Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Nisan '11

 
Kategori
Eğitim
 

Hadi eğit bakalım!...

Hadi eğit bakalım!...
 

Böyle bir zemin üzerinde insan eğitmenin mümkünü olabilir mi?.


Şiddetin olmadığı, öğretilmediği bir tek yer bile yokken; ailede, sokakta, okulda, camide, kışlada, çarşıda, pazarda şiddet dibine kadar yaşanırken ve bütün değerler yağmalanırken, bir de kalkıp okullarda, iyilikten, barıştan, kardeşlikten, dürüstlükten bahsediyoruz iyi mi?  

Aslında hepimiz biliyoruz; kim ne söylerken, neyi kastettiğini, ama çaktırmıyoruz.  

Referanslarımız ortak bir değerler kümesinde birleşmiyor.  

Okulun anlattıkları sokağın diline uymuyor.  

Öğretmen davranışları kitaplarda yazılanlara benzemiyor..  

Ve gördüğünüz gibi bu ülkede hukuk yok, ama her bir gurubun kendi hâkimleri, savcıları var.  

Zalimin zulmü var, yağması var ve fakat mazlumun Allah’ı yok.  

Düşünün ki bizden öncekilerin kahramanlıklarıyla övünüyor, fütuhat ve cenk hikâyelerini ağlayarak dinliyoruz. Gücümüzü toparladığımız ilk anda birilerine saldıracakmış gibiyiz. Ah ulan ah diyoruz, nerde o eski günler!. Değer yaratmak için değil elbette, insanımızı iyi yaşatmak için hiç bile değil, tüm o ah vahlar, savaşma gücünü yeniden kazanabilmek için.  

Nitekim savaşıyoruz da; Kürtler ve Türkler olarak o açığı bir parça kapatmış gibiyiz, en azından şimdilik idare ediyoruz işte. Bir zamanlar sağ-sol çatışmalarında on binlerce gencimizi kurban vermiştik. Laik-anti laik kavgasını şimdilik söz üzerinden yürütüyoruz. Ancak daha büyük savaşların özlemiyle yanıp tutuştuğumuzu kimselerden saklamıyoruz. Çocuklarımızın ölmesini umursamıyoruz bile, bizim için bir sayıdır nihayetinde, “şu kadar şehit verdik” demek.  

Hoşgörü derken kendimize benzeyenleri, demokrasi derken bizim mahalleyi kast ediyoruz aslında. Empati yapmayı, değer yaratmayı, birlikte yaşamayı değil; çocuklarımıza ötekini nasıl yendiğimizi, nasıl ezdiğimizi, nasıl fethettiğimizi, nasıl kahrettiğimizi öğretiyoruz. Sıradan bir spor müsabakasında bile savaş baltalarımız ellerimizde..  

Oysa meşru sayılabilecek tek savaş, saldırganlara karşı verilmesi gereken savunma savaşıdır. Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı ne kadar kutsalsa, bir kısım ötekiler o kadar saçmadır çünkü. Düşünün ki, Dünyada baş döndürücü gelişmeler yaşanırken biz kalan son enerjimizi Viyana surları önünde harcamışız. Varsa yoksa kavga, ille de kavga, çatışma, didişme istiyoruz. Düşman bulamazsak, en yakınımızdakilerle vuruşuyoruz..  

Kazanmış olmayı bir başkasını bitirmek olarak öğrenen çocuklarımız, tam da o nedenledir ki sürekli kaybediyor. Tüm yaşamları boyunca aşağılanarak, azarlanarak, eleştirilerek çaresizliği; altından kalkamayacakları ödevlerle, sorumluluklarla, görevlerle başarısızlığı içselleştiriyor, cam tavanlara çarpa-çarpa ezberlere boğuluyorlar. Ailede, sokakta, okulda ve kamuya ait bütün zeminlerde aynı hedefler gösterilerek, aynı çaresizlikler öğretiliyor. Sonra kalkıp, hiçbir pozitif değer üretemedikleri halde, sırf kendilerini savunma refleksi içerisinde ve kendilerine öğretildiği şekilde; “bize komplo kuruyorlar, biz iyiyiz, biz kahramanız, biz şöyleyiz, biz böyleyiz!” diyor, diyebiliyorlar.  

Oysa gerçek hayat, sürekli kazanmaya hiç bir zaman imkân tanımaz. En yıkılmaz görünenlerimiz bile, bir sürü mağlubiyetten çıkmışlardır. Hayatı böyle yaşamaya mecburuz. Yenilmenin utanılacak bir şey olmadığını çocuklarımıza mutlaka öğretmek zorundayız.. Kasılmamayı, insan kalmayı onlara öğretmek zorundayız.  

Böyle bir zemin üzerinde insan eğitmenin mümkünü olabilir mi?.  

Hadi eğit bakalım!  

Kimi, nasıl eğitiyorsun?  

Sahi, en hafifinden şu asık surat şiddet değil miydi, bal tutanın parmak yalaması, yağmalaması, torpil yapması zulüm değil miydi? İnsanı teferruat haline getirmiş kutsallar gül mü dağıtıyor? Tamam, konuşalım; “barıştan yanayız” diyelim, “şiddeti lanetliyoruz” diyelim ve fakat bütün bir hayat aksini söylerken buna kim inanır? “Kadir İnanır” diyorsanız, yanılıyorsunuz. O şimdi tatlı-sert adamı oynamıyor muydu, yani bu toplumun en sevdiği karakteri? Yerine göre seviyor, icabında vurup deviriyor. Bu biziz işte. Ve fakat bugünün beklentilerine karşılık gelmeyen, hayatın dışında ve tarihin derinliklerinde kalması gereken biz; demokrasi, insan hakları, hukuk, bilim, düşünce, kitap ve sanatla bağ kuramamış; ikiyüzlülüğü iki farklı hayatın doğal uzantısı haline getirmiş ve bu paradoksu gerçekliğe eklemlemiş biz.. O nedenle hiçbir şey şaşırtmıyor bizi..  

Referanslarımızı hayatın kendi gerçeği dışından alınca, evrensel değerlerle beslenen ortak bir dil yaratamıyoruz. Çocuklarımız iki arada bir derede kalmış. Başlangıçta anlayamadıkları bu ikiyüzlülüğü, sonunda bir güzel öğreniyorlar elbette. Hayatı dondurup, bin küsur yıl öncesinin kavgalarını sürdürüyor olmamızı sonunda benimsiyorlar..  

Ve gördüğünüz gibi her birimiz, bize belletilen rolleri oynuyoruz..  

Adam gibi bir sınav yapmak mı?  

Hadi canım, yağmacı toplulukların becerebileceği bir iş midir?  

 
Toplam blog
: 19
: 679
Kayıt tarihi
: 01.03.11
 
 

1957 yılında Erzurum ilinin Şenkaya ilçesine bağlı Evbakan Köyünde dünyaya geldim. İlkokulu doğduğum..