Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ağustos '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Hadi bul bakalım nedenini bulabilir misin?

Pendik’te bir hastane odası, içinde yatan 65 yaşlarında bir akıl hastası,
Çevirmiş kafasını çağırır geleni geçeni, gidip sorarsın nedir derdi tasası,
Buyur teyzem demeye kalmadan "gel, gel üstümü ört" der hastalığın öpüp kokladığı bir yarım kalmışlıkla,
Boğazına bir şey takılır onu görünce, bir torba mangal kömürü öylece boğazından midene dökülür adeta, yakar kavurur içten içe, gözlerin dolar anında... Ses çıkaramazsın, utanırsın üzülürsün belli etmemeye çalışırsın, insan gözyaşından utanır mı? Utanıyor işte, karşısındakine acımak senin ne haddine yaratandan değil midir bu dert... Eee o halde, sana ibret almak düşer ve gücün yetebildiğince yardım etmek...
Tekrar açar üstünü sen kapadıkça o açar, "ört" der usanmadan, o haline şaşar, uzunca seyre dalarsın.. Dokunsam yanağına öpüp ben koklasam geçer mi omzundaki, kolundaki, çeşitli yerlerindeki morluklar, sırtını kaplayan yanık izleri, kırılan omuzu, kırılan beli... Hadi onları geçirebildin peki ya geriye alabilir misin onun için zamanı hadi yavaş yavaş sar bakalım makarayı geriye...
............
Önce babasını geri iade et hani 10 gün önce köprünün altından geçeyim derken arabanın fırlatıp Azrail’in kollarına attığı yaşlıca bedeni, "kızım" diye hastaneye yetişme derdine düştüğü vakit hani, geri getir hadi kızı için koşuşturan o baba yüreğini...
Getirebildin mi?
Şimdi Bakırköy’desin ailesine zarar verdiği için kapatıldığı her gün elinin ayağının bağlanarak kendisini odaya kilitledikleri o yer... Bak işte o sahne "gitme Münevver orası sabunlu yeni sildik" tekrar bir ses "Münevver gitme, bak düşersin" ve sonra......... Bir anda yerde kol bel kırık, kim bilir nasıl düştü görebilir misin ki o sahneyi, bilebilir misin ki çektiği acıyı ızdırabı, lafla olacak şey mi, çocuktan bile dikkat etmek gerekmez mi adı üstünde akıl hastası, hadi bağırsana biriken öfkenle desene; bilinci açık mı, anlar mı nasıl dikkat etmezsin doktor, hademe veya hasta bakıcı!!! Bağırsana acizliğinin ses tonuyla...
Bağırabiliyor musun?
Bağırsan ne fayda...
Düşmesine mani olabilir misin?
Evet, sardın mı makarayı biraz daha geriye şimdi Haydarpaşa’dasın, bir kadın gözünün önünde çırılçıplak denize bırakıyor kendini dalgaların sevinç çığlığı eşliğinde, bir lokma et üzerlerine atılınca nasıl kapıp götüreceklerini şaşıran bir grup kurt köpeği gibiler adeta, kapıp götürüyorlar yazısı karayla yazılanı... Amma ve lakin öldürmeyen Allah öldürmüyor işte, takdir ilahide varsa böyle ancak süründürüyor.... Netice mi bir karakol odasında ateşler içinde kıvranıyor kadıncağız... Nedir onu bu hale getiren, intihara sürükleyen... Şeytanın intihar tuzağına arka çıkarak teslim eden... Henüz daha aklını kaybetmesinin ilk aşamalarına saramadın makarayı... Neyse Karakolda veriyor polislere tutanağı ben Münevver Avcı diyor, annem falanca, babam falanca kişi söylüyor bir bir her şeyi. Anne Havva koşuyor beyiyle karakola "Ben seni yengenin cenazesinden sonra eve bırakmadım mı, biz cenaze evine gidip geleceğiz hemen sen oğlunla ilgilen demedim mi?" diye sayıyor... Saysa da hayatı boş vermiş birine sen ne dersen de ne fayda...
Peki, sen sen bir fayda sağlayabilir misin? Alabilir misin onu dalgaların kucağından kendini attığı vakit, ya da atmasına mani olabilir misin?
Sar şimdi yeniden makarayı, dur...
Dur şimdi, görüyor musun ne güzel dini sohbetlere gidip geliyor, işte yine bir gün bitti onun için, döndü sohbet evinden. Anne dedi ben banyo yapacağım 500 adet tespih çekeceğim ama o ana kadar sakın bana bakma hiç bakma gözükme gözüme... Anlamadın değil mi burasını bende anlamadım, ama vardır illaki bir nedeni... Neyse çekti tespihini aradan iki gün geçti. Öğlen saatleri fedakâr baba namaz kılıyor, kızının oturduğu kanepenin önünde ama o da ne kıza ne oluyorsa oluyor ve bastonu adamcağızın kafasına indiriveriyor. Adamcağız neye uğradığını şaşırıyor, bu davranış hiç akıl karımı... Film gibi değil mi, ama hayır yaşananın, hayatın ta kendisi... Amcam anlamıyor neyse diyor ama aynı davranışlar gün be gün devam ediyor, bu kadın artık ailesine zarar vermeye başlıyor...
Ne garip değil mi?
Hadi bul bakalım nedenini bulabilir misin?
Onu akli dengesini bozup ailesine dahi zarar veren bir kişiliğe taşıyan bu nedeni? 

