Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mart '15

 
Kategori
Dilbilim
 

Gibi bir şey

Pondora’nın Kutusu’ndan çıkan “Elinin körü” gibi bir şey çıktı

Şeyist

Biz  talebeyken şeydik

İyi arkadaştık şeylen

Biliyorsunuz şeylen şey olunmaz

Ben şeyi bitirince babam

Şey dedi Şey partisine girdim

Zaten şeyle evlenmiştim

Şey şeye gidelim dedi gittik

Şeysiz de olmuyor döndük

İki şeyim oldu büyüdüler

Doktor sende bir şey var diyor şimdi

Tabiy bende bir şey var: sayamadığım kadar

Kimse dokunamaz benim şeyime

Çünkü ben bir şeyim

Her şeyde bir şeydir ama

Ben başka bir şeyim

Ben şeyim…

Can Yücel’in “Şeyist”  başlıklı şiirini okurken,  “şey” denen şey, bu kadar şeyin yerine geçiyorsa, bizler şu “şey” sözcüğünün yanında vallahi hiçbir şey değiliz. “Şey” denen şey, içine ne atsak kabullendiğine göre çöp sepeti gibi bir şey mi? Yoksa ne yüklesek “ götürmem “ demeyen katıra mı benzetsek  ?

Şeytan bunun neresinde, diye düşünürken, bir de baktım ki “şeytan” sözcüğü de “şey” içerikli. Al sana bir soru daha; “şeytan” sözcüğü  “şey” kökenli mi, şey mi şeytan kalıntısı  mı?

Gel de araştırma  “şey”in nenem şey olduğu?

Görüldüğü gibi “şeytan”  sözcüğünün “şey” içerikli,bu  sözcüğü tanımak bile  “şey” sözcüğünün öncelikle tanınması gerekiyor.  (Anımsatma: Müslümanlığın kabulüne kadar ,Ön Türkler ‘şeytan’  sözcüğünü tanımazlardı, -aynı şeyler olmasa da -benzeri bir sözcük olan   ‘albız/albıs’ şeytan anlamında kullanılırdı. “Merhaba, selamünaleyküm” sözcükleri yerine birbirleriyle selamlaşırlarken “senbeno” derlerdi)

Bilindiği gibi Matematiğin özel bir alanı olan Cebir, El Harezmi adlı bir Arap bilgin tarafından bulunmuştur. Matematiksel terimleri Avrupa’ya, özellikle İspanya'ya ulaştığında ciddi bir çeviri sorunu yaşandı: Arapça'daki gırtlak sesleri Avrupa dillerinin hiç birine tam olarak çevrilemiyordu, çevrilmiş olsa bile, bu seslerin nasıl sembolize edileceği  çözüm bekleyen bir başka sorundu.

Örneğin “ şin”  harfi, onların dillerinde “ş” harfinin çıkardığı sese karşılık geliyor ve  "ş" aynı zamanda "bir şey" anlamına gelen "şeylan" sözcüğünün  baş harfiydi. 

Yani  İngilizce'deki bilinmeyen “şey” anlamındaki "something" sözcüğü gibi… Arapça'da bu sözcüğü  belirli tanımlık edatı -"al"- ekleyerek, “ al-şeylan = bilinmeyen şey” elde edilebildi, ama  “şin”  harfi ve “şeylan”  sözcüğü “ş” harfi ve “ş” sesi olmayan İspanyolcaya tam olarak yine çevrilemiyordu.

Sonuç olarak: Oluşturulan kurul, CK sesinin; "k" sesi alınıp, Antik Yunanca'nın “kai” harfine dönüştürüldüğünde, yani Latinceye çevrilirken Yunan Kai harfinin yerine Latin X harfinin konulması şart oldu. Böylece günümüzde tüm ülkelerin “bilinmeyen, öğrenilmek istenen  şey” iletisini veren “ X”  bulunmuş oldu.

Matematikçileri bile kara kara düşündüren “şey” sözcüğünü  çıkış noktasını öğrendiğimize göre, bu yeni bilgimizi Nahit Ulvi Akgün’ün bir şiiriyle taçlandıralım mı?

Bir şey var aramızda

Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek

Fakat ne kadar saklasak nafile

Bir şey var aramızda,

Senin gözlerinden ışıldıyor,

Benim dilimin ucunda

Şimdi de yazımızın başlığında yer alan “gibi” sözcüğünün şeceresini öğrenmeye çalışalım:

Dayanağı: Altay Türklerin tanrılarına en kıymetli varlıklardan biri olan at kurban ederlerdi. Kurban olarak kesilen atın derisini bir sırığa geçirip, at şekline benzetirlerdi.

