Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mayıs '10

 
Kategori
Turizm
 

Güneydoğu Anadolu sevdası

Güneydoğu Anadolu sevdası
 

Hasankeyf'ten bir görünüm


Hiçbir sevgi, vatan ve millet sevgisinin üzerinde değildir.” –Mustafa Kemal ATATÜRK

*
İstanbul’da Senirkent Eğitim ve Dayanışma Derneği’nin aylık toplantısında duyurduğu ve neden sonra gerçekleşebilen Güneydoğu illerine gezi topluluğuna katıldık.

07 Mayıs 2010 günü Sabiha Gökçen Havaalanı’nda 6.00’da bindiğimiz uçak, saat 07, 23’de Gaziantep Havaalanı’na indirdi. Otobüse kıyasla rahat oldu! Önceden anlaşmaya varılan Turhande Turizm ve Seyahat Acentesi sahibi, kılavuzumuz, tur operatörü ve emekli öğretmen Mehmet Gebel, bizi otobüsüne aldı, gezi program dağıttı ve kimi açıklamalarda bulundu. İki gece üç gündüz sürecek olan ve kısa sürede 5 il gezeceğimiz geziye 32 kişi katıldı. (İstanbul esnafından Sezai Arıcı da dâhil edildi.)

Üç üniversiteli Gaziantep’e 20 km’lik yolda ilerlerken sanayi ve turizm kenti olduğunu öğreniyor ve sıcakkanlı insanların yaşadığını duyuyorduk. (Nüfus: 1.121.000) Solumuzda hoş görüntülü doğa güzelliği yanında besicilik yapılan mekânlar göndü. Barak ovaları, sözcükleri empatik geldi. Tarihi ipek yolunda ilerlediğimizi de duyumsadık. Kent, oldukça yoğun göç aldığı söylenirken solda ağaçlıklar arasında mezarlık bir başka anlamda göründü. Ayrıca Gaziantep, yoğun göç alan sanayi ve turizm kentimizdir.

Bir otele girdik ve kahvaltı yaptık. Zeugme mozaik merkezine gezdik. Mozaikten oluşan tabloları inceledik. Üç ilçeden oluşan Büyükşehir’de sağlık kurumlarının çokluğu gözden kaçmadı. Aracımız kentte ilerlerken Karayılan Anıtı, Uğur Plaza ve Şehit Kamil Anıtı yakınından geçtik. Kent içinde raylı sistem çalışmalarının sürdüğünü gördük. Kale yakınında konuşlandık.

Görmek ve incelemek amacı ile Kale’yi tırmandık. Kaletünel’de Kurtuluş Savaşımızın özgün görüntülerini ilgiyle inceledik. Tik tak sesleri apayrı bir armoni yayan bakırcılara uğradık. Bakırcılık sanatının nasıl yapıldığını inceledik. Kimi alışverişler yapıldı. Ne ki piyasa İstanbul’dan ucuz değil. Çarşılar gezildi. 12 km uzunluğundaki mesire parkı, görüldüğü kadarı ile zaman geçirmeye değer. Yanındaki kavaklığın da görkemli bir görüntüsü var.

Batıya doğru düzenli bir yapılaşma arasında İbrahimli’de aracımızla ilerlerken kılavuzumuz kimi bilgilendirmede bulundu. Gaziantep adıyla özdeşleşen tur sahibinin ikramı baklava dilimlerini tadarken Şanlıurfa’ya gitme amaçlı yola koyulduk. Yol boyu bitek Barak Ovası’nı fıstık ve zeytin ağaçlılarının bezediğin gördük. Sağımızda Nizip ilçesi göründü. Birecik Barajı ve Fırat nehrini selamlayarak otoban rahatlığında Mezopotamya bölgesinin verimli topraklarında da göz gezdirdik.

(Baraklar Kökenleri Oğuzlardan gelmektedir. Benim köyüme de ad olan bir boydur. Otlukbeli Savaşı sonrasında bir bölümü Anadolu’ya göç eden Barak Türkmenleri ya da Baraklar, Oğuzların sağ kolu Bozoklar’dan Yıldızhan Oğulları’na bağlı Beydilli boyu içerisinde yer alan oymaklardandır.

Barak Göç Destanı, bir tarih niteliğindedir. Horasanda yaşarlarken siyasi nedenle ya da bir kuraklık sonucu 16. yüzyılın başlarında Anadolu’ya geldikleri savı kanıtlanmıştır. Karkamış'tan başlayarak batıda Oğuzeli'ne, Kuzeyde Nizip-Birecik asfaltına kadar uzanan güneyde Suriye tepeleriyle çevrili geniş düzlüğe Barak Ovası adı verilir. Verimli topraklardır.

