Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Aralık '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Haklı kim? - 2

Haklı kim? - 2
 

İnsanı yargılamak çok kolaydır. Hakkında hemen bir “zan” üretmek, ileri geri konuşmak, olur olmaz şeyler söylemek,  hatta karalamak bir insanı veya göklere çıkarmak, yani hakça davranmamak, “haksızlık etmek” dünyanın en kolay işlerinden biridir. Önemli olan “zor”u başarabilmek!

İnsanların çoğu da kolayı seçer ne yazık ki, beni insanlardan ayıran tek farkım da budur zaten, ben zoru başaranlardanımdır.

İnsanı yaptıkları ele verir… söyledikleri değil. Çünkü söylemler doğru da olabilir yanlış ta, gerçek de olabilir sahte de, kişinin yaptıklarıyla örtüşebilir de örtüşmeyebilir de.. Veya size öyle gelebilir de!!

“Zan” çok tehlikeli ve yanlış bir şeydir. İnsanı yerlerde süründürür icabında.
İnanç ve iman sahibi insanlar da bunu çok iyi bilirler, Kur’an’da pek çok ayette yer alan bir uyarıdır: “Zanlardan kaçınınız!”

Ahlaklı insan, makbul insan, iyi, değerli ve nitelikli insan zanlardan kaçınır.  “Zor”u seçer; “gerçeği bilmek” gerçeğe göre hareket etmek ister.  Gerçekle, doğruyla... yani… “olan” ve “olması gereken”le kıyaslar-tartar herşeyi. Ölçüsü, birimi budur. Ne kadar gerçekle örtüşüyor, ne oranda doğruya uygun? Veya uygun mu? Böyle bir sorumluluğu vardır insanın. Haksızlık etmemek için ne mümkünse yapar. Sorumlu davranır. Malum, “kul hakkı” diye bir şey de var. Senin olduğu gibi, benim de haklarım, benim olduğu gibi, senin de ve herkesin de hakları!  Hiçbirininki bir diğerinden daha üstün, daha öncelikli, daha ağırlıklı değil; Herkesin hakkı,  “var” ve “eşit”!!   Yani, “hak” üzere olmak! Yani “Hakk” üzere olmak!! Bu ikisi zaten aynı şeylerdir; farklı ama aynı zamanda da aynı! Anlam ve mahiyetini siz düşüncenizde oluşturacaksınız.

Erdem sahibi, ilim sahibi, bilgi sahibi, ahlaklı, iyi, değerli ve bilen insan, insana haksızlıktan kaçınır. Sorumluluktan ise kaçınmaz! Sorumlu davranır. Çünkü zaten, sorumluluktan kaçmazsa, sorumlu davranırsa ve sorumlu davranarak ancak, insana haksızlık etmemiş ve insana haksızlıktan da kaçınabilmiş olur/olabilir/olacaktır.

Ve insanın kendi de yine bir insandır. Dolayısıyla hak üzere olmak, zanlardan kaçınmak, insana haksızlık etmeme sorumluluğu,  insanın hem karşısındaki insana, hem diğer tüm insanlara hem de kendine karşı da bir sorumluluğu “aynı anda” kapsayan bir gerçekliktir, olgudur.

Aslında bunların hepsi inançlı olun veya olmayın, her birimiz için geçerli “doğru insan olma, ahlaklı ve makbul insan olma, iyi, erdemli, dürüst, mert, değerli insan olma” kriteridir. Bu kriterdeki insan, hem kendine hem de başkalarına ve/ya birilerine asla haksızlık etmemeyi, edilmemesini ve hem kendinin hem de “başkalarının da her tür davranışının sorumluluğu”nun da bilinciyle hareket etmeyi “seçen”, yanlış yapmaktan, yanlış yapılmasından (yani başkalarının da yanlış yapmasından, hatta başkalarının başkalarına bile yanlışından) “çekinen”, doğru yapmayı ve doğruyu prensip edinen, yanlışı-doğruyu her halükarda umursayan, ve asıl bu şekilde hareket etmekten “çekinmeyen”, yanlıştan-haksızlıktan korkup, doğrudan -gerçeklerden- hak üzere olmaktan korkmayan, doğruda- gerçekte-hakta-sorumlulukta “cesur” insana denir.

