Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Aralık '07

 
Kategori
Edebiyat
 

Haberiniz var mı?

Haberiniz var mı?
 

Bir insan bu kadar mı güzel, bu kadar mı ustaca dizer kelimeleri yan yana. Bu kadar mı vurur okurunu, en kaçamayacağı yerinden, can evinden, özünden. Vurur da… henüz terk ettiği bir kara sevdanın mahşer yerine döndürür yüreğini. Bilirim, vuramaz kurşun ölmüş bir bedeni ikinci defa, bilirim aldırmaz usa gelince cümleler kalemin körlüğüne, bir yolunu bulur dökülür mutlaka ak kâğıda ama… Seninki de pek bi insafsız olmuş Ali gardaş. Seninki yaşarken ölümü hissettirmek gibi bir şey olmuş. Fakat en zoru insanın özüne gurbet kalması galiba.

Ömür yeter mi... kanayan yaralar bir gün kabuk tutar mı bilmem ama seninde dediğin gibi; uzak diyarların yedi veren gülü misali inadına yaşamalıyız be Leyli can. İnadına…

Zalime secde ettirir önünde insan... günü geldiğinde... eğer isterse… Sevdayı yol, gurbeti dar eyler uzak canlara. Aşkla bilenmiş bir kılıca hangi zalimin boynu kalın gelebilir ki…

Değerli blogdaşlar...

Ali Yaşar; benim yaklaşık bir buçuk yıl önce “Kekom” isimli müzikli slaytı ile tanıdığım bir yazar. En son birkaç gün önce “Leyli, Leyli” isimli slaytına rastlayınca karar verdim araştırmaya. Kişisel web sitesinden ulaştığım bilgilere göre yazarın “Firari Aşk” ve “Deli Irmak” adında iki de kitabı bulunuyor.

<ı>Güneydoğu

<ı>İl Adıyaman

<ı>Bir eski zaman

<ı>Yıl kıtlık kıran

<ı>Vurulmuş tırpan

<ı>Savrulmuş harman

<ı>Mahsulü feryat figan

<ı>Dünyaya üryan gelmişim…

<ı>

<ı>Anamın sırtına bağladığı bohçasında pinekleyen bebekliğim, bozkırlarda pati pati emekleyen höllüklü çocukluğum ve yüreğimi dağlarda fişekleyen şalvarlı gençliğim…

<ı>

<ı>Her ne kadar davar güttüğüm sopaya, tütün kazdığım çapaya benzemese de elimde tuttuğum kalem, dalından sıyırdığım yaprakları andırmasa da sayfalarını araladığım kitap, tatlı bir heyecandı kör olası yoksulluğun gaz lambası ışığında okumak ve yazmak…

<ı>

Diyerek başladığı otobiyografisini:

<ı>Fırtına sonrası geldiğim bölge… Fora yelken koyuna sığındığım Ege… Bir ayağım denize, bir ayağım karaya yanaşık… Turizm niyetiyle, tuzlu sudan arınmak gaye…

<ı>

<ı>Vatan borcu namus borcu… Peygamber ocağında kınalı kuzu… Tuttuğum nöbet, düştüğüm pusu… Ve Tendürek Dağlarında yitirdiğim ölüm duygusu…

<ı>

<ı>Ve nihayet… Ankara son durak…

<ı>

<ı>Ha babam omuz verdiğim halk…

<ı>

<ı>Yekvücut olduğum toprak…

<ı>

<ı>Ve taşı kazıdığım tırnak…

<ı>

<ı>Yana yana yaşıyorum…

<ı>

<ı>Ve hala yazıyorum… diyerek bitiriyor.

Eminim ki birçoğunuz çok daha önceden tanıyorsunuz Ali Yaşar’ı. Ben biraz geçte olsa tanımış biri olarak sizi yazarın içime işleyen “Leyli Leyli” isimli şiiriyle baş başa bırakıyor ve bana gönderdiği pps ile Ali Yaşar’ı tanımama sebep olan Mustafa arkadaşıma da çok teşekkür ediyorum gıyabında.

