Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Mustafa Çifci Aşk Yazarı

http://blog.milliyet.com.tr/mustafacifci

23 Eylül '13

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Gidiyorum son öpüşünü kapıda bırakarak

Gidiyorum son öpüşünü kapıda bırakarak
 

Gidiyorum Son Öpüşünü Kapıda Bırakarak


Bazı geceler ansızın geliyorsun.

Sen geldiğinde ortam değişiyor sanki ampul daha çok aydınlatıyor odayı. Birçok sıkıntım dağılıyor seninle. Acılarımı unutuyorum. Yalnızlığım o sımsıcak gülümseyişinle dağılıyor.  Gözlerim hep senin üstünde. Sen ne güzel gülüyorsun öyle. Sen gelince yeni bir şiire başlıyorum. Ne güzel gözlerin var senin.

            Sen gelir gelmez, ilk işim çay demlemek.

            İkimiz de seviyoruz çay içmeyi.

            Gelişinle iyice ısınıyor odanın içi.

            Çay sımsıcak, mis gibi kokuyor.

            “Sen dur, çayları ben doldururum” diyor, hızlıca mutfağa doğru gidiyorsun.

            “Her eve bir kadın elinin değmesi şarttır”  dediğini anımsıyorum annemin.

            Kısa bir an seninle birlikteliği düşünüyorum.

            “Sen bu evin hanımı olmak ister misin?” diye sormak istiyorum.

            Bardağımdaki çay birden ısınıyor.

            Sevinçle doluyorum.

            Pencereyi açıyorum.

            Gökyüzünde eylül gecelerine inat gülümseyen ay dede.

            Ay ışığı, perdenin aralığından odanın içine süzülüyor gizlice.

            Düşündüğümü sana söylemeye cesaret edemiyorum.

            Birden soğumaya başlıyor bardağımdaki çay.

            Perdeleri kapatıyorum yavaşça.

            Ay ışığı görünmez oluyor.

            Masadan bir kitap alıp sayfalarını çeviriyorsun.

            En son yazdığım şiirimi istiyorsun.

            Kimin için yazdığımı soruyorsun.

            “İşte öylesine “ diyorum kayıtsızca.

            Oysa bütün şiirlerim senin üstüne.

            Bir süre sessizlik giriyor aramıza.

            İkimizde bir şeyler düşünüyoruz.

            Ben seni düşünüyorum, ama senin neyi düşündüğünü bilmiyorum.

            Kitabı okumadığını seziyorum.

            Çay içimimiz bitiyor.

            Sen bardakları yıkıyorsun.

            Sonra karşımdaki koltuğa oturup bir sigara yakıyorsun.

            “İçer misin?”, diye sormadan paketi bana uzatıyorsun.

            Gözlerimle konuşur gibi kaşlarımı yukarı kaldırıyorum “yok, içmem” der gibi.

            Bacak bacak üstüne attığında mini eteğin yukarı sıyrılıyor.

            İncecik çoraplarının içinde düzgün bacaklarına bakıyorum.

            “Çok sıcak oldu, terledim” deyip, gömleğini çıkarıp, ütüsü bozulmasın diye koltuğun kenarına asıyorsun.

            Bu titiz yanını seviyorum.

            Böyle daha güzel oluyorsun.

            Kırmızı dantelli sutyenin var üstünde. Yeni aldığını düşünüyorum. İlk defa görüyorum.

            Göğüslerin de irileşmiş senin.

            Artık utanmıyor, sıkılmıyorsun böyle oturmaktan.

            Yalan değil, bir tuhaf oluyorum.

            Sigaranın dumanını bana doğru üflediğini görüyorum.

            Televizyonda bir aşk sineması başlıyor.

            Bir ara göz göze geliyoruz.

            Kaçamak bakışlarda yakalıyorsun beni.

            Güzelliğinle, kısa kesilmiş saçlarınla, gülümsemeye hazır dudaklarınla içim ısınıyor.

            Göz bebeklerinde kendimi gördüğüm an, yaşama daha farklı yönlerden bakıyorum.

            Kötü olan ne varsa güzelleşiyor.