Barak adına, Halep Türkmenleri arasında Kanuni devrine ait kayıtlarda rastlanmaktadır. Gaziantep ilinin İslâhiye, Karkamış, Nizip, Oğuzeli ilçelerinde; Şanlıurfa’nın Birecik, Bozova, Halfeti, Suruç ilçelerinde (Birecik ilçesinin Bağlarbaşı köyünde); Adıyaman ilinin Besni ilçesinde özellikle Kızılin, Ören köylerinde; Nevşehir ili Hacıbektaş İlçesi Aşağıbarak (Büyükbarak) ve Yukarıbarak (Belbarak) köylerinde; Samsun ili Vezirköprü ilçesi sofular köyünde yaşamaktadırlar. Kendilerine özgü zengin bir sözlü kültüre sahiptirler.

Kültürlerinde kendi adlarıyla anılan Barak uzun havaları önemli yer tutar. Bu yolla kendilerine ait bütün bilgileri, sözlü olarak sonraki kuşaklara ulaştırmışlardır. Ünlü ozanları; Karacaoğlan, Dedemoğlu, Kılınçoğlu, Dadaloğlu ve Garip'tir. Gaziantep gezimiz sırasında dikkatimi çeken önemli bir durum; Gaziantep ve yöresindeki birçok eşyaya ad olan sözcükler, konuşma ve yazma dili ve konuşulan ağız, kimi gelenek ve görenekler, köyüm olan Aşağıbarak ile örtüşmektedir.

Baraklar, uzun süre tarımla uğraşmış olmalarına karşın konargöçerlik geleneğini günümüze dek taşıdılar. Sünni olmalarının yanı sıra inançlarında Alevilikle ilgili birçok iz ve etki göze çarpar. Din konusunda laik, hoşgörülü bir anlayışları var. Yerleşik oldukları bölgede tarım ve hayvancılık ile uğraşmaktalar; üzüm, fıstık, zeytin yetiştirmektedirler. Aşiret geleneklerine sıkı sıkıya bağlılıkları da sürmektedir.)

Şanlıurfa’nın Birecik ilçesi sağımızda kaldı. Sonra değiştirilen bir kararla dolanıp Birecik’e yöneldik. İlçede eski bir görüntü egemen. Fırat, ilçeyi yalayarak geçmektedir. Hani soyu bir türlü tükenmeyen, Kelaynak Kuşları Üretme İstasyonu’na geldik. Kayalıklarda ve sıcak bir ortamda yuvaları konuşlanmış kuşları gördük. Görevlinin coşkuyla anlattıklarını dinledik.

Senirkent Eğitim ve Dayanışma Derneği Başkanı ve aile dostumuz Ali Faik Aşçı, güzel bir konuşma yaptı ve gezinin gerçekleştirilmesinde adımı da öne çıkardı. Kimi konuşmalar yanı sıra şarkı, türkü ve şiirle düpedüz yolda renkli ve rahat bir yolculuk sürerken Seher Bezirganoğlu, mikrofonu alarak gezi düzenlemesi ile ilgili çalışmalarını özetledi. Sonra Şanlıurfa Organize Sanayi düzenli bir yerleşimde göründü. Daha çok tarım ürünleri sanayisinin yer aldığını öğrendik. Kente yaklaşırken yer yer kıraç ve engebeli alana rastladık.

***

Dağlar arasında Şanlıurfa göründü. (Nüfus: 427.000) “Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar…” türküsü, ister istemez dilimizden döküldü. Urfa’da kılavuzumuz Adnan Demirkol oldu.

Şanlıurfa’da Balıklı Göl ve çevresindeki kimi yerler gezildi. Balıklara yem atıldı. Fotoğraf çekildi. Ziyaretler yapıldı. Çarşılarda alışverişler gerçekleştirildi. Şal vb örtüler alındı. Akşam bir mekânda sıra gecesine gidildi. Ne ki müziğin verdiği rahatsızlık ve yemeklerin kalitesizliği yayında mekân da gözümüzü ve gönlümüz okşamadı! Genelimiz hoşnut olmadı! Keşke burası yerine Urfa kebabı yenecek bir yere götürülseydik! Akşam Harran Otel’de kaldık. Temiz ve düzenliydi. Sabahleyin kahvaltı sonrası yola çıktık. Eyüp Peygamber Külliyesi gezildi. Bir gerçek varsa o da Urfalı’nın ekmeğini taştan çıkardığı ve inanç turizminin burada oldukça yol aldığıdır. Kılavuzumuz, Eyüp Peygamber ile ilgili aktarmalar yaptı. Burasının da çok göç aldığı belli. Varoşlarından ilerleyerek kentten çıktık.

