Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Nisan '14

 
Kategori
Anılar
 

Gülharrin (Ortaköy)'de neler yaşadım?

Gülharrin (Ortaköy)'de neler yaşadım?
 

Brezilya'da


Tozlu, dar, gübre yığınlı, köy sokaklarında yürüyorum. Horoz ve tavuklar, gübre yığınlarını eşeleyip duruyorlar. Yabancı gören köpekler havlıyor. Kılavuzluk eden öğrenciden güç alarak yürüyorum. Nihayet muhtarın evine geldik. Yeşile boyanmış küçük pencerelerden içeriye ışık sızıyor. Uzun  oldukça  büyük bir oda. Belki de köyün en büyük odası. Duvar diplerine keçeler atılmış, ortası boş ve tabanı toprak. Köşede, bir döşek, Muhtar Şerif oturuyor. Uzunca boylu, esmer; giyim kuşamıyla diğer köylülerden ayrılıyor. Kravatlı. Kravat, ona resmi bir kimlik kazandırıyor. Dudağından sigara hiç düşmüyor. Kendine   güvendiği her halinden belli. Bir taraftan da kaçak tütünden sigara sarıyor, tabakasına dolduruyor. Diğer köylüler de aynı şekilde hiç durmadan sigara sarıyorlar. İçilen sigaraların izmaritleri, ortaya atılıyor. Zaman zaman gençlerden biri kalkıyor; toprak zemindeki izmaritleri süpürüyor. Süpürgeyle tozlar, topraklar uçuşuyor. Oturanlar, bu tozlu, kirli havayı soluyorlar.

Yemek geldi. Bulgur pilavı, pilavın üzerine de yağda pişmiş yumurta konulmuş. Yarım yıkanmış bir tabak beyaz üzüm, bir tas bulanık su, yiyeceklere sinekler üşüşüyor. Gençlerden biri elindeki kirli havluyla sinekleri kovalamaya çalışıyor. Muhtarla ben yemeğe oturduk. Diğerleri bakıyor. Tastaki bulanık suyun içmek için getirildiğini öğrenince ne yapacağımı şaşırdım. Başka içecek su da yoktu. Bu insanlar, yıllardır bu sağlıksız suları içiyorlardı.

Yemekten sonra köyü daha yakından tanımak için dışarı çıkmak istedim. Köylüler, olmaz Öğretmen Bey, bu sıcakta dışarı çıkılır mı, dediler. Güneş kavurucu, insanın beynini pişiriyor. Gölgesinden yararlanılacak tek dal yok.

Akşam oldu. Yataklar, dama serildi. Muhtar iki üç basamakla çıkılan “taht”ta (tahta karyolada) yatıyordu. Karanlıkta, sokakta birileri dolaşıyor; köylüler, bağırarak birbirlerine bir şeyler anlatıyorlar, tartışıyorlar. Tartışmanın da ötesinde ağız kavgası ediyorlardı. Biri diğerine “kelp ibni kelp*(köpek oğlu köpek) diyordu.

Sabah olur olmaz, Mardin’e dönmek üzere yola çıktım. Güneş, insanın beynini kaynatıyor. Mendilimi çıkarıp başıma bağladım. Bir saat kadar bekledim. Bu bir saat, bana bir yıl kadar uzun geldi. Uzaktan bir araba göründü. Benden birkaç adım ilerde durdu. Bayram çocukları gibi sevindim. Köyün Nusaybin yolu üzerinde olması, yalnızlığımı bir derece olsun unutturuyordu. Bu özel arabaydı. İçinde bir teğmen, bir de yüzbaşı vardı. Yüzbaşı bana dönerek:

__Öğretmen misiniz?

 __ Evet.

__Yeni mi geldiniz?

__Yeni geldim.

Birbirlerine baktılar. Bu bakışta, bu kadar genç, deneyimsiz öğretmen, bu köyde ne yapabilir anlamı vardı. Ya da bana öyle geldi.

