Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Kasım '13

 
Kategori
Ekonomi - Finans
 

Globalleşmenin sonu mu?

Globalleşme esasen birkaç ülke hariç tüm dünyayı kapsayan yaklaşık 30 yıldır Dünya ekonomisini yönlendiren “karşılaştırmalı üstünlükler teorisi” nin isimlendirilmesidir. Teorinin temeli her ülkenin üretim faktörlerinin yapısı çerçevesinde en iyi olduğu alana yönelmesi ve bu alana yoğunlaşması esasına dayanmaktadır. Bu şekilde dünya ölçeğinde fiyatların düşmesi, üretimin artması ve refah seviyesinin tüm ülkeler lehine gelişmesi sağlanmaktadır.

Bu yaklaşımı tüm dünyaya empoze eden Transatlantik ülkeleri, sürecin sağlıklı işlemesini teminen gümrük tarifeleri, kotalar ve tarife dışı engellerin kaldırılmasını hedefleyen ikili ya da çok taraflı uluslar arası ticareti düzenleyen anlaşmaları da yürürlüğe sokmuş ve bu şekilde neredeyse tüm ekonomik potansiyeller sonuna kadar kullanılır düzeye gelmiştir. Bugün itibarıyla, sıradan bir Amerikan vatandaşının tasarrufu Çin’de Gemi inşa yatırımının finansmanında kullanılırken, Almanya’da tasarlanan bir spor ayakkabısı, Moğolistan’da üretilmiş derinin Çin’de düşük maliyetli işçilik, çevre ve sosyal güvenlik maliyeti olan tesislerde işlenmesi yoluyla tüm dünyada pazarlanmaktadır.  Bu sisteme ayak uyduran ülkeler potansiyellerini ve üstünlüklerini kullanarak ekonomik büyümeyi sağlamış olmakla birlikte iç pazarlarını da tüm dünyaya açmak durumunda kalmışlardır. 

Şüphesiz ki, karşılaştırmalı üstünlükler teorisinin dünya ekonomisine hakim olmasında en büyük pay ABD ve Avrupa Birliğinindir. Zira bu grup, rekabet gücü en yüksek olan ülkelerden oluştuğundan tüm dünyanın pazar haline gelmesi ile hem satış imkanlarını geliştirdi hem de hammadde temini ve düşük maliyetli üretim faktörlerinden yararlandı. Gelişmiş ülkeler bu şekilde yıllarca uluslar arası piyasada oluşan fiyattan en yüksek payı alarak faaliyetlerini geliştirebilmişlerdir. Zira, oluşan fiyatın içinden teknoloji ve markanın bedeli ile sermaye ve pazarlama karını çıkardığınızda fiili üretimin yapıldığı ülkeye sadece işçilik ve arazi amortismanı kalmaktaydı.

Bununla birlikte sürecin devamında, neredeyse bütün imalat sanayi tesislerinin Çin, Hindistan, Brezilya gibi ülkelere kayması, bu ülkelerin zamanla ciddi sermaye birikimine sahip olmaları, teknolojik üstünlüklerin azalması ve markalaşma çabaları gelişmelerin seyrini değiştirmiştir. Bu ülkeler istikarlı bir şekilde büyürken, transatlantik ülkeleri belli alanlarda rekabet üstünlüklerini tümüyle kaybetmiş ve kendileri Pazar haline dönüşmüştür.  Transatlantik ülkelerinin tüm dünyayı Pazar haline getirme planları uzun vadede tam anlamıyla ters tepmiştir. Transatlantik ülkelerinin yaşadıkları uzun dönemli ekonomik resesyon, bir türlü istikrarın sağlanamaması ve karamsar gelecek dönem beklentileri(on yıl içinde Çin ABD’yi geçer)  beklenilebilir bir şekilde “transatlantik ticaret ve yatırım ortaklığı” nı gündeme getirmiştir. Yani iri çocuk oyunun kuralını değiştirecektir.

Bu anlaşmanın anlamı, ABD ve Avrupa Birliği ekonomilerinin koruma altına alınmasıdır. İçeriği tam olarak bilinmese de bu iki yolla olabilecektir. Ya ülke pazarı gelişmekte olan ülke mallarına fiilen kapatılacak ya da ülkeye giren üçüncü ülkelerden bu pazara giriş bedeli alacaktır.  Beklenen adımlar, üçüncü ülke mallarını insan sağlığı ve çevre yönünden denetime tabi tutmak, ülke bazlı kotalar ve yerli üreticiyi koruma amaçlı vergiler şeklinde olabilecektir.  İç pazarı korumada üçüncü ülkelerde üretilen ürünün sahip olmadığı bir standardı aramak yanında, insan sağlığı, iş güvenliği ve sosyal koşullar yönünden yetersiz olan fabrikalarda üretilen ürünün alınmaması bile söz konusu olabilecektir. Bu ülkeler kendi yarattıkları ama artık kendilerine bir avantaj sağlamayan globalleşme politikasını terk etmişler ve daha korumacı bir yapıya bürünmüşlerdir. Dünya ekonomisini derinden etkileyecek olan bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi aynı zamanda oyunun kurallarının da değişmesi anlamındadır.  Bu anlaşma aynı zamanda karşılaştırmalı üstünlükler teorisinin temelini oluşturan Dünya Ticaret Örgütü kurallarına da aykırıdır (En Çok Kayrılan Ülke Prensibi: bir ülkeye verilen taviz ve imtiyazlar diğer üye ülkelere de verilir.)

Sonuçta, bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi sonrası, diğer ülkelerin de buna tepki olarak korumacı bir yapıya bürünmesi, bölgesel birlikler oluşması, uluslar arası ticarette düşüş ve sapma, fiyat artışları ve çatışma olasılık dahilindedir. Bu anlaşma temelde gelişmekte olan ülkelerin rekabet baskısından kurtulma amaçlı olduğundan gelişmekte olan ülke kapsamında olan Türkiye’nin bu anlaşmaya dahil edilmesini beklemek çok mantıklı değildir. Bununla birlikte, bu anlaşmanın hangi ülkeleri hedeflediği de bellidir. Dolayısıyla, ülkemiz ekonomisinin Transatlantik ülkelerinin ekonomisini etkiyecek boyutta olmaması ve siyasi, ekonomik ve askeri işbirlikleri Türkiye’nin bu anlaşma kapsamına girmesini mümkün kılabilecek hususlardır. Bununla birlikte, bu anlaşma ile ilgili gelişmeler ne olursa olsun, uzun vadede ülkemiz ekonomisini ayakta tutacak husus teknolojidir. Teknolojik üstünlük hem rekabet gücünün artırılması hem de ekonominin dış etkenlere olan kırılganlığının azalması anlamında etkili olduğu gibi, bu tür anlaşmalara girişte de avantaj yaratabilecektir.   

 
Toplam blog
: 9
: 147
Kayıt tarihi
: 18.09.12
 
 

A.Ü Siyasal Bilgiler Fakültesi 1986 yılı Maliye Bölümü Mezunu Kamu Çalışanı ..