***

Mardin istikametinde yol alırken gölden ovaya su pompalayan kanalların üzerinden geçtik. Sağımızda uzanan uçsuz bucaksız Harran Ovası’dan gözlerimize yemyeşil görüntü taşınıyor. Kapalı kanallarla sulama ağının döşendiği ve verimli buğday üretiminin olduğunu öğrendik. Uzakta ceylanların vatanı olan Tektek Dağları upuzun uyanıyordu. Burada Arap kültürü baskın. Sol tarafta Harran Üniversitesi’nin yapıları konuşlandırılmıştır.

Kılavuz Adnan, duygusal Urfa türküleri seslendirdi. Ardından koro olarak “Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar” söylendi. Nağmeler kulağımıza gelirken görevlinin sunduğu içeceklerimizi yudumladık. Aracımız düzlükte ilerlerken illerimizle ilgili şiirler yorumladığım oldu. Tur Operatörü Mehmet Gebel, bir türkü söyledi. Onun kimi sözcükleri İçanadolu ağzıyla tümden örtüşüyordu. Bir bakıma Barak ağzı ve Türkmen kültürü de denebilir. Doğuyu Batıya bağlayan İpek yolunda ilerlediğimiz konusunda bilgi verdi ve Atatürk Barajı, bölge halkının aş ve iş bulmasında etkin olduğu vurgulandı. Bu çizgide yoğun yol yapımını olduğunu görerek Viranşehir ilçesine geldik. Kimi gereksinimler için kısa süreli dinlenme sağlandı.

Bir süre sonra Kızıltepe’deyiz. Ceylanpınar’ı gösteren yol işareti sağımızda kaldı. Yıllardır “Kızıltepe” sözü eden, bu yörede görev yapan ve şimdilerde Söke’de oturan şair yazar meslektaşım, kardeşim Abdülkadir Güler’i telefonla arayarak bilgilendirdim. Coşkulu sesiyle mutlu oldu! Mardin’de gazeteci ve fotoğraf sanatçısı Adnan Avuka adlı dostunu görmemi ve selam iletmemi söyledi.

***

Bir süre sonra Kızıltepe’deyiz. Ceylanpınar’ı gösteren yol işareti sağımızda kaldı. Yıllardır “Kızıltepe” sözü eden, bu yörede görev yapan ve şimdilerde Söke’de oturan şair yazar meslektaşım, kardeşim Abdülkadir Güler’i telefonla arayarak bilgilendirdim. Coşkulu sesiyle mutlu oldu! Mardin’de gazeteci ve fotoğraf sanatçısı Adnan Avuka adlı dostunu görmemi ve selam iletmemi söyledi.

*

Yolda ilerlerken hemen sağımızda Mardin Havaalanı var. Çağrışım oldu ve etkilendiğim bir olayı aktarmayı düşündüm: TRT’de 1986 yılında pazar geceleri yayınlanmış olan; ‘Doğu-Batı çatışması’ içerikli, ‘Mardin-Münih Hattı’ adlı, iz bırakan altı bölümlükbir diziyi anımsadım. Mardinli Türk genci Mustafa(<ı>Tanju Gürsu) ile Münihli sarışın güzel Alman kızı Petra (Nadja Smolik) adlı çiftin başrollerini oynadıkları, evlendikten sonra başlarından geçen ilginç serüveni yansıtmaktadır. Mustafa, uçakla Türkiye’ye dönmekteyken kendine kendine söylediği dizinin son cümlesi ders verir nitelikte ve derin anlamlı : " Bir hata yaptım ama nerede? ” Acaba bir insan hata yaptığında böylesi sorularla kendisini yargılayabiliyor mu?