Mardin’de ,maarif memurluğuna (O yıllarda ,maarif müdürü tüm ilin eğitim-öğretiminin sorumlusu; maarif memuru ,sadece ilköğretimden sorumluydu.) gittim.Maarif memuru, ( şimdiki ilçe milli eğitim müdürü) yaşlıca,babacan biriydi.Göreve başladığımı bildirdim; okullar açılına dönmek koşuluyla Mardin’den ayrıldım.

Okullar açılınca istemeyerek de olsa Mardin Gülharrin (Ortaköy) ‘e döndüm.Bir gün ,ders bitti; çocukları evlerine gönderdim.Güneş batmak üzere alacakaranlık ,köyün sessizliğini bozan çığlıklar yükselmeğe başladı.Ne oluyor ,diye sorduğumda muhtarın oğlunun vurulduğunu söylediler.Bu arada köylü sinmiş ; evlerine çekilmişti.Yalnız muhtar taraftarlarından iri yarı Sait,elinde neredeyse döşeme kalınlığında bir sopayla okulun bahçesinde dolaşıyordu,o anda karşı taraftan kimi görse öldürebilirdi.(Bize,öğretmen okulunda ,köyün sorunlarıyla ilgileneceksiniz; köylüye rehber olacaksınız denilmişti.Başka bir deyişle salt çocukların eğitim-öğretiminden değil,köyün sorunlarına da el atacaktık).Sait’e –sanki beni dinleyecekmiş- davranışının doğru olmadığını ,haklarını yargı yoluyla aramaları gerektiğini söyledim.

Muhtara karşı olanlar,Sait’le konuşmamdan rahatsız olmuşlar,onun tarafını tuttuğumu sanmışlar; beni ölümle tehdit ettiler.Okulda,tek öğretmendim.Tek sınıflı bir okuldu.Tüm 1,2,3,4,5. sınıflar,bir sınıfta topluca ders görüyorlardı.Bir sınıfa ders veriyor,diğer sınıflara da ödev veriyordum.

Okulun bir yanı da suyu,tuvaleti,mutfağı olmayan bir odalı öğretmen lojmanıydı Ölümle tehdit edilince çok korktum;ama yapacağım bir şey yoktu.Cesaretimi topladım,lojman tarafına geçtim. Akşam olmuş, karanlık basmıştı.Kimse görmesin diye petrol lambasını yakmadım.Biraz sonra kapım vuruldu.Tamam dedim.Kapıdan gelip beni öldürecekler.Kim o dediğimde,jandarmayız ,dediler;ama inanamıyordum.Konuşmaları,köylülerin ağızlarına benzemiyor; daha temiz bir Türkçeydi.Jandarma olduklarına inandım ,kapıyı açtım; jandarmaları karşımda görünce rahatladım.Artık,devletin gücü,arkamdaydı.Oysa ,en güvenli günün o gün olduğunu anladım.Her iki taraf da birbirlerinden korktukları için o gün kimse evinden dışarı adımını atmamıştı.

Jandarmalar okulda yatıp kalktılar.Onların benimle olmalarıyla rahatladım.Ertesi gün,Kasır ‘dan Jandarma komutanı astsubay geldi,cinayeti kimin işlediğini soruşturdu.Cinayetten 16 kişi suçlanıyordu.Astsubay tümünü ip halatlarla bağlayarak Mardin yolunu tuttu.Mardin, Gülharrin ’e ( Ortaköy) 13,8km olduğunu İnternet’ten  öğrendim.Demek ki 2,5-3 saatlik bir yolu tutuklu kafilesi yaya yürümüş.Ben de Mardin’e gittim; maarif memuruna ,olayı anlattım.Köyde kalamayacağımı ,can güvenliğim kalmadığını söyledim.Anlayışla karşıladı, Mardin’de olaylar yatışıncaya değin kalabileceğimi söyledi.Birkaç gün Mardin’de kalıp köye döndüm.

Tam anımsamıyorum ,aradan bir iki  ay geçti; vali,beni makamına çağırdı,köyün muhtarlık mührünü,yüzüme bile bakmadan bana uzattı.19 yaşında böyle sorunlu köyün muhtarı da oldum.

 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..