Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ocak '22

 
Kategori
Psikoloji
 

GURDJİEFF-ÇALIŞMA-1

 
 
İnsanların içten içe hem kendilerini hem de birbirlerini 'yediği', bir anlamda birbirlerine 'besin' olduğu bir dünyada; hem iç dünyalarımızda kendimizle olan ilişkimiz, hem de diğerleriyle kurduğumuzu sandığımız ilişkiler açısından neyin, neden, nasıl olduğu ile ilgili olarak hem küçük ölçekte kişisel hayatlarımız hem de büyük ölçekte evrendeki yerimiz ile ilgili bütünsel bir değerlendirmenin (bireysel, sosyolojik, psikolojik, ruhsal, maddi ve manevi) tadını almış olmaktan dolayı kendimi şanslı hissediyorum. 
 
Ezelden ebede yaşadığımızı sandığımız lineer çizginin(zamanın) dışında insanlığa ulaşan yüce tesirlerin hem maddi olarak algıladığımız yaşamı(kişisel hayatlarımızı) hem de tinsel olanı aydınlattığı su götürmez bir gerçektir. Gurdjieff'in ifadesiyle 'şuurlu insanlık çemberinden', zamansız bir şekilde içine doğduğumuz algısal sınırlara ve zamana düşen ezoterik bilgiler, bildiğimizi sandığımız, yaşadığımızı sandığımız hayatların, kişiliğimizin sınırlarının çok ötesinde özümüzü uyandırıyor. Ve doğu öğretilerinde 'aydınlanma' olarak geçen hal, Gurdjieff'İn Çalışma'sında 'uyanma' olarak ifade ediliyor. Bence bu çok anlamlı. Çünkü uykuda olan bir insanın, insanlığın önce ve en önce uyanmasından bahsedilebilir; aydınlanmasından değil! Aydınlanma, daha sonraki bir evre olmalı!
 
İlk önce insan denen varlığın tekamül etmekte olan, gelişmekte olan bir varlık olduğunu hatırlayalım. Doğduğumuzda dünyaya belli bir öz ile geliriz. Özümüz, iç dünyamızdır ve içrektir. Kişiliğimiz ise sonradan dış dünyanın biçimlendirdiği bir şey olarak bize sahip olur. Ve zamanla sahte bir benlik geliştiririz. İç ve dış dünya arasında açılan mesafe genellikle birbirine uyumlu değildir ve bu da bizi 'hiçbir şey yolunda değil'  sezgisiyle yüksek bir arayışa iter. Tam da bu noktada Gurdjieff'in 'insan, bir makinedir; duyguları, düşünceleri, davranışları dış etkenlerin ürünüdür' ifadesi üzerine uzun uzun düşünmeliyiz. Zira, yaşama hem geliştirilmesi icap eden fiziksel bir beden ile doğuyoruz (insan makinesi) hem de yaşam bizi mekanikleştiren bir formatta yapılandırılmış görünüyor; gitgide daha da büyüyen mekanik davranışlara, düşüncelere, duygulara sahibiz ve ne yazık ki tüm bunların farkında değiliz. Yaşam budur zannediyoruz ve tüm bu anormallikleri normalleştiriyoruz. Gerçekten hissetmediğimiz, sevmediğimiz, duyumsamadığımız şeyler söylerken, yaparken, davranırken gerçekten mekanik olduğumuzu inkar edebilir miyiz!
 
Zamanla kişiliğin güçlenmesi ile Öz'ün pasif hale geçmesi, insan denen varlığın içinde kalabalık bir 'ben' sürüsü yaratıyor.  Ve anlamamız gereken çok önemli bir şey var; dünya, tam da bu ben'ler sürüsünün insanın bizzatihi kendisi tarafından yenilmesi için bir okul olarak tasarlanmış. Burada, öylesine bulunmuyoruz. Özümüzü yeniden hatırlamak ve kişiliğimizi dönüştürmek kendi üzerimizde çalışmamız gereken en önemli şey en azından bazılarımız için! İşte bu yüzden Çalışma,bu dünyaya doğmuş, dünyanın havasını koklamış, kişiliğinin sınırları içinde tatmin olamamış, başka bir 'anlam' arayan, kendini, zihnini, benliğini temizleme arzusuna yakalanmış insanların incelemek ve nasipse uygulamak isteyeceği türden kanımca çok değerli bir rehber. 
 