Daha sonraki dönemlerde kurban edilen atın derisi tulum biçiminde çıkarılarak, içine saman doldurulup, yaşam alanının görünen bir yerine koymaya başladılar. Önceleri sırıklar üstünde duran, daha sonraki dönemlerde içi saman doldurulan atlara Altay Türkleri “haydara”, Saha Türkleri “kip/kip-i” derlerdi.

Binicisinin ruhunu taşıdığı inanılan at, sahibinin en vazgeçilmez yoldaşıydı, ama sahibi öldüğünde, yoldaş bıçakla tanışıp, derisi yüzülerek tulumu çıkarıldığı yetmiyormuş  gibi,  tulumu saman çuvalı yerine kullanılmaya başlanmış.

Olası ki, “güvenme  dostuna, saman doldurur postuna” sav sözümüzün kökeni buralara dayanıyor olmalı.

Sahibi ölen ve kurban edilmeyen atların eyeri sırtlarına ters bağlanıp, azat edilirdi. Azat edilen ters eyerli bu uğursuz atlara “tul/dul at” denirdi.  Bu atların üstüne kimse binmez, diğer at sürülerine karıştırılmazdı.  (Kaynak:  PAÜ. Eğitim Fak.  Der.  1998, Sayı: 45)

Daha sonraki dönemlerde içi saman doldurulan at yerine, erken yaşta dul kalan(tul uragut/dul  kadın)  kadınlar, ince uzun çuvalımsı torba içine saman doldurarak ölen kocasının bir benzerini  (kipi)yapmaya  başladılar.

Dul kadının kocasını sembolize ettiği yapay adama sağlığında giydiği elbiseleri giydirilir, kemeri bağlanıp, silah kuşandırılırdı. Sağlığında çaldığı çalgı aleti varsa, o da yapay adamın kucağına yerleştirilirdi. Sanmayın ki,yapay koca çadırın bir köşesinde dört mevsim öylece kalır; göç sırasında ata bindirilip, yaylaklara doğru yola çıkarılırdı.

( Kaynak: Divan-ı Lagatit Türk’te Akrabalık)

Kötü ruhlardan korunmak için yapılan “kip-i”, öncelikle sırıklar üstünde durabilen at postu, sonra içi saman dolu at tulumu, daha sonra ölen kocanın benzeri bir sembolün adıydı. Dilimize “gibi” biçimiyle yerleştiği anlaşılıyor.

Gibi sözcüğünün geçirdiği evreler,bana  “damızlık” sözcüğünün başına gelenleri anımsattı: Damızlık sözcüğünün aslı astarı dumuz/dumuzi/ tammuz/tammuzilik sözcükleridir.

Oysa yıllar önce bu unvan obanın, köyün en güçlü ve yakışıklı delikanlısına aitti. Toprağa tohum atma mevsimi geldiğinde, obanın bekar delikanlıları değişik alanlarda yarıştırılır,  birincilik ödülü alan bekar delikanlı, özel giysiler giydirilip, çalgılar eşliğinde ev ev gezdirilerek kendine eş olacak kızı (uragutu) seçerdi. Bu delikanlıya damızlık/tammuzilik denilirdi.

Gerdekten çıkan kız, örgülü saçlarını başının üstünde bağlayarak, döl aldığını cümle aleme ilân ederdi. Bugün dilimize doladığımız  ‘Başı bağlı/baş bağlamak’ deyiminin özünde yatan gerçek budur. Damızlık sözcüğünün kutsal dinlerin gazabına uğradığından, insandan alınıp hayvana bağışlandığını anlıyorsunuz.)

Eti senin, kemiği benim

Nereden geldiğini, ne amaçla kullanıldığını bilmeden gelişi güzel kullandığımız o kadar deyim var ki, saymaya kalksak  gün akşam olur. Bunlardan birini şöyle değinip geçelim: Örneğin “Kısa kes Aydın havası olsun”

Yahu, şu “hava” denen şey, kumaş gibi bir şey mi ki, keselim kısalsın, ekleyip uzasın?  O dönemde her türlü kalın giysiye  (kepenek/kefen dahil) aba  denirdi. Kepenek ve fes yapımı  Fas’ta deve tüyünden yapılıyordu. Kepenek sipariş veren tüccar, “aman bunlar Aydın çobanı, abaları uzun değil, kısa kesin, kısa” biçiminde tekrar tekrar tembih ediyordu.