            Sevmediğim ya da ilgilenmediğim her şeyde, sevebileceğim bir şey buluyorum.

            Büyülenmiş gibiyim.

            Sana daha yakın olmak istiyorum.

            Seni öpmek geliyor içimden.

            “Seni öpmek istiyorum” demek istiyorum ama diyemiyorum.

            Belki kızarsın, kalkıp gidersin diye korkuyorum.

            İçimden taşan bu sevgi selini bastırıyorum.

            Sen de bunu sezmiş gibi, “bir şey mi var” diye soruyorsun.

            “Hiç”, diyorum. “Yok, bir şey.”

            Ne güzel sigara içiyorsun, diyorum.

            Gülümsüyorsun.

            Dağılan sigara dumanını gözlüyorum.

            “Saçlarım güzel olmuş mu?”, diye soruyorsun.

            “Evet” diyorum. “Böyle daha güzel olmuşsun. Kısa saç yakışıyor sana.”

            Göz kapaklarını kapatıyor, küçük bir çocuk gibi gülümsüyorsun.

            Birden cesaretimi elime alıp, oturduğum yerden kalkıyor, saçlarını okşamaya başlıyorum. Elimden tutuyorsun. Ellerinin sıcaklığını hissediyorum. Güvenim daha da artıyor. Sanki benim aklıma geleni senin de düşündüğünü, sanki benimle öpüşmek için bu anı kolladığını sanıyorum.

            Ama yanılıyorum.

            “Yok, hayır” diyorsun. “Bu kadar yakınlık yeter. Ellerin,  saçlarımdan omuzlarıma doğru inmesin!”

            Bir an kendimden utanıyorum.

            Ellerim hızlıca soğuyor.

            Oysa varlığın, yanıma gelmen, benimle olman her şeye bedel.

            Senden daha fazlasını istemem elbette anlamsız.

            Konuyu zorla değiştirmek istiyorum ama az önce yaptığım hata yüzünden yüzüm kızarıyor ve bu yükü üstümden atamıyorum. Defalarca senden özür diliyorum. Bir daha olmayacak, sakın bana kızma diye yalvarıyorum sana. Seni kaybetmekten öylesine korkuyorum ki, ne diyeceğimi bilemiyor, seni sevdiğim için böyle bir şey yaptığımı, asla kötü bir niyetimin olmadığını, olamayacağını, bana güven duymanı tekrar tekrar yineliyorum. Yalan bile söylüyorum. 

            Sen ise hiç konuşmuyorsun.

            Göz bebeklerin büyümüş, bana bakıyorsun.

            Bakışlarınla yaralanıyorum.

            Öpüşmek isteyen dudaklarım buz gibi oluyor.

            Sen de “boş ver”, diyorsun. “Canını sıkma.”

            Belli etmemeye çalışsan da üzüldüğünü görüyorum.

            Gecenin tadı değişiyor.

            Hiç konuşmadan bir süre oturuyoruz.

            Sanki yanımda değilmişsin gibi, hep uzaklara bakıyorsun. Film devam ediyor televizyonda. Türk filmleri gibi kırılıyoruz ikimiz de. Sanki bir güç bizi birbirimizden ayırıyor. Filmin bir yerlerinde ben sana ihanet edip, senin bir yakın arkadaşını seviyorum. Sen ise, her ne olursa olsun peşimi bırakmıyor, her fedakârlığı birlikteliğimiz için yapıyorsun. Ayrılsak da yine seni seviyorum.

            “Artık geç oldu, gideyim”, diyor ve hemen kalkıyorsun.

            Saatime bakıyorum. Henüz çok erken sayılır.

            Oysa bu kadar erken gitmezdin hiç.

            Bir daha gelmeyeceğini düşünüyorum bir an.

            Yaşam kirleniyor.

            Gecenin kararıp, saksıdaki çiçeklerin solduğunu görüyorum.

            Kapıdan çıkarken, o geceye kadar sarılmadığın bir şekilde  bana sarılıyor ve beni öpüyorsun.

            Bana kızmamış olmana çocuklar gibi seviniyorum.

            Bir adım atıp, tekrar geri dönüyorsun.