*

İlerideki dik yamaçta Mardin göründü. Hem de alışılmışın dışında ve tepede bir görüntü. Şık bir görüntü de denebilir. Nüfus: 82.100 yazıyor. Kılavuz açıklaması ve ardından “<ı>Mardin kapısından atlayamadım...” türküsü… Sonra dağa tırmanma başladı. Yenimahalle ve yeni yollar… ve “Hiçbir sevgi, vatan ve millet sevgisinin üzerinde değildir. –Mustafa Kemal ATATÜRK” yazısı ve anıtı…

Biraz da coşkuyla Mardin Tepesinde dolandık. Girişte bir manastır gezildi. Sonra Mardin ilinin 4 km doğusunda yer alan Deyr-ül Zafaran’a ulaşıldı. O görkemli- bakımlı yapı ve mekânları, özel kılavuz anlatımında ve belli kümeler halinde gezildi. Süryani kavminin Ortodoks kilisesi olduğu ve Aramice aksanı ile konuştukları bilgisine ulaşıldı.

Bir süre dinlenme sonrasında Mardin’e girildi ve birkaç saatlik serbest süre verildi. Bu sürede eşimle kent sokaklarında gezindik. Antiksur adlı tarihi mekânın merkezi yöntem ağıyla açılışına katıldık. Kervansaray Surur Han’daki açılışı yapılan restaurantın işletmecisi Hayrettin Gündoğdu ve eşi Didem Hanım ile tanışma şansımız oldu. Bize ikramda bulundular ve konuk edeceklerini belirttiler. Kendilerine kitabımdan imzaladım. Oldukça mutlu oldular! İkram etmeyi seven sıcakkanlı insanlar var. Biricik kızları Elif’e sonradan kitap gönderdim. Turkcell Bayii ve Onur İletişim sahibi Necat Ülger, bizi işyerine davet etti. Çayımızı yudumlarken Mardin iline özgü olduğunu belirttiği Avea’dan Turkcell’e avantajlı geçişimizi sağladı. Adnan Avuka ile tanıştım. Arkadaşımın selamını ilettim. Çayını içtim. Kimi gazete ve ajansların muhabiri, aynı zamanda fotoğraf sanatçısı olan Avuka, birkaç yönden ve caddeyi fon alan fotoğrafımı çekerek CD ile bana verdi. Burada telefon açarak Abdülkadir Güler ve Avuka’nın öğretmeni olan Gürşen Kafkas ile görüşme yaptım. Böylesi değerlerle tanışmanın engin mutluluğunu yaşadım!

(Ayrıca İstanbul’da kitaplarımın basıldığı Akademi Yayıncılık’ın sahiplerinden Murtaza Nayıroğlu’nun Mardinli olduğunu hatırladım. Yayınevi’nin ortakları Yavuz Fırat ile Muharrem Kıran’ı ve arı gibi çalışanlardan Mehmet Kamış’ı da anmak yerinde olur.)

Serbest saatte alışverişler yapıldı. Badem şekeri ve sabun alındı. Mardin’den hareket ettik. Mardin Çimento Fabrikası’nın dumanları arasından süzülerek Midyat yönünde yola koyulduk. Dağlık ve engebeli yoldan kıvrılarak 1100 rakımlı Hop Geçidini aştık. Öyle ki yüksekliğin yeşertisi gözlerimizi doyurdu.

Güneşi batırırken 56.000 nüfuslu dinler ve diller kenti Midyat ilçesine girdik. Estel Otel’e yerleştik. Akşam yemeğimizi yedik ve müzik izledik. Ne ki otel çok kalabalıktı. Mardin gibi bir müze kent özelliği taşıyan Midyat, Mardin’den yaklaşık 1, 5 saat uzaklıkta yer almaktadır. Mardin evlerine benzer evlerin, taş konakların, kemerli geçitlerin, minare gibi yükselen çan kuleleriyle Süryani kiliselerinin bulunduğu Midyat, bir ortaçağ kentini andırmaktadır. Bölgeyi Süryanilerin yavaş yavaş terk etmesi ve göç almasıyla şehir merkezi 2 km ötedeki Estel’e kaymıştır.