Bu deyimi, “Benim çocuğumu al , kendi çocuğunmuş gibi sev, döv , eğit, ne yaparsan yap ama iyi insan olmasına sağla”  anlamında   kullandığımızı bilirsiniz. Bu bilgi ne kadar doğru, “kemik” sözcüğü bildiğimiz nesnel anlamı dışında,  ‘nesil, soy, sop’ anlamına geldiğini nedense göz ardı etmişiz.  

Özbekistan ve Kıpçak Türklerinin ortak kültürü olan “Mavi İnek, Çoban Kızı”  masallarının yanında, “ Haldarhan ve Alpamış”  destanlarında net bir şekilde  ‘kemik’ sözcüğünün  “kısır adam= kemiksiz adam”  demektir. Bu nedenle, Kuzey Türk devletlerinde  kısır adamlar uğursuzluk getireceği inancıyla sünnet ve düğün törenlerine alınmazlar. Davetsiz bir şekilde bu tür törenlere gelirlerse, koltuğu altına, ya da beline zorla da olsa sofradan artan yağlı kemik sokulup uzaklaştırılır.

Sonuç olarak: Deyimde geçen  “kemiği benim” derken; bu sünnet çocuğu, damat “benim soyumun devamını sağlayacak, haberin olsun. Ona göre eğit” denilmek istenmektedir

Latinceden yanlış çevrilen ve dilimize yanlış yerleşen deyimlerden biri “Pandora’nın kutusu” dur. “Etrafa kargaşaya sokmak, düzeni bozmak, anarşi çıkarmak” anlamında kullandığımızı bilirsiniz

Mitolojik dayanağı: Pandora, mitolojide ilk kadın olarak bilinir. Zeus’un kendine emanet ettiği kutuyu açmamasını söyler, ama Pandora kutuyu açınca tüm kötülüklerin bir kadın aracılığıyla etrafa çoktan dağılmıştır. Benim itirazım bu değil, itirazım “kutu” sözcüğüne!

Deyimin aslı “Pandora’nın kutusu”  değil, “Pandora’nın testisi” olmalıydı.

Türkçe deyimler sözlüğünde “kutu” geçmesi beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Orijinal cümlede yer alan iki sözcüğü Oxford basımı herhangi bir sözlükten araştırdığınızda, haklılığımı onaylamamanız olası değil.

Neydi o iki kelime?  “Pithos ve  Phxis”….Bu iki sözcükleri İngilizce sözcüklerinden tanıyalım:

‘Pithos’: “A large storage  container, used  for shipping and bulk  strrage. “ Türkçe karşılığı, ‘testi”

‘Pyxis’: “ It is a shape vessel from the  classical world, usually a round box” Türkçe karşılığı, “kutu.” Özcesi,  ‘Pandora’nın kutusu’ değil, “Pandora’nın testisi” olmalıydı

Bazı testi kafalıların dediğinin tam aksine, Türk halkı hiçbir zaman Arapça öğrenme meraklısı olmamıştır. Aksini idea eden varsa aşağıdaki deyimin nereden geldiğini iyi baksın:

Elinin körü (Ehlinin gûru).:

Bu deyimi

“kes şu aptalca soruları, konuşmaları; bıktırdın, sabrımı taşırma”  anlamlarında kullandığımız bilirsiniz. Ehil (Ar.):Malik, sahip,burada oturanlar, yetkili Gûr (Fars.), mezar, ölenler, soy anlamına gelir. (Kaynak:  NND Sözlük)

E, öyleyse, deyimin  aslı,“Ehlinin gûru”  biçiminde olması gerekmez miydi? Öyle olsaydı ne olurdu anlamı:   “Ben seni, şu anda sağ olan tüm akrabalarını, hatta mezardakileri, velhasıl soyunu sopunu şey ederim”

Dedim ya, bu halk hiçbir zaman Arapça öğrenme meraklısı olmamış, sözcük neyi çağrıştırıyorsa, araştırmadan ilk aklına geldiği gibi söylemiş, söylediği gibi de anlam yüklemiştir.

 
Toplam blog
: 7
: 1425
Kayıt tarihi
: 16.12.12
 
 

Emekli İngilizce öğretmeni,şiir ve araştırma yazıları öğrencisi... ..