Gurdjieff'in Çalışma metodu, insanın ezeli uykusundan uyanması için bir dizi sistemik öneriler sunuyor. Ve bu öneriler şu anda her nerede iseniz, hangi şartlar ile çevriliyseniz tam da orada; günlük, sıradan yaşamın içinde uygulamaya başlayabileceğiniz şeyler. İnsanın kendini bilmesi, ne de olsa kendini tanımasından geçer. Bu çalışma önergeleri üzerinde düşünmek, bu önergeleri uygulamak insanın iç dünyasını yeniden düzenlemek üzerine.. Uyanmak üzerine.. Kendini bilmek üzerine..
 
Şimdi, Dr. Maurice Nicoll'un 'Gurdjieff ve Ouspensky Öğretisi üzerine Psikolojik Yorumlar adlı kitabından yaptığım kimi alıntıları paylaşmak istiyorum. Okurken çok heyecanlandım. Benim gibi kitabın ezoterik içeriğinden aynı lezzeti, ışığı ve rehberliği almak isteyen insanlar için sunduğum/sunacağım/sunmaya devam edeceğim bu aktarım, bu çok değerli rehberliği biraz daha göz önüne koymak içindir. 
...
 
''İlk başta anlaşılması gereken şey bu dünyada insanın çok garip durumda olduğudur. Normalde tabii ki bizler insanın doğal, normal yol diyebileceğim biçimde, yani sadece eğitim, örnekler vb. ile büyüyüp gelişebileceğini hayal ederiz. Ancak tarihe bakarsak insanın aslında hiç gelişmediğini görürüz; özellikle de günümüze bakarsak, insanın daha ileri bir gelişim aşamasına eriştiğini söyleyip övünecek halde değiliz. Bir an için insanın günümüzde kendine dayattığı dehşetlere bak. Yine de insanlar zaman, ilerleme demektir, zaman geçtikçe herşey giderek daha iyi hale gelmektedir diye hayal kurma eğilimindeler. Kural gereği insanlar bariz çelişkileri istisnalar olarak ele alırlar. Demek istediğim insanlar her zaman hayatın aslında alışıldık ve hep var olan koşullarını, kötü bir anlamda istisna olarak düşünme eğilimi gösterirler. Aslında bizler yeryüzü üzerinde bu sıradan hayatın neye benzediğini görecek zihinsel güce sahip olmadıkça hayat içinde ya da illüzyon içinde kalacağız.
 
Bu çalışma sistemi içinde 'bir insanın varlık seviyesi onun hayatını cezbeder' diye bir deyiş vardır.Yani varlığı açısından insanlığın genel seviyesi deneyimlediği yaşam biçimini cezbeder. Savaşların, devrimlerin, dehşetin, vs istisna olduğunu düşünmek yarasızdır. Kabahatli olan insanların varlık seviyesidir. Ama kimse bunu anlamak istemiyor. Ne zaman savaş çıksa insanlar bunu istisna olarak alıyorlar. Hatta mevcut savaş biter bitmez artık savaşların olmayacağı bir gelecek fikrinden söz ediyorlar. Şimdi de aynı sürecin iş başında olduğunu görebiliriz. Tarih kendini tekrar eder, çünkü insan aynı varlık seviyesinde kalır. Yani tekrar aynı koşulları cezbeder, aynı şeyleri hisseder, aynı şeyleri söyler, aynı şeyleri ümit eder, aynı şeylere inanır. Ve böylece aslında hiçbir şey değişmez. Ama bizi asıl ilgilendiren şey aynı fikrin kendimiz ve her birey için geçerli olmasıdır. Varlık seviyesinde hiçbir değişim olmadığı sürece insanın kişisel tarihi aynı kalır. O kişinin kendi yaşamında herşey kendini tekrar eder; kişi aynı şeyleri söyler, aynı şeyleri yapar, aynı şeylerden pişmanlık duyar, aynı şeyleri işler. Ve tüm bunlar varlık seviyesinin onun hayatını cezbettiği şeklindeki bu oldukça derin fikirle ilişkilidir.  
 
