Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Şubat '09

 
Kategori
Kültürler
 

Güz sancısı ve sonrası

Güz sancısı ve sonrası
 

6-7 Eylül olayları, "Güz sancısı" isimli film nedeniyle 54 yıl sonra tekrar gündeme gelen ve şu anki genç neslin, neden böyle bir şey olduğunu anlamakta zorlandığı bir olaydır.

Olaylar bittikten sonra annemin elinden tutup götürdüğü Üsküdar çarşısının içinden geçen ana caddeninhali, benim gibi 6 yaşındaki bir çocuğun anlayamadığı, darmadığın, kırık dökük, herşeyin yerde olduğu bir manzaraydı.

Sonu 19 yıl sonra Kıbrıs Barış Harekatı ile sonuçlanacak bir kışkırtıcılığının, katliamlara dönüşmesine ve Ordumuzun Harekatnı mecbur bıraktıran süreye kadar, gençliğimiz hep Kıbrıs sancısı ve oradaki rahatsızlık verici haberleri okuyup, dinlemekle geçti durdu. Bu da bir neslin sancısıydı.

Asla tasvip edilemeyecek bir öfke ve ardından gelen yağmacılık, 6-7 Eylül 1955 de, bu çirkin manzarayı ortaya çıkardığında, malı tarumar olan azınlık vatandaşlarımız maruz kaldığı bu toplum hareketinin, sonradan yaşadıklarım nedeniyle, önceden kararlaştırılmış bir eylem olmadığı düşüncesindeyim. Nitekim o gün, Türkiye’ye ulaşan, Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalandığı haberi üzerine bu olayların patlak verdiği söyleniyor. Yine de bu olaylarda kimse ölmediğine göre, kayıp, sonradan Türkiye’ye ödetildiği söylenen mal kaybının faturasıdır. Milli servettir.

O tarihe kadar azınlıkların nasıl yaşadığını bilmiyordum ama büyüdükçe ve gördükçe, bilhassa Rum’ların, İstanbul ticaretini elinde tutan, güzel semtlerde, mutlu yaşayan bir azınlık olduğunu farkettim. Buna rağmen bu hareketin de bir servet düşmanlığı olmadığını söyleyebilirim. Böyle durumlarda toplum psikolojisi bazen önlenemez hale gelebiliyor.

6-7 Eylül 1955 ten 4 sene sonra yerleştiğimiz Kadıköy’ün Yeldeğirmeni semti, sanki bu olay hiç olmamış gibi, Rum, Ermeni, Yahudi’nin çok rahat yaşadığı bir azınlık cennetiydi. Aynı okulda okurken sınıfın yarısı azınlıktı. Onlarla iyi arkadaştık. Tuhafiyeci Yani Rum, tesisatçı Artin, berber Garabet, şoför Haçik, Ermeni, bakkal Albert yahudi, yani esnaf da azınlıktı. Bunların hiçbiri o olaylardan sonra Türkiye’den bir tarafa gitmeyi düşünmemiş. Yaşayan hala orada. Yalnız, okuldaki Yahudiler birer birer eksildi çünkü aileleri, yeni kurulan İsrail’e göç etmeye başladılar. Yine de kalan kaldı.

Sormuştum o azınlık esnafa, 6-7 Eylül’de bir zararınız oldu mu diye, Kıbrıs’lı bir manav önderlik yaptı ama halk zincir oldu bizi korudu diye cevap vermişlerdi ki, yıllar yılı, şayet yaşıyorlarsa hala oradalar çünkü o semte tanınır ve sevilirlerdi. Çocukları ilerleyen yıllarda başka ülkelere gitse bile onlar kalmıştı.

İstanbul’un bu semti de diğerleri gibi çok eskilere dayanıyordu.