İşte ben bütün bunları yerine getirebilen, bunları umursayan, bunları yapan-yapmaya çalışan, bunları benimseyen, bu doğrultuda bir insanım. Beni anlamakta güçlük çektiğinizin de farkındayım.  Ancak kriterleri ve sebepleriyle birlikte “yapıyı” sunuyorum işte size... Yaptıklarımla da sunuyorum. Anlatmaktan yani sorumluluğumu yerine getirmekten imtina etmiyorum, yorulmuyorum, üşenmiyorum da. Doğru olan bu çünkü.  Sizin bunu anlıyor, biliyor veya anlamıyor bilmiyor oluşunuz da, bu gerçeği bu doğruyu değiştirmiyor, yok etmiyor; doğruyu-gerçeği değiştirmeye, yok etmeye muktedir de değildir zaten.

Evet ben olayları, olanları, insanları da bu şekilde değerlendiriyorum.  Herzaman ve herşeyi de bu şekilde değerlendiririm. Hak üzere midir, “o sorumlulukla-doğruyla-gerçekle örtüşüyor mudur bir olay veya insan, yoksa öyle değil midir?”, bu sorumluluğumu yerine getiriyorum, hem kendime karşı, hem de diğer insanlara karşı, yani topluma da karşı.

Benim “yaptıklarımda da söylemlerimde de” bununla örtüşmeyen tek bir şey dahi göremezsiniz, gösteremezsiniz.
Onun için beni değerlendirirken de sizler, lütfen bu kıstaslara göre değerlendiriniz. Ki, sizler de hakça ve makbul, değerli, iyi, erdemli, ahlaklı insan çizgisinden ayrılmamış olasınız.

“Zan”lardan, zanlarınızdan kaçınınız. Çünkü yanlıyorsunuz ve ben bunu görmekteyim. Onun için yine çok sevdiğim bir söylemdir: “Bilginiz yoksa, fikriniz de olmasın”! Herşey için, herkes için geçerli bu. Bir olay, bir durum ve onu doğru değerlendirebilme kirterleri için elde yeterli veriniz, bilginiz yoksa fikriniz de olmasın. Birilerini alkışlarken, desteklerken, birilerini yererken buna dikkat ediniz. Çünkü hiç haketmediği halde, hiç öyle olmadığı halde birini yermekle, desteksiz bırakmakla,  yine hiç öyle olmadığı halde haketmeyen bir şeyleri-birilerini övmek, alkışlamak aynı derecede yanlıştır, yine haksızlıktır.  Hatta haketmeyeni, yani bir yanlışı desteklediğinizde, alkışladığınızda, yanlışı görmezden gelerek, yok sayarak, yanlışa sempati ve hoşgörü gösterdiğinizde, otomatikman doğruya haksızlık etmiş, doğrunun hakkını gaspetmiş olursunuz! Yani sanmayın ki herkese olumlu davranmak, herşeye pozitif yaklaşmak, herkese herşeye hep gülücükler dağıtmak doğru ve hakça bir şeydir!! Hayır değildir!!!

Ve evet, bu son duruma ilişkin olarak o arkadaşlarımızın gidişi gelişi vs. değildi zaten beni ilgilendiren de... Bu ortamın bir bireyi olarak ve bu toplumun da bir bireyi, bu ülkenin bir vatandaşı olarak, toplumda neden bir takım sorunlar yaşanıp ve o sorunların en temel kaynağında zaten her bir bireye düşen bu sorumluluğun layıkıyla yerine getirilip getirilmemesinin asıl “sebep” olduğunu ve bu davranış ve sorumluluk bilinci her bireyde oluşmadıkça, yerleşmedikçe,  her an, her vesileyle, her tür sorunun sürekli yaşanmaya da devam edeceği ve asla da çözümlenmeyeceğini bildiğim için, ben bu tür olgularla, bu tip vesilerle neyin doğru, neyin yanlış ve niye yanlış olduğunu mutlak surette ortaya koyarım!