Bir insanın varlığını nasıl değiştirebileceği sorusu ile ilgilenen ana fikirlerin bazılarını ele alalım. Bu çalışmanın tümü sıradan hayat içinde bir varlık değişimi üzerinedir. Burada fark edilmesi gereken ilk şey her birimizin belirli bir varlık seviyesinde olduğumuzdur. Bu bağlamda dikey yükselen bir yol veya üstünde birçok basamak olup yukarıya doğru yükselen bir merdiveni gözünüzde canlandırmalısınız. İnsanlar -hepimiz- dikey olarak aşağıya ve yukarıya uzanan bu merdivenin herhangi bir basamağındadır. Bu merdiven, zamandan - yani yatay bir çizgi olarak gözümüzde canlandırabileceğimiz geçmiş, şimdi ve gelecekten- oldukça farklıdır. Zamanın geçmişten geleceğe doğru geçişini nasıl imajine ederiz? Genelde, insanların tutunduğu mekanik umut, zaman fikriyle ilişkilidir, yani gelecekte işler daha iyi olacaktır ya da kendileri daha iyi olacaktır, vs, şeklinde.. Ama farklı varlık seviyelerini gösteren ve üzerinde konuştuğumuz merdivenin bu anlamda zaman ile hiçbir ilişkisi yoktur. Daha yüksek bir varlık seviyesi tam şu anda hepimizin üzerinde uzanmaktadır. Zaman, içindeki bir gelecekte değil, bizim içimizde, tam şu anda, şimdi'de yatmaktadır. 
 
Tüm kendi üstünde çalışma, negatif duyguları durdurmak, kendini hatırlamak, üzüntü ve endişelerle özdeşleşmemek(eşkoşmamak), hesapçı davranmamak vs. ile ilgili tüm kişisel çalışma; eğer kişi daha şuurlu olmayı dener ve bu çalışmada ne yapmaya çalıştığımızı hatırlarsa şu an, şimdi içinde yer alabilecek belirli bir fiil ile ilgilidir. Demek istediğim çalışma, şu anın, şimdinin bu çalışma vasıtasıyla dönüşümüdür. Örneğin, kendisini en derin kederler içinde bulan bir insan durumu gözlemler ve kendini hatırlamaya çalışırsa ya da o anda kendine hedefini hatırlamak gibi şuurlu bir şok vermeye çalışırsa yani başka bir deyişle kendini dönüştürmeye, o sırada çevresini kuşatan koşullara verdiği mekanik tepkiyi dönüştürmeye çalışırsa birdenbire her şeyin değiştiğini görüp şaşırabilir. Hatta önceki hale nasıl girmiş olduğuna bile hayret eder. Bu varlık seviyesinde anlık bir değişimi gösterir. Çünkü herşey kesin bir varlık seviyesine değil, genel ortalama bir varlık seviyesine sahiptir. Ve bu da daha yüksek ve daha alçak dereceleri içerir. Ama burada varlık seviyesini değiştirmek açısından çalışmanın uygulanması hakkında konuşuyoruz. İnsanın üçüncü aşaması diyebileceğimiz şeyden söz ediyoruz. 
 
