Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

20 Mart '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Gündem

Gündem
 

Kendi sesinizi dinlediğinizde sanıyorum tonundan siz de hoşlanmuyorsunuzdur. Resimlerdeki hallerimiz içinde durum aynıdır. Hep daha "yaşlı bir resimdir" bizim için. Aynadaki halimizse "an"dan, 30 yaşından sonra ve arttıkça artan oranda, 10 yıldan başlayan "geçmiştir". "An" buluşması, sonsuzluk öncesinde gerçekleşir. Dünyadaki herkes kendisi için bir "geçmişi" yaşar. "Geçmişten atılan adımlardır" yarınlar da. Sanıyorum o yüzden Irak'taki bir milyon insan henüz daha kimse için ölmedi. Deprem de olmadı çoğu insan için.

**

Kendine asılanların asalak dünyasında yaşamaya itilsek de, sorgular için çok fazla nedenimiz var mı acaba? "Senin ne düşündüğün önemli benim için". Evet, seviyorum bu cümleyi. Ama bana kendi düşüncelerini söylemiyorsan eğer... Büyük bir olasılıkla da öyledir zaten. Olsun, benim sevdiğim diğer bir cümle var; "yalanlar dinlemeyi severim".

Ama nedense sevemediğim cümlelerde vardır. Şu yazar bunu söylemiş, şu düşünür bunu düşünmüşle başlayan cümleler. Neden sevemedim, tam olarak bilmiyorum ama, Ay'a gidilmeden önceki yaşamların ve düşüncelerin çok azı günümüze ışık verebilir diye çokca düşünmüşümdür. Karanlıkta kaldığımıza bakılırsa; ya adamların söyledikleri incir çekirdeğini doldurmamış ya yalan söylemişler ya da söyledikleri Irak'ta bir milyon insanı öldürmede kullanılmış. Ama bu tür cümlelerle yazmaya başladığınızda da edebiyat farelerinin çok hoşuna gidiverir, "ben bu sözü söyleyen adamın bir kitabını okumuştum" der, oracıkta herşey oluverip biter. Yazan; ellerde, avuçlara sığmayan hoşlantılarda gezinip havasını basar. Bırak bassın havasını da, ya ölenler? Bilgi ne içindir?

Kitap okumak aynı zamanda yazara başkaldırıdır. Birilerinin okuduklarından tanırsanız bir kitabı, bağlısınız demektir. Günümüzde zaman hızlanıp kısalınca, kitap okumaya dönemiyoruz çoğu zaman.

Kitap insanı da kucaklamalı hani, ben buradayım demeli, boğmadan. Herşey hızlısında çok değişti günümüzde. Yeni olmalı kitap, yeni birşeylerden bahsetmeli. Hiç eskimeyen klasikleri ayırdıktan sonra kaç kitap kalırdı sizce?

Bana "yeni"den bahsetmeli kitap, evet, yeni olandan. Hani, "yeni milyonlara" alışmadan, alıştırılmadan diyorum; yeni. Bıkkınlık vermeyen tekrarların içinde boğulmayı göze almış olmanız sizi cesur yapar, ama mert yapmaz.

Kendi tekrarım: Cesur insan her düşündüğünü yapandır; ama mert insan yaptığını düşünendir!

**

Çanakkale şehitlerimizi şükranla anıyorum. Ne yazılsa onlar için azdır. Ama, "Çanakkale benim, Kurtuluş Savaşı sizin olsun" diyenler, ve üstelik savaşın zafer taşını işleyen o büyük insanı yok sayarak bunu yapanlara nankör derim.

O büyük insan Mustafa KEMAL'den söz ediyorum. Bazı düşünce kalıplarının kapıları çelik zincilerle döğülmüş ve beyin hücrelerine bazı fikirlerin allerjik düşünceler olmasına lafım yok, ama tarihi değiştirerek ve insanları yanıltarak nereye gidilmek amaçlanıyor; üstelik zorlayarak bizleri de...