Sizler de ortaya koyacaksınız, sizler de bunu yapmak zorunda ve sorumluluğundasınız.

Ben olaya baktım… hakça mı değil mi, doğru bir şey mi yapılmakta, ve bu arkadaşların tutumları “o olay çerçevesinde olmak üzere” doğru-makbul-değerli-iyi ve hakça ve de sorumlu insan ve davranış çizgisiyle örtüşüyor mu, örtüşmüyor mu?

Cümlemde, “o olay çerçevesinde olmak üzere” diye özellikle de vurguladım. Çünkü bu da çok önemlidir. Bir insan genel anlamda gayet iyi, düzgün, değerli bir insan olabilir, ama öyle bir durumda, öyle bir şey yapar ki tümüyle yanlış-kötü-çirkin bir hal sergileyebilir.

İnsanları tek bir tutumuyla tek bir davranışıyla da yargılayamaz, etiketleyemezsiniz. Yetenekleriyle de yargılayamazsınız! Genel olarak diğer yaptıklarına da bir bütün olarak bakmak sorumluluğundasınızdır, zorundasınızdır, zorundayızdır. Çünkü insan tüm yaptıklarıyla ancak bir bütündür. Bir insan çok yetenekli bir ressam, müzisyen, yazar, bilgili bir usta-hoca ama ahlaken eksik berbat bir insan olabilir, aynı şekilde biri matematikte veya sanatta çok yeteneksiz, hatta bilgisiz ama ahlaken ve bir insan olarak son derece gelişmiş ve iyi, değerli, dürüst, doğru biri olabilir.

Onun için ben, o insanların hiç kişilikleri üzerinden değerlendirmedim o olayı. Kişilikleriyle kimlikleriyle, yetenekleriyle ilgilenmedim, ilgilenmem.  Ben o olayda ne yapılmıştır, yanlış davranmışlar mıdır, ona baktım, ona bakarım. Her olayda, her olguda her davranışta da böyle yaparım, o olay, olgu ya da davranış için söylerim her ne söylersem de.  Karıştırmam konuları olayları kişileri birbirine; bugün olmuş herhangi bir şeyi, daha önce olmuş diğer başka şeylerle de karıştırmam. Ayrı tutarım her olanı bir diğerinden, ama birlikte mütalaa edilmesi gereken şeyleri de pek tabii ki birlikte mütalaa ederim. Çünkü bazı durumlar bir “süreç”tir de aynı zamanda, bir bütündür de. Bunları da birbirine karıştırmam yani.  Bu da bir, “düşünceyi, hissiyatı”  görüşü-bakışı disipline edebilme, geliştirebilme olgusudur.  Bunu yapabilen-öğrenebilen-başarabilen kişiler ancak, yanlış ve olumsuz durumlar karşısında doğru bir iradeyle, doğru kararlar ve doğru şeyler üretebilir, yapabilirler.

Bizi ilgilendiren, o olaydı, o olayda yaptıklarıydı… Hala da öyledir, çünkü  “süreç” devam etmektedir. O olayla, onların tutumuyla, onların bir seçimi ve kararlarıyla başlamıştır süreç ve bugüne kadar gelmiştir, getirilmiştir.

Şu son durumda da, Ata Kemal Şahin'in ve onun hemen öncesinde de Cem Beraat Çamsarı arkadaşımızın yazdıkları yazılar da zaten bu sürecin en son ortaya konan faslıdır, aşamasıdır, tezahürüdür. Yani o sürece ve o olaya dahildir bu son olanlar da ve hatta benim şimdi bu yazıyı yazıyor olmam da, onlara karşıt bir görüş, olanları yanlışlayan, yanlıştır bu yapılanlar diyen bir yaklaşım olarak.