Leyli leyli…

Özüm leyli… Namusum, şerefim, sözüm leyli… Tutan dizim, gören gözüm leyli… Nasıl el derim, nasıl unuturum seni ahh… Yeşil huzme baharım, sarı sırma güzüm leyli…

Gurbet bu leyli yar… Kuyu gibi derin ve karanlık olsa ne yazar… Ölümden ötesi mi var… Altı üstü gurbet işte, Feriştah olsa neyler… Aklı Akdağlarında, yüreği kara toprağında kalmış adama hayatı zor mu eder leyli? İçine mi işler ayrılığın acısı, eline ayağına mı vurur hasretin felci, senden gayrısını görmeyen gözü kör mü eder leyli? Yakasına mı yapışır, gırtlağına mı sarılır musalla taşı boyun eğilen kader, yaşanmayan dünyayı dar mı eder leyli? Lal ağzını bıçak mı açar, kurşun; ölmüş bedene kar mı eder leyli?

Ahh Leylim… Göğsümün çukurundan aşağılara süzülen terim… Ağzımın şiresi, burnumun irahan kokusu, gözümde ferim… Dama kurduğum sümbül, süvükten sarkan asma, yumuk avucumun duldasında karşılara baktığım seyrim... Kulplu hangillere çaldığım yoğurt, küplere bastığım turşu, iplere astığım biberim… Ocakta kaynayan bulgur, suda ıslanan nohut, güneşte kuruyan çirim... Bana mısın demem ha, usuma düştükçe hayalin, yaramı deşer gönül hançerim…

Leyli can… De ki bir çığ gibi kopmuşum, bir yaprak gibi savrulmuşum ana kucağından… Bahçemde açan güllerimi ayaz vurmuş, çağlaya durmuş dallarımı dolu kırmış leyli can… Kapı pencere açık, kimsesizliğin cereyanına kapılmışım, bildiğin enik gibi titremişim sensizliğin duvar diplerinde leyli can…

De ki; bir keklik gibi sekmişim, divane evlat gibi çekip gitmişim baba ocağından… Estikçe başımda kavak yelleri, efkâr vurdukça duman duman, sel göçürmüş köprülerimi, dalgalar götürmüş gemilerimi leyli can… Kehkeşanlar gibi içimde kabaran özlemin kıyısında bir seni aramışım, bir sana ağlamışım leyli can…

Ağzı açık bir alamet bu, sorma gitsin… Daha da üsteleme sorgu sual, eşeleme yaralarımı kazma kürek… Ağrıyan dişi düşman çekmez, yaralı parmağa su dökmez kahpe felek… Taş taş üstüne bırakmayan kıyamet bu, elleme yetsin…

Ağır gürzünü sırtımıza geçirse de hayat, bilesin ki omuzlarımızda taşıdığımız koca kütüklerin budakları kadar acıtmaz… Yıkılmak yok, inadına yaşayacağız… Açlığın basıncıyla karnımızı patlatsa da kıt kanaat geçim, topuğumuza batan iğde gibi kanımızı akıtmaz… Yenilmek asla ve kat’a, savaşıp kazanacağız…

Uzak diyarların yedi veren gülü… Asi türkülerimin adı, başkaldıran şiirlerimin dili… Kırışmış alnımın derin çizgisi, seyrelmiş saçımın ak teli… Artarak atan nabzım, kalbimin ömürlük pili… Sen bensin, ben sen olmuşum leyli… Haberin var mı?

Andıkça besmele-i şerif sonrası ismini, döndükçe dergâhında semah-ı Ali… İçip içip kandıkça ab-ı hayat sevgini, cayır cayır yandıkça nurunla ateş-i aşk misali… Sen bana, ben sana dolmuşum leyli… Haberin var mı?

Nasıl sevmişim seni, hemi de nasıl… Halayda çekilen zılgıt, türküde yakılan ağıt gibi… Bir bilsen nasıl özlemişim seni… Yağmur duasına duran Harran, düşünde Dicle’yi gören ceylan gibi…

Yüzümün deltasında süzülen Fırat olur gözyaşların… Ağladıkça içime akarsın leyli… Penceremde Nemrut’un doğan güneşi gülüşlerin… Baktıkça yüreğimi yakarsın leyli…

Varsın zulüm dört bir yanı sarsın gülüm

Aşk oduna yanmış canı neyler ölüm

Yaşadıkça ruhumun miracına çıkarsın leyli…

Slaytı izlemek için tıklayın.

http://slaytizle.webng.com/images/LeyliLeyli.swf

 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..