Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ağustos '10

 
Kategori
Sosyoloji
 

Hak varsa sorumluluk da vardır

Hak varsa sorumluluk da vardır
 

GÜVENLİK


Geçende önce kendime sonra dost ve arkadaşlarıma şu soruları sordum.

1- Bu güne kadar hiç, tabi olduğum Anayasayı okudum mu?

2- Tabi olduğum medeni kanununa göre Vatandaşlık Haklarımı biliyor muyum?

4- Mensubu olduğum devletin kurucusu. Atatürk hakkında ne kadar doğru bilgiye sahibim?

5- Nutuk’u okudum mu?

7- Kuran’ı okudum mu?

8- Nutuk u okumadan Atatürkçü, Kuranı okumadan Müslüman olunabilir mi?

9- Tüketici haklarımı biliyor muyum?

10-Vatandaşlık haklarımı biliyor muyum?

Sonra bir süre karşılaştığım bir çok kişiye şu iki soruyu sordum.

-Mevcut anayasanın ilk maddesini biliyor musunuz? Elli kişiden ikisi doğru yanıt verdi. İkisi yarım. Gerisi ise hiç bilmiyordu.

-Nutuk u okudunuz mu? dedim. Ellisi de ‘lisede iken okumuştuk’ diye cevap verdi.

-Kuran? dedim. Türkçesini okuyan öyle azdı ki. Şaştım kaldım.

-Nutuk un sonunda Atatürk hangi deyişle bitirir dedim. Buna da pek cevap veren olmadı.

Peki böyle konularda sohbet edilirken pek de heyecanlı fikirler beyan edilip ahkamlar kesmenin temeli neye dayanıyor ki öyleyse?

Sebebini takip eden zamanlarda anladım. Çoğunluk hiç ama hiç okumuyordu. Gazete ve tv ise yegane bilgi kaynağı olmuştu. Halbuki büyük çoğunluk bu kaynakların, maksatlı olarak yanlış bilgilendirmeye yönelmiş hatta aralarında kavga eden, farklı görüş ve ideolojilerin kavgasını yapan kişisel fikirlerini topluma zorla empoze ettiğini biliyordu. Tartışılan bilgi doğru olabilir mi? Fikir tartışılır.

Öte yandan örneğin; askerlik yapmamak için türlü çeşitli yollara başvuran gençler vatanını ne kadar seviyor olabilir. Paralı askerlik yapmak için zavallı anne babalar kıt gelirlerinden ne fedakarlıklar yaptılar. Bu denli kötümüdür askerlik yapmak. Eskiden askerlik yapmayana kız vermezlerdi. Alay ederlerdi.

Tuzla piyade okulunda öğrenciyken vizite onbaşısıydım. Kırsal kökenli bir arkadaşım sağlık kontrolü sırasında askerliğe elverişsiz olduğu ortaya çıktı. Sorguya çekildi. Neden gizlemişti bu engelini. “Bizim memlekette askerlik yapmamak ayıptır. Yapmazsam olamazdı.” dedi.

Öyleyse bu görevi yapmamak için bucak bucak kaçanlar için vatan sevgisinden bahsetmek nasıl olacaktı. Ama görüyorum ki onlar da lafa gelince mangalda kül bırakmıyor.

Haklılık payı şuydu. Askerliğin acemilik dönemi kentli için gerçekten çok zordur. Apartman çocuğu olarak yetişmiş genç için konforsuz ortam pek kötüdür. Sabah sporu ise çok ağır gelir. Sabah erken kalkmak zulüm. Sıcak yuvadaki anne yemeğini bulamamak berbattır. Hele emir almak zaten onların tabiatına aykırıdır.

Yere yatmak, yerde sürünmek, toprağa değmek, çamura bulaşmak, üşümek, terlemek o denli kötüdür ki kent çocuğu için. Çoğu hiç spor bile yapmamıştır. Doğayı tanımamıştır. Sporla tanışık olanlar şartları daha kolay kabullenirler.

Hep “tuvalet temizlettiler bana” muhabbeti vardır. Yahu sizin evde tuvalet temizlenmiyor mu? Evet ama anne temizler hep. Anne için normaldir bu iş. Yirmili yaşlardaki gençler pek yadırgarlar.

Toprağa eli değdiği zaman annesi hep aman evladım hemen elini yıka demiştir ona. Halbuki Kral Edvard İstanbul a geldiğinde yatından Dolmabahçe sarayına motorla yanaşmış ve inerken dalga sebebiyle yere tutunmak zorunda kalmıştır. Yaveri süratle mendil uzattığında ise Atatürk “Gerekmez Vatanımın Toprağı Temizdir.” diyerek ne güzel söylemiştir.

Bakınız askerlik te illaki ölünmez. Örneğin on yıl zarfında Askerlik yapan kişi sayısını şehit olan asker sayısı ile oranlarsanız. Sonra;

Aynı zaman zarfında araba kullanma hakkı taşıyanlar ile trafik kazasında ölenlerin oranını hesaplarsanız, trafik kazası kayıpları yüzlerce kere daha fazla çıkacaktır.

Yani sonuç şu; Askerlik yapmak, araba kullanmak dan daha güvenli…!

Bunu gençlerin eline araba verirken bir düşünün lütfen...!

Yaşamsal risk bakımından askerlikle kıyas yapın, basın haberlerini esas alsanız yeter.

Bu kentlilik yaktı başımızı. Topraktan uzak etti gençleri. Ne çapa’yı gören vardır. Ne kazmayı tutan. Bunlar ne ağırdır bilmez ki! İşçinin köylünün halinden anlasın.