Şimdi evet, bir başlangıcı var bu olayın ve asıl olayın ruhu zaten o başlangıçtır, yani o en başta arkadaşların yaptığı yanlıştır sürecin başlangıcı.  Dedik ki yanlış yaptılar. Ben de öyle dedim ve bunu o dönemde sadece bir tek yazımla, 2 bölümlük “Neden? Ve kanıyor musunuz gerçekten?” başlıklı yazımla irdeledim ve ortaya koydum (326002 ve 326020 No.lu bloglarım). Bir yanlış yapılmaktaydı, insanların  bazıları “yanlış olmasına rağmen” yanlışı destekler gibi bir durum sergiliyorlardı “yine”, sorumluluğumdu herkes gibi yine benim de, insanlara şu yanlıştır, doğrusu şudur diyerek arkadaşları gerçek üzere ve hak üzere tutmaya, sevketmeye de çalışmak. En azından bunu söylemek, o iradeyi gösterebilmek. Yanlışı önleme, bildirme, uyarma sorumluluğumuz da vardır arkadaşlar!  Ve bu, yanlışı yapanı alkışlayarak, göklere çıkararak yapılmaz!

Heee ama insanlar bunun ayrımına varır-varmaz, dinler-dinlemez, değer verir-vermez,  ikna olur veya yapar-yapmaz, doğruyu gerçeği farkeder-etmez, işin o kısmı ise hitap edilen kitlenin, okuyanların sorunu ve sorumluluğudur.  Sonuçta herkes esasen “öncelikle” kendi sorumluluğundan mesuldur. Yani  o yazımı yazmakla ben de kendi sorumluluğumu yerine getirmişimdir, insanlara karşı da sorumluluğumu yerine getirmişimdir. Aynen şu anda da bu yazıyı yazarken yaptığım gibi. Sadece de bunu yapmışımdır, anlamı-değeri bu sorumluluğun değeri ve anlamı kadardır, o eşdeğerdedir , bunun dışında bir değer ve anlamı yoktur. Bunun dışında bir değer ve anlam aramak da yanlıştır, haksızlıktır, sorumsuzluktur!

Bunu da burada belirttim çünkü, sırf o yazımla ilgili olarak ve de bu sorumluluğumu yerine getirişime bağlı olarak daha sonra o arkadaşların yandaşlarından birkaç kişinin hakkımda, hem de en olmadık şekilde bile son derece “çirkin” bazı yazıları, söylemleri, yorumları olmuştur... o arkadaşların “ya eski format gelir, dediğimiz yapılır, ya da biz gideriz” şeklindeki kararlarını uygulamaya almalarından sonra devam eden şu 3 aylık süreç içinde ve bugüne kadar! Gerçi ondan öncesi de var da, ben onlara da şimdi burda artık değinmeyeceğim haliyle.

“Süreç” başlangıç safhasında çok da hızlı gelişmişti üstelik,  kararlarını uygulamaya koymak için bir haftalık bir süre belirlediklerini vakayinüvis yazısıyla bildirmiş, ancak Emine Supçin, her nedense çok acele ve fevri bir yaklaşımı seçerek, o bir haftayı beklemeden veda yazısını yazmış ve tüm yazılarını da silmeye başlamıştı. Vakayinüvis’in bu tercihlerini belirten o ilk yazısı ile, zaten bunun sadece vakayinüvis’in salt kişisel/münferit bir kendi görüşünü-fikrini sunuşu olmayıp, bir “girişim” olduğu, “danışıklı”, müşterek, ekipsel-grupsal bir durum olduğu ortaya çıkmış, o yazıya gelen destek ve katılımlar çerçevesindeki yorumlar ve kendi kararlarını bildirenler ile, yine pirmete ve sair kişilerin yazılarıyla da o ekipin kimlerden oluştuğu, sempatizanları, öncüleri, takipçileri vs. de ortaya konmuş olduydu. Kaldı ki o yandaş ekip, zaten önceden de ortamı takip edenlerce bilinmekteydi de.

