Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ocak '09

 
Kategori
Öykü
 

Gece yarısı ve çay...

Gece yarısı ve çay...
 

"Gecenin bu saatinde, bu kadar da gürültü yapılmaz ki!" diye sinirlenerek, dış kapının yanındaki mutfağa girdiğinde, çaydanlıktaki suyun o kendine has, hoş kaynama tınısını duydu. Çaydanlıktaki su bitmişti neredeyse ama yine de önce boşalan bardağını doldurdu, sonra çaydanlığa su ekledi. Oysa gecenin bu saatinde çay demleyip demlememe konusunda tereddüt etmişti, uykusu kaçardı ne de olsa ya sonra da içtikçe içmişti.

Bütün gün süren ve ruhunu karartan havanın griliği öyle yapışıp kalmıştı ki üstüne, gecenin karanlığı bile silememişti. Ama çay içtikçe keyfi yerine geldi; maviydi yine çayı; sevgiyle demlenmişti ve bu keyifle, bir yandan, belki de kabullenmişlikle ve yüreğinin gri hücrelerine dokunuşuyla: “Uzadı geceler/ Sabah olmuyor/ Sensiz bu dünyama/ Güneş doğmuyor/ Hasretim aşkına/ Gel de sev artık/ Sevgilim aşkına doyum olmuyor…..Olmuyor… olmuyor / Sensiz olmuyor/ Sen sevmezsen kalbim/ Huzur bulmuyor” diyerek mırıldanmaya başladığı şarkının farkında bile değildi.

Elinde çay bardağı ile az önceki köşesine tam oturmuştu ki bu kez de kapının zili çaldı. Yine birisi yanlışlıkla basmış olmalıydı. Bir kaç dakika önceki, sesleri henüz kesilen kalabalık ve gürültücü insanlardan, olasılıkla arabayı park etmek için geride kalanı olmalıydı. Açmayacaktı kapıyı. Kaç kez açmıştı da, sadece hızla kapanan asansör kapısıyla karşı karşıya kalmıştı. Otomat düğmesi diye yanlışlıkla kapısının ziline basıyorlar ve zil sesini duyunca da kaçarcasına gidiyorlardı.

Ama karşı komşusu da olabilirdi. Ne de olsa gürültü kesilmişti. Gecenin bu saatinde gezmeden dönen ve ışığını açık gördüğü için kapısını çalan komşusuyla birlikte az mı çay içmişlerdi… Hala çayının bitmediği aklına gelince, yüreği ışıdı birden, her zamanki gibi, yine "Kim o? " demeden açtı kapıyı ve...

Ve... İnanamadı!.. O’ydu!.. Günlerdir, haftalardır, aylardır beklediğiydi. En son tartışmışlardı da kendince küsmüştü ona Zeynep ve kendi kendine söz vermişti; bir daha "Ne zaman geleceksin?" diye sormayacaktı. Özlemekse özlemek... İsterse... o da özlerse... Çıkıp gelirdi elbet.

Eşref sırılsıklam duruyordu karşısında; aşkından (!) ıslanmıştı. "Beni içeri almayacak mısın?" dediğini duydu, kenara çekildi şaşkın şaşkın, kapıyı kapadı ve "hoş geldin" dediğini kendisi bile duyamadı, sessiz hıçkırıkları örtmüştü sesini. Orada, kapının arkasında Eşref'e sarılmış ağlarken, Eşref usul usul alnının köşesine öpücükler konduruyordu. Ne kadar kaldılar böylece ikisi de farkında değildi ama Zeynep'in ıslanmasına yetmişti ve Eşref de üşümeye başlamıştı. Telaşla Eşref'e uygun giysi bulmanın derdine düştü Zeynep. Islak giysilerini, kurusun diye sandalyelerin üzerine attılar ve Eşref üzerinde, kendine küçük gelen giysilerle o kadar komikti ki! Ama ikisi de bunun farkında değildi. Kucağındaki Zeynep’in saçlarını okşarken, akşamüzeri, nasıl oldu da birden yola çıktığını anlatıyordu Eşref ve yol boyu süren yağmuru, yağmurun griliğini, telefon bile açmayı akıl edemeyişini... "Ama evimi bilmiyordun, daha önce gelmedin hiç." dedi Zeynep. Oysa evini, evinin yerini ve evine yakın o herkesin bildiği pastaneyi o kadar çok anlatmıştı ki Eşref’e. Daha üçüncü apartmanın zilindeki isimlere baktığında buluvermişti onu. Eh bu arada birazcık(!) ıslanmıştı işte. "Oh olsun" dedi Zeynep, günlerdir onu bekledikten sonra, şu anda yanında olmasının; ona dokunuyor olmanın verdiği mutlulukla.

Ki o anda “Tısss” diye bir ses duyuldu, "Eyvahhh çaydanlığın altını kapatmayı unuttum!" diye haykırarak fırladı sevdiğinin kucağından. Neyse. Yapacak bir şey yoktu, kaç saattir kaynıyordu, su mu kalırdı? Geri döndüğünde, Eşref gülerek: "Anladım evine aldın ama o sevgiyle demlenmiş çayından ikram etmeyecek misin?" derken, “Kaldıysa tabi.” demeyi de unutmadı. Zeynep’se hiçbir şey demeden, yüzündeki o kendine has, Eşref’inin beğendiği gülümsemesiyle geldi ve sevdiğinin “o güzel yüzü”ne usul usul öpücükler kondururken: "Peki, çay istiyor musun gerçekten?.." diye fısıldadı. Sonra? Sonra bütün griler, karalar maviye kesti.

Yazarın notu: Bu İzmir Mavilim bir “mavi” bir de “sevgiyle demlenmiş çay”a takmış görünüyor. Allem edip kalem edip "mutlulukları" bunlara bağladığına göre.:) Bir de çayın renginin mavi olduğunu yazmıyor mu!

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..