Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ağustos '07

 
Kategori
Mizah
 

Görücü usulü kız istedik (3)

Görücü usulü kız istedik (3)
 

Öyle sıkılıyorum ki. Her şey yapma. Sırayla hâl hatır sormalar filân benim bütün hevesimi aldı götürdü. Yahu kardeşim biriniz, ikiniz sordunuz, hâlimiz ortada işte! ''İyiyiz'' dedik ya, niye hepiniz teker teker aynı soruyu hepimize sorarsınız da içimizi karartırsınız, bizi yorarsınız?

Bunların birbirine güveni yok. Birine verilen cevap diğerlerini tatmin etmiyor. İlle de kendileri soracaklar. ''Allah'ım yarabbim, sabır ver de helva yapayım!'' diye düşündüm bir ara. Evdeki asmanın koruğuyla...

Yalan söylüyorsam ne olayım, 9. veya 10. şahıs benim nasıl olduğumu sormaya başlayınca koptum artık. Pimi çekilmiş el bombası patladı sanki. Ama fazla hasar yok. Sadece şaşkın bakışlı insanlar.

''- Nasılsınız Mustafa Bey? İyisinizdir inşallah!'' diye bana sorunca o tanımadığım kadınlardan biri,

''- İyiydim ama yavaş yavaş kötüleşmeye başladım. Bir adama da on kere nasılsınız diye sorulmaz ki... Deminden beri ''iyiyim'' diyorum, sıkıldım artık.''

Bizimkiler kendi aralarında mırın kırın etmeye başladılar. ''Bu Mustafa'nın böyle yapacağı belli idi. Keşke onu getirmeseydik.'' gibi mırıldanmalar.

Ama ''Nasılsınız, iyi misiniz hoş musunuz, dolu musunuz boş musunuz?'' faslı bıçak keser gibi kesildi. Geriye 3-4 kişi kalmıştı ama sabredemedim. Düşünebiliyor musunuz 10 kişi 6 kişiye teker teker soruyor. Altmış kere aynı sorular ve cevaplar. Böyle örf mü olur, adet mi?

Evin büyükleri bir iki kişi sorsun söyleyelim. Ötekileri de bir tanıştır mübarek. Kim bunlar? Devamlı soru soran, etrafa samimi olmayan gülücükler saçan kişiler. Bu kadar insanın ne işleri var salonda.

Bu sırada kız içeri girdi, elinde bir tepsi ile. Tepsi de ince belli çay bardakları ile dolu. Bir diğer kız da kurabiye, poğaça getiriyor tabaklarla. Arkadan meyveler filân.

Kız çayları dağıttıktan sonra yine gitti mutfağa. Kapı aralığından bizleri gözetliyor. İçimden ''Allah senin melânı vermesin! Rezil kız, saklanıp duracağına gelsene şuraya, bir iki kelime konuş da sesini duyayım.'' diyorum. Kız duymuyor tabii. Ben artık bir odaya kapanıp konuşmaktan da caydım, yanımıza gelsin otursun, ona da razıyım.

Kızın babası bana Almanya'da ne iş yaptığımı soruyor ben de anlatıyorum. Adam devam ediyor sormaya,

''- Türkiye'ye ne zaman temelli döneceksiniz?''

''- Vallahi işlerimi bir düzene koyayım, ondan sonra.'' oluyor cevabım.

''- Ama biz Almanya'ya kız vermeyiz. Bugün söz keselim, siz 1 yıl içinde temelli dönün o zaman da nişan ve düğünü yaparız.'' diyor.

''- Yani benim işlerim düzelse de düzelmese de hemen geri mi dönmemi istersiniz?''

''- Eeee... Biz kızımızı dışarı vermeyiz.''

''- Ben hiç gitmeyeyim Almanya'ya. Siz bana burada güzel bir iş açın, geçeyim onun başına. İşler düzelinceye kadar da her hafta yüklü bir harçlık verirsiniz artık''

İşte bu sözlerim bir el bombasının daha patlaması gibi oldu. Herkes birbirine bakıyor ve kendi aralarında da konuşuyorlar. Ortalık Zekeriya Beyaz Hoca'nın katıldığı TV açık oturumuna döndü. Bizimkiler artık kalkma hazırlıkları yapıyorlar.

''- Abla bir dakika, şu cümlemi bitireyim de öyle kalkalım.'' dedim ve devam ettim.

''- Beyefendi biz buraya kızınızı tanımak için geldik. Siz olayı kız istemeye, söz kesmeye getirdiniz. Kızınız mutfakta saklanıyor, kapı arasından burayı gözetliyor. 'Nasılsınız, iyi misiniz'le akşamı bitirdik. Kızınızla iki kelime konuşmamıza izin vermediniz. Buraya gelmemizin, sizi ziyaret tememizin amacı buydu.

Ama nasip değilmiş. Ben Almanya'dan ne zaman temelli döneceğimi, sizin kararlarınızla değil kendi hür irademle tespit edeceğim. Bu arada kızınızla tanışma fırsatı verseydiniz, hayırlı bir durum olsaydı, evliliğimizden sonra ne zaman temelli döneceğimize de ikimiz karar verirdik.

Neyse bize müsaade. Kusura bakmayın sizi biraz yorduk. Tanışmış olduk ama belki de ömür boyu birbirimizi görmeyeceğiz. Bugün de bir anı olarak kalsın böyle.''

Cümlelerim bitmeden bizimkiler ayaktaydılar. Bitince harekete geçtik. Ablamın koltuğunun altına çiçeklerimizi ve çikolata kutumuzu koymuşlar. Şaşırdım tabii.

''- Çok ayıp ediyorsunuz. İsterseniz ufak hediyemizi atın ama bize geri vermeyin. Bizim de içtiğimiz çayı ve yediğimiz poğaçayı geri vermemizi isterseniz, o biraz zor.''

Ablam çiçeği ve çikolata kutusunu elinde tutuyor ama vermeye hevesli değil. Elinden çekip aldım ve orada koltuğun üzerine bıraktım.

Benim her bir şeyi bildiğini zanneden akıllı ablam, merdivenlerden inerken bana kızıyordu,

''- Çikolatamızla, çiçeğimizi niye bıraktırdın?'' diye.

Sahi biz bir kutu çikolata ve bir çiçek buketi ile kızı istemeye gittik, vermediler, niye hediyemizi geri almadık?

İşte bu düşüncelerden kurtulmalıyız artık. Hediye verildikten sonra geri alınmaz. Evlilikler; kız ile erkeğin birbirlerini tanıyıp, kaynaşmalarına fırsat verilmeden, ana, baba ve akrabaların arzusu üzerine kurulmaz. Her şeyin inceden inceye düşünülmesi gerekir. Kutsal bir müessesedir. Pazardan alışverişe benzemez.

O günden beri Emine Abla'yı bir daha görmedim. Zaten bizim mahalleden de taşınmış. Ama bana yaptığı yamuğu da unutmadım.
SON

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=55549
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=55596

 
Toplam blog
: 324
: 2811
Kayıt tarihi
: 10.04.07
 
 

06. 06. 1945 İzmir doğumluyum ve İzmirli olmaktan da gurur duyuyorum. 1968 yılında birkaç yıllığın..