            Ellerimden tutup, “Aslında senin istediğini ben de çok istiyorum ama korkuyorum” diyorsun. “Bağışla beni, affet ne olursun. Sen de üzülme.”

            Sesin titriyor konuşurken.

            Şaşırıyorum.

            Bağışlanacak bir şey yok ki ortada, suçlu birisi varsa o da benim.

            Hızlıca gidiyorsun.

            Hüzün ve mutluluğum birbirine karışıyor.

            Umutlarım,  sevinçlerim darmadağın oluyor.

            Neden böyle davrandığını çözemiyorum.

            Sonra neden korktuğunu bilemiyorum.

            Hep korkularımızın olduğunu düşünüyorum.

            Neden korkuyla yaşıyoruz?

            Yaşayamadığımız,  içimizde saklı kalan ne çok şey var hayatımızda.

            Korktuğumuz ne çok şey.

            Söylemekten çekindiğimiz ne çok duygularımız var.

            Şimdi zamanı değil diye ertelediğimiz ne çok düşlerimiz var.

            Gençliğimizi alıp götüren zamana yenildiğimizi anladığımız anlarda yaralanıyoruz.

            Kafam karışıyor.

            Öpüşünün sıcaklığıyla avutuyorum kendimi. Belki de yarın gece seni öpebileceğimi, belki de daha da ileri gidip sevişebileceğimizi düşünüyorum.

            Yine bir tuhaf oluyorum.

            Film bitiyor.

            Yarın akşam oluyor.

            Seni beklemeye başlıyorum.

            Çayı da demliyorum.

            Sigaran da hazır.

            Ama sen gelmiyorsun.

            Bir işin çıktığını, gelemediğini düşünüyorum.

            Yarın akşamı iple çekiyorum.

            Sen yine gelmiyorsun.

            Çay içmeden yine soğuyor.

            Pencereden bakıyorum.

            Ay görünmüyor.

            Bir sonra ki gecede gelmiyorsun.

            Her gece sabaha kadar seni bekliyorum.

            Ama sen yoksun sevgili.

            Seni tanıyan bütün dostlarını tek tek arıyorum.

            Bu şehirden ayrıldığını söylüyor bir arkadaşın.

            Seni kaybettiğimi anlıyorum.

            Yetim kalıyorum.

            Kimsesizler gibi yalnızlığım artıyor gecenin ortasında.

            Ağlıyorum. Seni düşünüyorum.

            Bir daha görüp görmeyeceğim de belli değil.

            Her şey hızlıca mazideki yerini alıyor.

            O umut dolu öpüşün, son öpüşmemiz oluyor.

            O bakışın son bakış.

            O son bakışını hatırlamaya çalışıyorum.

            Gözlerimin önünde gülüşün kırılıyor.

            Sen bu şehirden ayrıldın ya.

            Artık ben de bu şehri sevmiyorum.

            Bu son seslenişim sana  bu evden.

            Anıları tüketiyorum.

            Hiçbir şey acımı dindiremiyor.

            Nereye baksam sanki seni görüyorum.

            Artık dayanamıyorum.

            Yarın gece ben de gidiyorum bu şehirden.

            Son öpüşünü kapıda bırakarak...

            Yarın gece ben de gidiyorum.

            Artık buraları hiç sevmiyorum.

            Senin yokluğunda hiç bir şeyi sevmiyorum.

            Sevemiyorum.

            Gidiyorum.

            Yarın gece gidiyorum

            Son öpüşünü kapıda bırakarak…

           

Yazar: Mustafa Çifci- www.mustafacifci.com

Kaynak: Bu eser Mustafa Çifci’nin “Ellerini Bana Sakla” adlı kitabından alınmıştır. Her hakkı saklıdır. Yazarın yazılı izni alınmadan kopya edilmesi, çoğaltılması, dağıtılması, özet olarak belli bir bölümün başka yerlerde yayınlanması 5846 sayılı fikir ve sanat eserleri yasası hükümlerince yasaktır.

 
Toplam blog
: 297
: 523
Kayıt tarihi
: 16.04.13
 
 

Yazılarında insanı derinden etkileyen yoğun bir duygusallık, hüzün, karamsarlık ve yalnızlık vard..