Yeldeğirmeni semti, Kadıköy-Haydarpaşa arasında, rüzgara açık bir yer olduğundan, 1.Abdülhamit tarafından 4 adet yel değirmeni yapılmış, semt ismini buradan almış..1885 yılında Kuzguncukta yaşanan büyük yangından sonra, buraya göçen Yahudiler tarafından yerleşime açılmış, 1908 yılında Haydarpaşa Garının yapılmasıyla da yeni bir kimlik kazanmış Garı yapan ve buraya yerleşen Almanlar için yapılan ve bu gün bile kullanımda olan apartmanlar, Kadıköyün ilk apartmanları olmuş.Alman çocukları için Alman okulları yapılmıştır.….Semt, tarihi eserleri ve kutsal yerleriyle Türkiye mozağinin yaşayan bir belgeseli gibidir…..Bir tarafta 16.yüzyıldan kalma , Osmanlı orduları ile hac kafilerininin ilk yola çıktığı nokta AYRILIK ÇEŞME, ardında ilginç mezar taşlarıyla Tarihi arap mezarlığı …Bir tarafta Hemdat Senagogu, bir tarafta semtin tam göbeğinde, camiye paralel, Ayias Yeargios kilisesi…..Üstelik senagog avlusu, semtin 2 sokağınıın tek geçişi…Gece kapılar kapandı mı geçit yok….Ne bir itiraz, ne bir eylem….Herkese eşitlik…Kim ne isterse…..Cami, sinegog, kilise…Hatta bir de Ermeni okulu iç içe. Ayin, düğün, mevlid, tören kime ne gerekiyorsa bu semte hepsi mevcuttu……

Böyle bir tolerans, Dünya’nın hangi ükesinde vardır?. Yüzyıllardan kalan. Biz birbirimize göstermediğimiz, sevgi, saygı ve toleransı gösterdik biz onlara, kendimizden çok değer verdik. . Kardeşce yaşadık.

Yalnız burada değil, İstanbul’un da, Anadolu’nun da çoğu semt ve şehirlerinde bu böyle hala.

Biz 1994 te o semtten ayrılana kadar orada da böyleydi. Hala da böyle. Demek ki bu olay, gerçekten bu ülkeye bağlı azınlık vatandaşlarımızı etkilememiş ki, biz onlarla yaptığımız arkadaşlıklarda, alışverişlerde ve o yaşamın içinde, onların rahatsız olduğu bir durumu farketmedik ve asla onlara bizden olmayan biriymiş gibi bir davranış içinde bulunmadık. Onlar da doğdukları bu yeri vatan bellemişlerdi. Keşke o olay da hiç olmasaydı ama bu olay, komşulukları, arkadaşları, alışkanlıkları hiç etkilemedi ki. hiç bir zaman mevzusu bile olmadı.

"Anastas mum satsana’’ cümlesini baştan de okusanız, sondan okusanız aynıdır.

Anastas isimli bir arkadaşımız vardı orda. Türk asıllı Rum. Birlikte büyüdük. Ani derdik kısaca. Ele avuca sığmaz hareketli, sevimli biriydi. Anastas’la tabi ki ilerleyen yıllarda yolumuz ayrıldı. Çok seneler sonra, bu eski semte uğramıştım. Esnaf arkadaşlardan birinin dükkanında oturuyorduk. Yaşlı bir adam geldi.. Beyaz saçları itinayla taranmış, temiz giyimliydi. Dikkatli bakınca Anastas’ın babası olduğunu farkettim.

Anastas’ı sordum ona, çocukluk arkadaşı olduğumu söyledim. Nerede şimdi?.

Yaşlı adam sevgiyle yüzüme baktı. Gözlerinden ip gibi yaşlar akmaya başladı. Elini cüzdanına attı, bir resim çıkardı. Anatas’ın T.C deniz askeri resmiydi o. Yıllar önce Almanya’ya gitti dönmedi diyordu. Bak ‘’askerlik borcunu ödedi ama’’diye özellikle o resmi taşıyordu. Kaçmadı demek istiyordu. Üzülme amca dedim. Bakarsın bir gün döner, Anastas bu, belli mi olur?..

Bu ülkeden, sonraları sadece onlar gitmedi. Ekmek parası uğruna, Almanya’ya, Belçika’ya, Fransa’ya, Hollanda’ya trenler dolusu insanımız gitti. Onlar oralarda hiç güz sancısı çekmediler mi acaba?...

Güz sancısı, neyin sancısı bilmiyorum. Benim bildiğim, yaşadığiım bunlardı.

 
Toplam blog
: 465
: 918
Kayıt tarihi
: 15.01.09
 
 

İstanbul doğumluyum.. İstanbul'un  tramvaylı döneminden bu şehirde yaşıyorum. Gençlik yıllarında ..