Söylendiği gibi bir insan bir öz olarak doğar. ve bu onun gerçek parçasını, gerçekten büyüyüp gelişebileceği parçayı oluşturur. Ama ondaki bu parça ancak çok az büyüyebilir. Diyelim 3-4-5 yaşından sonra kendi kendini daha ileri doğru geliştirecek kuvvete sahip değildir. Buna insanın BİRİNCİ AŞAMASI diyelim. Yani bu birinci aşama, kendi başına belirli miktarda gelişebilme kapasitesine sahip saf öz'dür ama kısa sürede daha fazla büyüyemediği bir noktaya gelir. İnsanlar doğal olarak büyüme ve gelişmenin sürekli birşey olduğunu ya da olması gerektiğini düşünürler. Ama durumun böyle olmadığı bu sistem tarafından öğretilen sön derece ilginç bir fikirdir. İnsanın özü kendi başına yardımsız, ancak küçük bir miktarda büyüyebilir ve böyle bir insan ancak küçük bir çocuktan başka birşey değildir. Şimdi bunun daha da büyümesi için birşeylerin olması gerekir. Öz'ün çevresinde birşey kendini biçimlendirmelidir ve buna kişilik denir. Öz, aslında kendisine yabancı, hayattan edinilen, duyular yoluyla içeri giren bir şey tarafından çevrili hale gelmelidir. Küçük bir çocuk kendisi olmaktan vazgeçer ve kendisinden farklı bir şey haline gelir. Ve böylelikle onun ağırlık merkezi, özden kişiliğe geçmeye başlar. Çocuk, her tür şeyi öğrenir. her tür şeyi taklit eder vs. Kişiliğin öz etrafında, özün gelişimi için gerekli olan bu biçimlenişine insanın İKİNCİ AŞAMASI denebilir. Ama burada ne anlatılmak istendiğini açıkca anlayalım. Özün gelecekteki gelişimi, çevresinde kişiliğin oluşmasına bağlıdır. Eğer çevresinde çok zayıf bir kişilik biçimlenirse üçüncü aşamaya geldiğimizde sözünü edeceğimiz özün daha da büyümesine çok az yardımcı olacaktır. İkinci aşamada kişiliğin oluşumu meydana gelir ve denildiği gibi kişilik ne kadar zenginse o kadar iyidir. Bu noktada anlatılan şeyi çoğunuzun anlamadığını görüyorum. Bunu anlayamamanızın sebebi insanın içinde bulunduğu sıra dışı durumu göremiyor olmanızdandır. Yani insan sürekli olarak özden gelişip büyüyemez, çünkü öz, kendi başına büyüyemeyecek kadar zayıftır. Sıradan anlamda söylemek gerekirse kişiliğin oluşumu yaşamın amaçları için oldukça yeterlidir. Bir insan kendini iyi bir konumda bulur. Kendisinde zengin bir kişiliğin oluşması sayesinde hayatla başa çıkabilir. Eğer tatmin olmuşsa o kişi, yaşamın tüm amaçları için yeterlidir. Fakat bu çalışma, bu öğreti insanın daha ileri bir aşaması hakkındadır; buna ÜÇÜNCÜ AŞAMA diyeceğim.
 
Bu çalışmanın aslında yaşamla ilgili olmadığını anlamalısın; bu insanın başarılı bir politikacı, ünlü bir bilim adamı, saygıdeğer bir öğretmen, fırıncı, vs, olup olmadığına bakmaksızın denemeye başlayabileceği başka bir şeydir. Bu çalışma, iyi bir ev sahibi olan insandan başlar. Demek istediğim bu çalışmanın başlama noktası insanın gelişiminin ikinci aşamasına ait olan iyi bir ev sahibi seviyesidir. Bu üçüncü aşama ise tamamıyla özün daha ileri gelişim olasılığı ile ilgilidir. Tüm bunların hepsi kişilik pahasına özün büyümesine izin vermekle ilgilidir. Ve bu kendi başına büyüyemeyecek kadar zayıf olan özün gelişmeye devam edebileceği tek yoldur. Bu anlamda özün çevresinde biçimlenen ve biçimlenmek zorunda kalan kişilik bu üçüncü aşamaya girilmişse eğer, önünde sonunda özün daha ileriye doğru büyüyebileceği kaynağın ta kendisi haline gelir.  
 
Farz edelim belirli bir kişideki kişilik son derece gelişmiş olsun; herşey hakkında herşeyi bilir. O, önemli bir şahıstır ve bir ifadeyle zengin bir adamdır. Onda fakir olan nedir? Onda fakir olan özüdür. Henüz gerçek bir insan değildir. Belki çok önemli bir insandır, birçok şey öğrenmiştir, bildiğini hisseder. Kısacası kişilikle doludur ve bu onun seviyesidir ve bu seviye gerçekten tam bir insan kaderini değil , gelişmemiş bir organizmanın kaderini yaşar. Ne yapıyorsa fazilet kazanmak için, onurunu ve ününü kaybetmemek korkusuyla vs yapmaktadır. Fakat hiçbir şeyi kendisinden ya da sevdiği için yapmamaktadır; övünçten, statüden, otoriteden, popülerlikten ya da dünyanın gözünden herhangi bir kazançtan tamamen ayrı olarak kendisinden ya da sevdiği için bir şey yapmamaktadır. Bu kişi bir ifadeyle kabuktan başka birşey yememektedir. Bütün o zenginliğine rağmen kendisini çok boş hissedebilir. En harika eve ya da mücevherlere sahiptir. İyi tanınan bir adı vardır, bir biçimde herkesi geçmiştir ama kendini boş hisseder. Böyle bir adam gelişiminin üçüncü aşamasına yaklaşmaktadır. Artık özünün yani gerçek parçasının büyüyebileceği, dolayısıyla boşluk duygusunun yerine mana duygusunu koyabileceği bir konuma ulaşmıştır. Ancak insan,bu daha ileri gelişmeyi ortaya çıkarmak için kişiliğini adeta kurban etmeli ve o ana dek geldiği yönün bir anlamda tam tersine gitmelidir. 
 
