Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Haziran '08

 
Kategori
Blog
 

Gönüllü sürgünler adası...

Gönüllü sürgünler adası...
 

Ve sonsuza dek dolanıp durmalı rengarenk anılar, adanın göklerinde martılara nisbet...


Adanın gerçek sahipleri martılar olmalı…

Gece gündüz telaşlı çığlıkları, çocuk ağlamasını andıran sesleri, kocaman ve beyaz kanatları ile adanın göklerinde, sahillerinde, ulu çamların doruklarında, nice yaşanmışlıkların hikayesini anlatan eski ahşap evlerin çatılarında, balıkların peşinde denize dala çıka gezinen martıların olmalı ada.

Ne Bizans preslerinin, ne zorunlu göçebelerinin, ne yeni ada sakinlerinin…

Gün yeni ışımışken çıkmalı yola, Orhan Veli gibi…

Deniz daha bembeyazken…

Puslu bir İstanbul sabahında, Bostancı’dan atlayıp bir motora, ırıpların çalkantısında gitmeli adaya.

Adanın asıl sahipleri martılar karşılamalı sadece, beni, seni ,bizi…

Bir cümbüş kopmalı; nice anıları kapalı panjurlarını ardındaki kuytuluklarda saklayan, sahiplerini kaybetmiş eski ahşap evlerin çatılarında
Ve prenslerin denize dil gibi uzanan kayalıklarında…

Balıklar pul pul oynaşırken denizde, yosun rengi olmalı denizin gözleri.

Solgun , kızıl ve kırık yeni ayın şavkı düşmeli denize, titrek alevli bir mum gibi parlarken adanın göklerinde.

Adanın yeni gönüllü sürgünleri, eski taş plaklarda kalmış ada şarkıları söylemeli .

Çamlar arasından süzülürken mehtap, ada sahillerinde bir kız beklemeli gözleri, yakınlaştıkça uzaklaşan eflatun ufuklarda takılı.

Kadehlerde kalan son kankırmızı şarapları dökmeli denize,

Bıçak saplı yürekleri , oltaların ucuna takıp da denize fırlatmalı,

Yosun gözlü denizin koynuna usulcacık salıvermeli yorgun ruhları,

Gelenlerle tutunup birbirine halay çekerek, beklemeli sonra da...

Gözyaşları kahkahaya dönerken, Egeden, Karadenizden, Anadolu’dan türküler söylemeli “herkesin bir derdi var yanar içerisunda “ dedikçe gözyaşları kahkahaya dönmeli yavaş yavaş…

Yüreklerini , yazıya dökülmüş sözcüklerinin arasında çoktan hissettiğin dostlarla sımsıkı sarılmalı vuslatın heyecanı ile. Halay, gittikçe büyümeli iki ucu açık...

Karadenizin mavisini katmalı sarışın güzel bir kadın, şiir dolu yüreği çıkıp geliverince ansızın . Adanın tepesinde ıssız ve kaybolmuş manastırdaki prenseslerin ruhları, gizemli küçük ve güzeller güzeli nazlı prensesi görünce çatlamalı kıskançlıktan...

Hüzünlü ve sarı güzlerin kadını sokulmalı sonra usul usul.

Göğsüne ve siyah dalgalı saçlarına yosma Gırnatanın en güzel güllerini takıp İspanyol kadınlarının kırmızı isyanlarını haykırmalı sonra.

Anadolunun , Ege’nin , Doğunun sadece gözleri ile konuşan kadınlarının siyah ve acılı öykülerini anlatmalı dimdik, vakur ve mağrur…

Düşüncenin, felsefenin, siyasetin ağır ustalarından biri soyut ve asil renkleri ile ışıtmalı ruhları ve yürekleri.

Beyaz martılara inat simsiyah ve ışık ışık bir karga konuvermeli hem de minnoşu ile ansızın. Fıldır fıldır , cin cin bakan gözlerinin ardındaki aklı ile kıskandırmalı bütün martıları…Bu kadar da olmaz ki canım, şıp diye en zor filmleri bile anında biliyor! Bu cin bakışlı kara karga bir daha ki toplantılara benden vize almalı!

Uludağ’ın zirvelerinden kopup gelen sıcak beyaz karlar, sevince, kahkahaya boğarken gönülleri…

Entel bir Gülizarım çingenem , en canlı pembelere, en ateş rengi turunculara, en ışıklı sarılara kesmeli ortalığı; doyumsuz şivesi, yakası açılmadık gün görmemiş esprileri, en kocamınından küpeleri ve pullu yemenileri , 100 tane en 24 ayarından şıkır şıkır altın bilezikleri ile...

Şarkılar söylemeli renk renk, ışık ışık, aşka sevdaya hüzne sevince hasrete dair, o gönüllü sürgünlerin adasında , haziranda bir Yağmur Zamanı.

Şarkıların sözünü veren kadın usul usul terennüm ederken o en güzel aşk bestelerini

Ve edalı bir sessiz çığlığın en güzel tonları yükselirken adanın göklerine…

68’ lerden kalmış uzun saçlı ve yakışıklı beyaz saçlı bir adam çıkıp gelivermeli ansızın

“ Bir gün belki hayattan…geçmişteki günlerden bir teselli ararsan” diye inletmeli ortalığı gümbür gümbür sesi ile…

Üstadlar varken yani sahnede …Gökyüzü bile usul usul ağlarken hüzünle… Çömezlere müziğin sözü düşer mi bilinmez ama vokal yapmalı altın kızlar korosu; dostluğun sevinci ve birazdan hasrete düşecek olmaya dair hüzünlü sözleri ile…

Bir martının kanadına takılıp da gelmeli, türkuaz bir yürek.

Hem de bütün “lazım”ları elinde…

Küçük sevinçleri ile yeniden yeniden boyamalı yürekleri baştan aşağı türkuaza…

Kocaman siyah gözlü bir kadın tangolar söylemeli, eski taş plaklardan fırlayıp da gümbür gümbür…

Ve aşıklar dansetmeli, Arjantin usulü…

Rengarenk , ışık ışık topladığımız tüm kabukları yeniden yosun gözlü denize fırlatmalı…

Sarı hüzün, mor sevinç, türkuaz ışıklar, aydınlık beyazlar ,uludağdan adaya düşen beyaz sıcak karlar, ilk kez keşfedilen bilinmedik nice soyut renkler saçılmalı gönüllü sürgünlerin adasına...

Ve sonsuza dek dolanıp durmalı rengarenk anılar, adanın göklerinde martılara nisbet.

Bir kadın,

ada faytonlarının yorgun atları çoktan uykuya daldığı zaman,

yosun gözlü denizin mavi koynunda uykuya sokulup,

martıların telaşlı çığlıkları ile uyanmalı her sabah…

Ve kumsaldaki unutulmuş rengarenk kabukları her gün

yeniden

Yeniden…

Yeniden toplamalı…







Onbeş yıllık eskilerde kalmış bir düşü bana yeniden yaşatan, bu gönüllü sürgünlüğün mimarı sevgili kokoşum Sema Şener’e, onlarla çoğalıp zenginleştiğim, yepyeni renklere bulandığım eski ve yeni tüm Milliyet Blog dostlarıma sevgilerim ve teşekkürlerimle…

 
Toplam blog
: 171
: 2319
Kayıt tarihi
: 15.02.07
 
 

Düşünen, üreten, kendine, insana, çağına sorumlu, tavırlı, taraflı , çağdaş ve yüzü aydınlığa dön..