Sar bakalım ne anlattığımı anlamıyorsun belki ama çıkarsın belki içinden anlarsın belki yine de durma sar makarayı...
Geldin mi kocasının kalp krizi geçirdiği o sahneye, çığlıklarının eşiyle birlikte mezar taşına gömüldüğü o acı sahneye... Ne denir ki ölüm işte hepimizin başına er geç gelecek, ölüm müdür bir insanı babasını düşmanı gibi görecek kadar delirtecek... Sadece ölüm müdür bu kadını soyup yine o ölüme teslim edecek?
Susma söyle, söyle cevap verebilir misin?
Ölüm Allah'ın emridir bilir Münevver, dini inançlı güçlüdür Münevver... Nasıl sadece bununla aklını kaybeder...
Kim bilir daha ne acılar çekmiş, neler görmüş geçirmiştir... 

Biraz daha geriye al bakalım makarayı sis değil bu seninde genzini yaktı değil mi bu yanık kokuları Münevver evet Münevver bu sırtı yanıp, yanıp yanıp sönmek bilmeyen... Ne yapsın garibim üşümüş yayla da sırtını dayamış yaylanın eski usül taş ocağına "Acık ısınayım hele demiş, hayvanlara sonra bakarım" ve orada uyuyakalıyor........ Yanmak diri diri aklına bile getiremiyor insan, düşünmek bile istemiyor, parmağına azıcık kaynar çay dökülse "annem" diyor "eyvah" diyor... Peki ya bu garip ne yapsın? Güç bela kurtarıyor canını şans eseri kocası yetişiyor da sadece beli yanıyor, kemikleri görünecek denli yakıyor üst derileri bir bir... yakıyor... Yatırıyorlar apar topar Askeri bir hastaneye 11 ay bacaklarından et alıp!!! Bacaklarından kesip sırtına yapıştırıyorlar günlerce, aklin hayalin almayacağı bir durum. Allah kimseye yaşatmasın... Sırtında etten bir yama var şimdi bilir misin etten yamayı? Hani herkes üzerindeki kıyafetin şatafatlı olmasına dikkat ederde olur ya yırtılır bir köşesi yamalamaya utanır? Peki ya bu kadıncağız, peki ya deri, o bembeyaz deri yama yama şimdi... 

Hadi söndür o ateşi şimdi söndürmeye yetecek bir güç olsun elinde git taa o döneme gidebiliyor musun? Gidip söndürebiliyor musun? Bir defa sür ellerini sırtına o yumuşacık parlak teni geri getirebiliyor musun? 

Devam edeyim mi? Sardırayım mı yine makarayı yoksa yeter mi? Ne kolay anlatıyorum öyle değil mi? Çok normal bir şeymiş gibi... Ben bunları ne can yanmalarıyla ne can kırıklıklarıyla ne yağmur damlalarıyla dinledim bir bilsen... Anlatıyorum anlatmasına da biraz edebiyat katıp biraz duygusallık... O bile ifade etmiyor o acizliği, üzüntüyü anlatmaya... 

Yok, yok yangında değil aklını kaderin kazanmasına sebep veren... Daha ne fenalıklar gelebilir bir insanın başına değil mi? 

Ben olsam elim gitmezdi makarayı daha da sarmaya, ama sen sar sarabiliyorsan...
Şu yeşilliği şu tepeyi, yaylaları görüyor musun? Bak işte bu tarla bu bağ bahçe bu hayvanlar onun görüyor musun nasıl gidiyor hayvanların peşinden zordur tarlada bağda bahçede çalışmak, zordur hayvanları otlatmak... Bak bu ortalarda koşuşturan minik kız onun kızı ne tatlı öyle değil mi? İlkbaharın bir çiçeğinden almış adını, lakin daha hiç bir yaprağı solmayan bir çiçekten... Daha yeni yeni yeşeren kökü daha toprağa büsbütün sarılmamış her an çıkıp gidecekmiş gibi rahat bir çiçek... Sen de gonca gül ben diyeyim papatya... Nasılda salına salına bel büküyor, gülümsüyor bahara...Nasılda renk veriyor daha taşa yaprakların kıskanç bakışları arasında..
İşte koşmaya başladı koşuyor minik adımlarla annesinin izinden, tam burada dur dur da mani ol daha fazla gitmesine, hadisene mani ol az ilerdeki kuyuya düşmesine!!! Tüm renklerinin bir anda kaybolmasına, o güzelim çiçeğin solmasına mani ol..... Hadi mani ol olabiliyorsan karış araya.......... 

En büyük acılardan biridir değil mi evlat acısı?
Bitmek tükenmek bilmez gecelerce göğsünde sancısı,
Ara sıra gözün dalar, kulağında yavrunun aksisedası,
Dilinde bir şarkı kalır, içinde koskoca bir GÖNÜL YARASI... 

Bilmem hangisidir o teyzeyi bu hale getiren, bir evlat acısı, bir yangın hatırası, bir baba kaybı....... Nedir bilmem... 

İki gün kaldığım bir hastanede geçti sanki ömrümün yarısı, bir hikâye sanki duyduklarım gördüklerim... Gerçek değil sanki... Ama görünen köy kılavuz istemiyor işte... 

Genç olduğuma inanasım gelmiyor bazen, o kadar ufak tefek şeylere üzülüyoruz ki… O kadıncağıza ne desen fayda etmez biliyorum, öyle ya rüzgâr ne kadar eserse essin dağdan götüreceği tek şey tozdur derler… Bizim üzüntülerimiz rüzgarın gidişatına göre dağılacak ya da kaybolacak nitelikte ancak böylesi acılar dağ gibi olduğu için ne rüzgar ne de başka bir şey fayda sağlıyor ne yazık ki…. 


H. Demir 

 

 
Toplam blog
: 37
: 428
Kayıt tarihi
: 01.11.07
 
 

İçimden geldiği gibi....   ..