Telkari diye bilinen taş işçiliğinin en güzel örnekleri Midyat’ta.. Mardin’in bu çok önemli ilçesi gümüş işçiliğiyle ünlüdür. El sanatları açısından önemli bir yöre olan ilçe turistik açıdan oldukça çekicidir. İlçenin 18 km. doğusunda bulunan Deyrulumur Manastırı M.S.397 yılında inşa edilmiştir. M.S.640 yılında Hz. Ömer zamanında Arap-İslam ordusu Süryanilerle işbirliği yaparak Mezopotamya’ya girince, özellikle bu eserin korunması için Hz. Ömer’ in emri ile ayrıcalık tanımıştır. Manastırda eskiden içinde zengin bir kütüphane bulunduğu söylenir. Ayrıca içinde binlerce öğrencinin eğitim aldığı bir teoloji fakültesi bulunmaktadır. Midyat’ta Meşe, Bitim, Antepfıstığı gibi ürünler ve kendine has acur, kavun yetiştirilir. Dünyanın en kaliteli üzümlerinin yetiştiği kavşak noktasıdır. Kahvaltısı sonrası çarşı gezilmesi ve gümüş takılar alışverişi yapıldı.. Hayli işyeri ve müşteri var. Alış veriş yaptığımız Aykat Kuyumculuk’un sahibi Mahmut Aykat ile tanıştık. İstanbul’dan kızı Fatma’ya da kitabımı gönderdim.

***

Hasankeyf’e doğru dağlar arasından ilerlerken yolda göçer grubunu gördük. Yukarıdan aşağıya ya da yüksekten alçağa doğru indik. 3.000 nüfuslu Hasankayf ilçesindeyiz. Zorlukla da olsa Kale’ye çıktık.(Elbette yaşlılar çıkamadı) Yüksekten özgün görüntülere baktık ve fotoğraf çektik. Aşağı inerek kıyıdaki yerlerde yemek yedik. Biraz gecikmeli ve beklemeli toplandıktan sonra sayım yapılarak aracımız hareket etti. Yol kenarında kuyulardan petrol çeken aygıtların inip çıkışları göründü. Batman bölgesinde olduğumuzu anlaşıldı.

Bir süre sonra 313.000 nüfuslu Batman ilindeyiz. Solda Petrol Rafineri tesisleri göründü. Batman, düzlükte kurulmuş bir kent. “Yılmaz Güney Sineması” yazısı gözümüze ilişti. Upuzun cadde, sola dönüş ve ilerleme… Batman çayı üstündeki köprüden geçerek hızla ilerledik.

***

Nüfus:778.000 levhalı Diyarbakır’a ikindi vakti ve bulutlu bir havada girdik. Araçla kent içinde gezindikten sonra Ulu Camii’ye vardık. Güvenliğimizi sağlamak için iki polis görev çevremizde görev aldı.

Ulu Camii: Diyarbakır’ın estetik, değerlere sahip eserlerinden biri Ulu Cami’dir. Ulu Cami, eski ve yeni Diyarbakır'ın olduğu gibi, Anadolu'nun da en eski mabed'lerinden biridir. O, türlerinin arasında sıradan dışı birçok estetik özelliklere sahiptir. Cami-i Kebir olarak da anılır. Diyarbakır Ulu Camiyi önemli konuma getiren özelliği; onun yerleşim planından tütün da, taş işçiliğinin bir büyük sanat eseri haline getirilmesine kadar; insanların yüreğinde yerini bulan eski ve yenidünya’nın harikası denilebilecek ayrıcalıklardır.

Diyarbakır Ulu Camiin varlığı, dünyanın birçok yerinden, araştırmacıları cezbederek onları kendine çekmektedir. Ulu Camii, içinde taşıdığı maddi özellikleri ve güzellikleri ile pek ok araştırmacının doktora tez çalışmalarına kaynaklık ederek onları profesör yapmıştır. Manevî özellikleri ile de, pek çok evliyanın sürekli-değişmez mekânı olmuştur. Halk dilinde Ulu Cami manevi önem sırasına göre; Mekke'de Kâbe, Medine'de Mescid-i Nebevî, Kudüs'te Mescid-i Aksa ve Diyarbakır'da Ulu Camii olarak sıralanır.

Evliya Çelebi, seyahatnamesinde; Diyarbakır Ulu Camisinin Hz. Musa zamanında yapıldığından bahseder. Ve Diyarbakır Ulu Camii ile ilgili olarak şöyle devam eder; " Kale her kimin eline geçmiş ise, yine bu mabed, mabed olarak kalmıştır, içinde öyle bir ruhaniyet vardır ki; bir kimse iki rekât namaz kılsa kabul olunduğuna kalbi şahitlik eder. Güya Halep'in Ulu Camii, Şam'ın Emevî Camii yahut Kudüs'ün Mescid-i Aksa'sı, Mısır'ın Ezher Camii, İstanbul'un Ayasofyası’ır.