Tarihi yapanlar, tarihi bilenlerdir. Tarihi bilmek geçmişi bilmek değildir. Tarihi bilmek, geleceği tahmin edebilmek, olabilecekleri öngörmek, en iyi olasılıktan en kötü olasılıklara göre söylevler geliştirebilmektir. Tarih varsayımlar üzerine kurulmaz, öngürüler üzerine kurulur. Savaşların en büyüğü Başkumandanlık Meydan Savaşıdır. Dünya tarihinin doğu-batı hesaplaşmasının adıdır. Bu savaşın nasıl kazanıldığını hepimiz biliriz , ama Çanakkale'de Osmanlı ordusunun baş kumandanın bir Alman olduğunu nedense unuturuz. Yine, aynı Almanın Hayfa'da, Osmanlı ordusunu, Mustafa KEMAL'in onca uyarılarına rağmen, kırdırdığını da bilmeyiz nedense. Osmanlı o savaşta resmi olarak bitmiştir. Batıdan aldığı ilk borçla biteceği anlaşılmıştı zaten.

**

İnsanlar ne çok seviyorlar kendine asılmayı. Buna ego deyin, veya başka şeyler söyleyin ama, kendine asılmak, başkalarını çiğneyip geçmeyi gerektirir. Geçmişte gezinen dünyamızı günümüze getirecek buzlu su suratımıza çarptıktan sonra öğreniriz bazı gerçekleri. Onkoloji polikliniklerinin önünde sıra yapmış insanların kaçta kaçı kendilerini bulan hastalıklarının başlarına geleceğini düşünmüştür? Üstelik sigara içerken kaçta kaçımız amansız bir hastalığın pençesine düşüneceğimizi düşünürüz?

Hayata karşı mert olmalı, cesur değil.

Sigaraya karşı "hayır" demeyi sürdürüyorum.

Doğa acelecedir.

Doğa aceleci davranır çünkü evrim sanılandan daha hızlı işler-yürür. Türler sıkça yok oldukları gibi, yeni ve çevreye uyumlu türler hızla çoğalır. Bu kış çoğumuz belki de yıllardan sonra ilkkez grip olduk, hastalandık. Çünkü küresel ısınma- küresel son diyorum- sonucunda, ilkbaharda aktifleşen bir çok mikrobik ajan, "kışın" etkin olunca, bizim bedenimiz evrimde geri kalmıştır. Küçük canlılar herzaman daha hızlı evrimleşir. Grip için yüz tane aşı geliştirirsiniz, çok kısa bir süre sonra yüzbirinci virüs ortaya çıkar örneğin.

İnsan evrenin zehirli dikeni gibi davranmakta, evrim ateşiyle yanmayı beklemektedir. Kendine asılan insanların yüzünden yaşanacak bu sonun adı acizlik olacak. İnsanlığın yüzüne çarpacak buz kalmadığında...

Birgün anlamını yitiren bir soru olacak; "ölmüşde, yaşıyor mu?" Yeni nesillere bırakılacak bir dünya kalmayacak. Sizin, giderken birşeyler bırakmanızın bir anlamı da. Gazetelerin arka sayfalarında küçük sütunlarda başlık: "Buzullardaki çözülme geri dünüşümsüz!"

Aylar sonraki manşetleri görelim.

**

Gündem deyince kuşatmaların neferlerinden de bahsetmeden olmaz şimdi.

Efendim, son zamanlardaki gündüz tv kuşaklarında, kadınlar kavga-gürültü birşeyler anlatmakla meşgüller. Ama önce aklıma gelivereni de not düşeyim. Sekiz martta bir tv kanalının bayan spikeri programını açarken aynen şu cümleleri sarf etti: "Sekiz martın benim için hiç bir önemi yok. Son derece anlamsız bir gün".

