

Hastayken aç/susuz kalma endişesi duymayan insanın, iyileşince paniklemesinin basit bir açıklaması olduğunu düşünüyorum. Anlaşılıyor ki, hasta beden, bütün dikkatini kendini rahatsız eden etmenlere yöneltiyor. Tüm savaşçılarını ve destek kıtalarını bir noktaya odaklıyor. Olayın üzerine o kadar yoğunlaşıyor ve öylesine ciddi bir mücadele veriyor ki, vücudun yeme, içme gibi isteklerini düzenleyen makanizma bir süreliğine görevini askıya alıyor. 

Normal şartlarda, yarım pideyle bir tas çorbayı ve bir tabak yemeği götüren, sonra da bir miktar pilavı bolca karpuz eşliğinde mideye indiren, fakat hala doymayan kişi hastalandığında bunlara küsüyor. Yemek bir yana bunları hatırlamak bile istemiyor. Birisi yiyecekten bahsettiğinde midesi bulanıyor. 

İşte, son bir haftadır Rüstem bu moddaydı. Bacakları, vücudunu taşıyamayacak kadar halsizdi. O yüzden zorlukla hareket ediyordu. Nefes almakta zorlanıyor, aralıklarla gelen boğulma hissi onu uykusundan ediyordu. Hastalıkla birlikte sıcakların da etkisiyle durmaksızın terliyordu ve sürekli su kaybediyordu. Fakat, iftar vakti geldiğinde bu kaybı telafi isteği duymuyordu. Ne yemek, ne de içmek istemiyordu. 

Sağolası bedeni, fizyolojik varlığını teslim almaya çalışan mikrop/düşmana karşı büyük bir savaş verdi. İçerisinde adeta bir seferberlik ilan edildi. Savunma makanizmasının şanlı saldırısı, düşman siperlerini bir bir çökertti. İşgalci birlikleri hakile yeksan etti. Böylece zaptedilen bütün kaleleri, tersaneleri ve tabi ki, Rüstemi geri aldı. Mücadele tam bir hafta sürdü. Rüstem'i, gecelerini süsleyen kabuslarından kurtardı. 

Aslında Rüstem pek endişeli değildi. Her zamanki gibi bir süre sonra iyileşeceğine inanıyor ve o günü sabırla bekliyordu. Fakat ziyarete gelen yakın komşularının ona, garip garip bakmasından, sohbet arasına, "imam, bugün cemaatle birlikte mezar ziyaretine gitmiş!" benzeri laflar sokmasından işkillendi. 

Kimse doğrudan, "sen gidicisin Rüstem!" demiyordu ama bakışları her şeyi anlatıyordu. Ziyaret sonrası ayrılanlar "hadi, Allah şifa versin!" diyecekleri yerde eşine dönüp, "Çıkmayan canda ümit vardır!" demeyi uygun görüyorlardı. 

Evin boşaldığı bir anda Rüstem yatağından zorlukla kalktı ve lavaboya kadar yürüyüp aynaya baktı. Gerçekten de kötü görünüyordu. Komşuları haklıydı. Yoksa gerçekten ölecek miydi? 

Musluğu açtı, avucuna aldığı su ile bir kaç kez yüzünü ıslattı. Serinlemişti. Sonra bir daha aynaya baktı ve yüksek sesle, "Ulan, kimin ne zaman öleceğini Allah bilir. İnsanın hayatının da ölümünün de sınırlarını o çizer. Bunlar kim oluyor da beni mezara postalamaya kalkıyor!" diye söylendi... 

Akşam ziyaretine gelen komşular gene imalı imalı konuşuyorlardı. Rüstem, söylenenlerin ancak bir kısmını anlayabiliyordu ama konunun ölüm olduğu kesindi. Dinledi, dinledi sonunda, dayanamayıp bir ok gibi yatağından fırladı ve konuştu: 

-Ulan kaç gündür evime gelip, beş vakit beni öldürüyorsunuz. Siz cenaze levazımatçısının ortağı mısınız? Ya da adamdan kefen başı komisyon mu alıyorsunuz? Yoksa mahalle imamı ölü bildirimi yapana ramazan paketi mi veriyor? Sizin hiç işiniz gücünüz yok mu yahu? 

-...?!! 

-Hadi diyelim ki, öldüm! Ben ölünce ne kazanacaksınız? Mirasıma ortak mı olacaksınız? Ben öldüm diye belediye kaldırımlarınızı mı yenileyecek? Yoksa hepinize altıyüz lira maaş mı bağlayacak? Söyleyin bakalım; ölümüm, hanginizin derdine deva olacak? 

-...!? 

- Aha ayağa kalktım. Size inat ölmeyeceğim ulan! Aranızda dikenli bir çaltı gibi yaşamaya devam edeceğim. Topunuzun cenaze namazını kılmadan bu dünyayı terketmeyeceğim. Hadi sıkıysa öldürün bakalım beni! Siz Allah'ın işine ne karışıyorsunuz da durup dururken beni günaha sokuyorsunuz ulan! Çıkın evimden. Hanım, çıkar bunları... 

Rüstem şimdi sağlığına yüzde seksen oranında kavuşmuş bulunuyor. Arada bir mutfağı ziyaret ederek iftar hazırlıklarını denetliyor. Sabırla ve aynı zamanda dini bir vecibeyi eda etmenin huzuruyla gün sonunu bekliyor. Yani ramazan tutuyor. 

Geç kalmış olsa da herkese "hayırlı ramazanlar" diliyorum. 

Resim: tr.wikipedia.org 

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..