Sonra yakınındaki şair Cahit Sıtkı Tarancı Kültür Müzesi’ni gezdik. Diyarbakır il merkezinde, Cami-i Kebir Mahallesi, Cahit Sıtkı Tarancı Sokak'ta bulunan yapı, 1820 yılına tarihlenmektedir. Diyarbakır sivil mimarisinin en güzel örneklerinden biri olarak günümüze ulaşmıştır.

Haremlik ve selâmlık olarak inşa edilen evin selâmlık kısmı sonradan yıkılmıştır. İki katlı bir yapıdır ve kesme siyah bazalt taşından inşa edilmiştir. Bu binada içe dönük mimari plan uygulanmış olup, cepheler iç avluya bakmaktadır. Tek katlı ahşap giriş kapısı dar bir koridorla avluya açılmaktadır.

Binada mekânlar, iklim şartlarına uygun olarak mevsimlere göre cephelere yerleştirilmiştir. Beyaz renkli "ciz" veya "kehal" denilen süslemeler bu binada da en güzel şekilde kullanılmıştır.

Cahit Sıtkı Tarancı Evi, şairin eşyaları ile Diyarbakır yöresinin etnografik nitelikli eserleriyle düzenlenerek müze-ev olarak ziyarete açılmıştır.

YAŞIM İLERLEDİKÇE

Yaşım ilerledikçe daha çok anlıyorum
Ne büyük nimet olduğunu ah ey güzel gün
Boş yere üzülmekte mana yok, anlıyorum
Kadrini bilmek lazım artık her açan gülün
Şükretmek türküsüne daldaki her bülbülün
Yanmak da olsa artık aşk ile yaşıyorum.

Cahit Sıtkı TARANCI

Hz. Süleyman Camii: Diyarbakır surlarının altındaki kapıdan geçip görkemiyle duran Hz. Süleyman Camii’ne vardık. Siyah taşlardan örülmüş caminin avlusunda ve cami içinde insanlar dua ediyorlar. Öyle ki Kur’an okumayı bilmeyenlere, Kur’an okumak için bekleyen insanlar da türbe çevresini kuşatmış durumdalar.

Edindiğimiz bilgilere göre; Cami-i şerif şehit düşen yirmi yedi sahabenin kabirlerinin üzerine yapılmış. Camii, altındaki türbeye iniş merdiveni kapatılmış zamanla. Onların anısına, cami avlusuna Hz. Süleyman’ın sandukası yapılmış, daha sonra çevresini çok sayıda mezar sarmış ve temiz ve bakımlı olan cami ve türbelerin güzel görüntüsünü camii ve türbe çevresini mekân tutan paralı Yasin okuyanlar ve dilenciler doldurmuştur. Bu sahabe mabedinin kapısında el açılması, inancın sömürülmesi iç karartıcıdır.

Hz. Süleyman Camii ve 27 Şehit Sahabeler: Hz. Süleyman Camii, Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından 1155–1169 yılları arasında yaptırılmıştır. Ebul Kasım’ın rüyasına giren Hz. Süleyman, “Üzerimiz ne zamana kadar açık kalacak?” diye sitemde bulunmuştur. Camii bitişiğinde Osmanlılar döneminde yapılan Halid Bin Velid’in oğlu Hz. Süleyman ile Diyarbakır’ın İslam orduları tarafından alınışı sırasında şehit düşen diğer sahabelerin yattığı şehitlik bulunmaktadır.

Görkemli görünüşü göz dolduran surlardan çıkarak yeşillikler arasındaki Gazi Mesire yerlerine geldik. Açık havada, Gazi köşkü Yemek Evi’nde akşam yemeğini yedik. Tattığımız tereyağının tadı nu hiç unutmadık. Atatürk köşkünü ve çevreyi gezdikten sonra Diyarbakır Havaalanında olduk. İşlemlerimizi yaptırdıktan sonra yarım saat gecikmeli kalkan uçakta yerlerimizi aldık. 09 Mayıs 2010 Pazar günü Saat 24.00 civarında Sabiha Gökçen Havaalanı’na indik

Dünya insanlarının gözü İstanbul’da. Bizim gözümüz ve gönlümüz Anadolu’da oldu. Böylece gezimiz noktalandı. Eski Sivas valilerinden Halil Rifat Paşa’nın: “Gidemediğin yer, senin değildir.” Özdeyişi, belleğimden dilime dökülmeye başladı.

*

Muhsin DURUCAN

 
Toplam blog
: 782
: 1295
Kayıt tarihi
: 18.08.08
 
 

Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu'nu, İzmir Buca Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünü, İstanbul Çapa M..