Eee, ne bilsin hanımefendi; "o gün" için hemcinslerinin hapisanelerde süründüklerini, canlarını verdiklerini, emeklerine sahip çıkabilmek adına dövüldüklerini. "Herşey hazır" gelince tabi, Avrupa'dan önce, kadınlara "seçme seçilme hakkını" veren o büyük insanın da pek önemi yoktur o bayan için. İngiltere'de yüzyıl önce, "kadınları, erkeğin üremesine yardımcı olan bir hayvan" gözüyle gören soylular yüzünden yaşananları ne bilsin garibim, hazırcılar işte: Kızamıyor insan:)

Tv'lerde sabah saatlerinde alışıldık, "çekirdeğin içini bir türlü dolduramadık" kuşağı vardır bilirsiniz. Oradakilerden, birinde, adamın biri uzun mikrofona tükrük sıçratarak şöyle diyordu: "Benim herkese saygım vardır, beni dinleyeceksin! dinlemek zorundasın!"

Yine bir başka programda, eskilerden pulsuz kalmış biri: "Aşağlık kadın, evimi açtım sana. Bana bunu nasıl yaparsın!"

Yine başka bir programda, çok zeki ve eski gazeteci, doğal saçlı kadın, spiker bayana: "Üzerinle oynama, çok güzelsin bebeğim".

Böyle sürüp gitmekte...

Sahi bu ülkede neden bir tiyatro radyosu yok? TRT'nin elinde 30 yıllık yüzlerce klasik eserin tiyatro oyunu var. Eminim çürümekte. Akıllı biri çıkıpda TRT'den bu oyunları alsa, bir radyo kursa, bu oyunları yayınlasa, ne iyi olurdu. Şu "olanak" denen şey, "olanaksız insanların" elinde ne hale geliyor, ah...

Sanat gibi...

"Sanatçıyım" diyerek ortalıkta gezinenlerin sanatı ne hale getirdikleri gibi...

**

Yazımı çok sevdiğim bir şiirle, hatta iki şiirle, yok yok, tam üç şiirle bitirmek istiyorum. Şair Ahmet Erhan, Mersin doğumlu ve Ankara'ya göç etmiş. Ama Akdeniz rüzgalarını ceplerine doldurmuş olmalı ki giderken, ikindi esintilerini cebinden çıkardığında yerlere saçılanlardan iki tanesini burada yazmak istedim.

Şarkılardır şiiri sevdiren.

Son şiirse sayın Turgay Fişekçi'den. Her bahar şiirleri aklıma düşen şaire saygıyla...

sağlıcakla kalın.(Birtek şairler herşeyi söyleme hakkına sahiplerdir. Onların kelamları her kapıyı uyan birer anahtar gibidir çünkü)

kalırsa bir soru kalır benden
yanıtı var mıdır ?
denizine, göğüne, toprağına
uçanına, kaçanına bu dünyanın
kalırsa bir soru kalır benden
ölüm gelir, gün akşama kavuşurken

kalırsa bir soru kalır benden
yanıtı var mıdır ?
yazar elim upuzun bir şiir
söyler dilim içli bir türkü
kalırsa bir soru kalır benden
gökte yıldızdır o, toprakta gömü

kalırsa bir soru kalır benden
bir de üç beş şiir, iyi kötü...

***

uyandım, dağlarda duman
ovada sabahın tütsüsü

deniz ürperiyor uzaktan
koynunda güneşin gülü

kanat kanat dağılsam
unutmam kendi göğümü

gelirsin bana sulardan
yüzünde yosunların tülü

yaşamak, seni seviyorum
demenin başka türlüsü..

***

Yağmurlu günlerde seviş benimle

Kuşlar çinko damı gagalarken

Tenimin kokusunu değiştiren yağmurlarda

Sıcak öğlesonlarında seviş benimle

Buhurlar tüterken tenimden

Yanan toprağın buğusu soluğumken

Bahar günleri dereboylarında seviş benimle

Kestane saçlarında kelebekler asılıyken

Yaz geceleri kurumuş dere yataklarında

Sıcak kumlar yatağımız , söğütler çatımız , duvarımızken

Ne olursa olsun sabahları seviş benimle

Dinlenmişliğin gücü kaslarında

İçinde ne varsa dökmenin hazzıyla saran

Sonra ilk kez görür gibi algılaman için

Her sabah öylece bırakayım seni dünyaya

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..