Bu öğreti, insanın bireysel tekamülü ve yeni bir insana dönüşümü hakkındadır. Kişilik, biçimlendikten sonra özün gelişimi ile ilgilidir. Tecrübe, eğitim ve ilgileri tarafından biçimlenen zengin bir kişiliğe sahip bir kişi, kişilik bakımından 'zengin insan'dır ama özü fakir kalır. Bunun gelişmesi için kişilik pasif hale gelmelidir. Çalışmadaki herkesin bunun ne anlama geldiğini anlaması çok önemlidir. Gerçek anlamda din, özün büyüyebilmesi için kişiliğin pasif hale getirilmesini temsil eder. İçsel anlam, yaşamla ilgili değildir. Öğreti, bir insanda kişiliğin zaten biçimlenmiş olduğu noktada başlar. Ve olası gelişimin bu üçüncü aşamasına hitap eder. İnsan herşeyden önce yaşam faaliyeti vasıtasıyla kişilik bakımından gelişmiş olmalıdır. Bu çalışma ikinci bir eğitim arayanlar içindir. Birinci eğitim, yaşamın bize verdiği eğitimdir ve bu kesinlikle gereklidir. Bir kişi, yaşam aracılığıyla ne kadar iyi eğitilip ne kadar çok şey öğrenirse, ne kadar çok tecrübe edinirse, ne kadar çok zekileşirse, insanlar ve sorunlar hakkında ne kadar çok şey bilirse, tutumları ne kadar çok öğrenirse, kendini ne kadar iyi ifade edebilirse, yaşamın farklı yanlarını ne kadar çok kullanabilirse onun için o kadar iyidir. Bu ilk eğitimdir. Bu, kişiliği biçimlendirir. İnsanın, farklı merkezlerden oluştuğundan ve her birinin farklı bölümleri olduğundan daha önce söz edildi. Bu merkezler ve bölümler çok iyi döşenmiş olmalıdır.Herhangi biriniz bunu daha önce düşündünüz mü bilmiyorum ama yaşamdaki görevlerini yerine getiren bazılarınızın sık sık aslında tam olarak ne yaptığınızı, tüm bunların anlamının ne olduğunu merak edenleriniz olmuştur. Bir an için size şunu sormak isterim; Yaşamın ve bize sağladığı manaların yeterli olduğunu düşünüyor musunuz? Yaşamın size bir biçimde beklediklerinizi tam olarak vermediğini hissettiğiniz oldu mu? Yaşamın anlamsız olduğunu söylemiyorum, birçok anlamı olduğu kesin. Ama herhangi biriniz peşinden koştuğu ve tutunmaya çalıştığı meraklarında bile belirli bir manasızlığı hissetme noktasına geldi mi? Bunu şu nedenle söylüyorum; yaşam bize tam bir anlam sağlamış olsaydı insanın dışsal hayata dönük ve olabildiğince zeki bir şekilde kendini dışsal hayata adapte etmeye çalışan bir yaratıktan başka bir şey olmadığını söyleyen tüm o insani doktrinlere ve diğer bilimsel fikirlere pekala inanabilirdik. Ama daha derin bir anlayışın olduğunu anlayabilirseniz kişilik gelişiminin sadece bir aşama olduğunu ve daha ileri bir aşamanın kesinlikle gerekli olduğunu göreceksiniz. 
 