Ama insan kaynakları müdürü olur ve bu aletlerle çalışan insanları yönetir. Çünkü okuyup adam olmak önerildi. Ama hiç taşı toprağı tanımak öğretilmedi.

Şimdi trekking (doğa yürüyüşü) veya paintball (boya atan silahla savaşçılık oyunu) ile gidermeye çalışılıyor eksik kalan! bu ihtiyaç ya da duygular…!

İTÜ de öğretim üyeliği yapan bir mühendis arkadaşım yazlık bir yerde mısır bitkisini gösterdiğimde. “mısır böyle bir şey mi” demişti de pek gülüşmüştük. Bu eski bir olaydır.

Daha geçen gün, yirmi dört yaşında üniversiteden mezunu bir genç ile konuşurken, söz açıldığında İnsanoğlunun aya gittiğini bilmemesi beni hayrete düşürmekten öte endişeye sevk etti. Ne olacak bu gençlerin hali dedim kendi kendime. Onları çok seviyor ve çok güveniyorum. Ama Atatürk’ün vatanı emanet ettiği gençlik bu değil.

Hep kentliliğe bağlıyorum ben kabahati. Ama şükür ki çocukların suçu yok gerçekten.

Gün geldi “eğitim cehaleti örter eşeklik baki kalır” demekten alamadım kendimi.

Bambaşka bir konu;

Tüketici yasasında bankaların kredi kartı ücreti almaları uygun görülmüyor. Aynı şekilde hesap işletim ücreti diye bir ödeme yapmaya da mecbur değil tüketici.  Ama Yılın ilk aylarında gelen ekstrelerde yıllık kart aidatı de var, hesap işletim ücreti de var. Kimse itiraz etmez. Bunu ya bilmez ya da boş verir “kim uğraşacak” der.

Yüzlerce kişiye itiraz dilekçesini ve kaymakamlığa verilecek dilekçeyi de ilettim. Ama baktım ki kullanan üç kişi. Bu bilsek de boş veriyoruz anlamına geliyordu. Daha nice itirazlar için de aynı durum geçerliydi. Yani uyarmak da fayda etmiyordu.

Gene başka bir örnek;

Alış veriş merkezi denen dev pazar yerlerine girerken kapıdaki bilgisiz güvenlik elemanı “çantanızı açar mısınız lütfen” dediğinde, bakıyorum bütün hanımlar, erkekler şahsi eşyalarıyla dolu çantalarını ağzına kadar açıp içini gösteriyorlar. Güvenlik elemanı ise elini sokup şöyle bir iki şeyi dürteliyor. Ne anlıyorsa?

Niye gösteriyorsunuz ki çantanızın içini?

Niye sakıncalı bir şey taşıma ihtimali ile kuşkulanmalarını yakıştırıyorsunuz kendinize?

Biliniz lütfen buna hakları yok.

Halbuki misafirlikte küçük çocuğunuz teyzesinin çantasına elini sürünce çok ayıp yavrum. Sakın ha diyorsunuz. Ne bu perhiz ne bu lahana turşusu. Çocuğunuza doğruyu öğretiyorsunuz da. Orada niye çantanızı ağzına kadar açıp gösteriyorsunuz. Bu ayıp değil mi?

Çok mu şart o alış veriş merkezine yarım dakika evvel girmek.

Güvenlik elemanına "Olmaz evladım ayıp bakamazsın, hakkın yok" demek çok mu zor?

Evet, siz bunu söyleyince “efendim biz görevimizi yapıyoruz. Sizin güvenliğiniz için” cevabını alırsınız. Bir adım daha atıp yok ben baktırmam diyemiyorsunuz.

Çünkü en kısa zamanda içeri girmek ve alışveriş çılgınlığına dalmak gerek. Vitrinlere bakarak terapi olmak gerek. Orhan Veli nin şiirindeki gibi.

Bakmak “Bedava” çünkü! Çok istersen kredi kartı var nasılsa! Alıverirsin gider. Onu da beş takside böldürür beş ay sonraki gelirini de harcarsın. Sonra haciz kapıya dayanınca ise isyan edersin sisteme. Devlete veriştirir bu duruma bir çare bulmasını istersin...!

Çanta arama işi, hürriyetin ihlalidir aslında ama sen sahip çıkmazsan kendi hakkına, kime ne senin hakkın, hürriyetinden.

Çantanı ağzına kadar açar gösterirsen. Hatta “dedektör öttü efendim üstünüze bakabilir miyiz.” diyen aynı elemanın karşısında kollarını havaya kaldırır da potansiyel tehlike muamelesini kanıksarsan senin özgürlüğünü kim koruyabilir?

Devlete laf etmek saçma, kendi hakkını koruyamayan sahip çıkmayana devlet ne yapsın. Yasa var sen hakkını kullanmıyorsun...!

Koruma güvenlik işini özel teşebbüse verdi. Şartlarını ise kanunla belirledi. Ama uyan kim. Uymayana ise itiraz eden olmayınca yakında başka yerlerimizi de aramaya kalkarlarsa şaşmamak gerek.

Hakkımız varsa bunları kullanmak bizim sorumluluğumuz. Kullanmayıp sonra sızlanmamak gerek.

Bülent Selen

 
Toplam blog
: 89
: 985
Kayıt tarihi
: 09.07.10
 
 

Marmara Üniversitesinde  İşletme okudu. İstanbul Üniversitesinde yüksek lisans yaptı.  Dış Ticare..