İnsanın kendi kendine gelişen bir organizma olduğunu ve zaten böyle yaratıldığını duydunuz. Ama artık onun gelişiminin sürekli olmadığını görebilirsiniz. Bu kişiliğin biçimlenmesi ile yarıda kesilmelidir. Daha sonra kişilik pahasına özü geliştirmenin yolları hakkında ayrıntılı konuşacağız. Umarım artık kendi gelişimi açısından dünya üzerindeki insanın sıra dışı durumu hakkkında dediği şeyi anlamışsınızdır. İnsan öz'le doğar. Bu gerçektir ve insanın içindeki canlı tohumdur. Ama kendi başına çok küçük bir dereceye kadar gelişebilir. Daha sonra özün çevresindeki kişilik kendini biçimlendirmelidir. Kişilik, kendini özün çevresinde biçimlendirmediği takdirde özün daha fazla gelişme şansı yoktur. Ama insan, ikinci aşama dediğimiz-onda kişiliğin aktif olduğu- aşamada kalırsa henüz bir insan değildir ve nihai gelişimi için kendi çevresinde besin oluşturan bir meşe palamudu veya tohuma benzetilebilir. İnsanın üçüncü aşaması, içindeki öz büyüyebilsin diye kişiliğini pasif hale getirebildiği zamandır. Sonuç olarak bu noktada insanın karşılaşabileceği üç öğretim biçimi vardır; öz olarak küçük bir bebekken annesinden bazı fikirler duyar ve daha sonra göreceğimiz gbi bu basit fikirler önemlidir. Sonra hayata başlar ve dünyaya doğmuş olduğu dönemin fikirlerini öğrenir. Bu onun ikinci aşamasıdır. Bu aşamada ezberleme sistemlerini öğrenir, yazışma dersleri alır, sınavlardan geçer, vs. Kişilik oluşmaktadır. Tüm bunların ne anlama geldiğini anlayabildiyseniz sahte kişiliğin ne anlama geldiğini konuşmak için benim açımdan iyi bir konumda olacaksınız ve kişiliğe karşı gelmeye çalışmanın ne anlama geldiğini anlayabileceksiniz. 
 
Şimdi öz ve kişilik hakkındaki fikrin ima ettiklerini gerçekten anlamaya başlayabildin mi? Ne anlama geliyor? Hayatta ne tür eğitime sahip olduğun, hangi politik fikri desteklediğin hiç önemli değildir. Bu sadece bir insandaki kişiliği biçimleyebilir. Olası, en iyi bilim, ekonomi, tarih, edebiyat, vs eğitimini planlayabilirsin fakat sadece bu bir insandaki kişiliği biçimleyecektir.  Tüm bunlar onu, gerçek nihai gelişimine götüremez. Ve bu yüzden niçin hayatta bir insan üzerinde etkin olan iki tür tesirin mevcut olduğunu belki daha açık olarak anlayabilirsin. Tesirlerden biri A tesirleridir; hayat tarafından yaratılırlar ve içinde yetiştiğimiz zaman periyoduna, bir insanın doğduğu zaman dönemine ait tüm görüş açılarına ait eğitimin biçimleridirler. A tesirleri insandaki kişiliği biçimlendirirler. Fakat aynı zaman da bugün kendimizin de fark edebileceği gibi ebedi tesirler vardır. Bu sistemde onlara B tesirleri denir. Her çağ için iyi olanı taşırlar. Bunlar, kişiliğe rağmen özün büyümeye başladığı bir insandaki bu üçüncü gelişim aşaması hakkındadır. Bu görünür paradoksu gerçekten anlamadıkça sistem hakkında açık bir görüş sahibi olamayız. Bu kişiliğin biçimlendiği bir insanın hayatı tattığı, şeylerin neye benzediğini gördüğü ve tatminsizlik hissettiği ve daha iyi anlayabilmesini sağlayacak, kendisine yardım edecek, bir yön verecek ve önünde sonunda kendisini tamamlayacak ek bir şey aramaya başladığı sırada başlar.''*
 
*Gurdjieff ve Ouspensky Öğretisi üzerine psikolojik yorumlar, Maurice Nicoll Cilt 1
 
 
 
Toplam blog
: 118
: 631
Kayıt tarihi
: 07.10.13
 
 

İnsanın kendinden bahsetmesi meselesi benim için zor konuların başında gelir. Bu anlamda söyleneb..