İşte benim yazım da, Supçin’in veda yazısının hemen ardından yazılmış idi. Ve evet, benim de mecburen bu durumu görür görmez, hemen ve aceleyle… Çünkü o belirledikleri süre olan, ya da kararlarını uygulamaya almak için “kendilerine göre” güya yönetime ve/ya insanlara ve de kendilerine “tanıdıkları süre” olan o bir haftada yaptıkları yanlışı zaten anlayacaklarını ve bu yanlıştan geri adım atacaklarını umuyordum, bunu bekliyordum aslında ben, ya da buna inanmak istiyordum… Çünkü o kadar bariz bir yanlıştı ki... Ve  vakayinüvis de Supçin de belli bir oranda değerli bulduğum, bence de, en azından bazı açılardan belli bir çizgide ve birikimli insanlardı, böyle bir yanlışı zaten yapmayacaklarını, yapamayacaklarını düşünmeye meyilliydim; dolayısıyla olumlu ihtimale prim vererek izlemekteydim olanı biteni. Ve o nedenle yazı yazmaya niyetim bile yoktu... çünkü ayrıca o son günlerde tek konu bu format değişikliği idi ve zaten yazılmış bir sürü yazı vardı.. O yazılardan birkaçına  yolladığım yorumlarla da ben format konusundaki şahsi görüşümü önceden zaten ortama açıklamış, belirtimiş idim.

Ama Supçin’in bu hiç beklenmeyen ani ve o bir haftalık süreyi de beklemeden bu tavrı, yanlıştan dönmek gibi bir niyetlerinin olmadığını, hatta yanlışı hiç görmediklerinin bile, artık kesin göstergesiydi ve çok daha yanlış ve istenmeyen, gereksiz, yersiz, anlamsız bir duruma gebeydi yine ahval ve ortam, durup dururken. Ve nitekim de öyle oldu işte!

Ben de son bir umut, klavyeye sarıldım haliyle. Hani son bir çaba… Onlara da doğruyu gösterebilmek için gitmeyin kalın, yapmayın böyle, farkedin yanlıştır bu tutumunuz diye belki anlatabilmek, düşündürtebilmek  için… Ama tabii asıl,  insanlara da seslenmiştim siz de kanmayın, görün, anlayın bu blöfleri, desteklemeyin bu arkadaşların bu hareketini, paye vermeyin, yanlıştır bu diye… Çünkü onlar da bu arkadaşları o zaman da yine şakşaklıyor, göklere çıkarıyor daha yüreklendirmiş oluyorlardı, daha da havalara girmelerine neden oluyorlardı, o arkadaşlar da sanıyorlardı ki ohooo rüzgarı almışlar peşlerine, giderlerse arkalarından fırtına kopacak. Hııı buldunuz. İşte insanoğlu yaptığı bir şeylerin bir adım ötesini görecek, görmeye çalışacak.  Söyledim ama, iyilik yaramıyor da işte insanlara.

Evet büyük bir yanlıştı arkadaşların yaptığı, ama onların yaptığı bu yanlışları destekleyenlerin yaptığı daha da büyük bir yanlıştı. O zaman da öyleydi bu yani.  Kural: Yanlış ise bir şey desteklenmez, aksine kınanır, kınanmak zorundadır. Böyle bir sorumluluğumuz vardır!

Yanlış mıydı peki “gerçekten” yapılan şey?… bu defa çok daha netlik gösterecek farklı bir yol izleyerek, hemen şöyle bir “ana tanımlarıyla”, davranışların adıyla  "listeleyerek",  yapılana, gerçeklere bakalım:

Hani bana da diyorsunuz ya, bakalım senin doğrun herkes için doğru mu?.. belki de sen yanlış düşünüyorsundur, sen yanlış değerlendiriyorsundur… Sana yanlış gelen şey, belki de benim doğrumdur… diyorsunuz ya… Heh, bunu da irdeleyelim bu vesileyle işte ne güzel… Öyle miymiş bakalım??

Ancak devamı yine sonraki bloglarımda…. malum, “mecburen”!


Filiz Alev
08.12.2011

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..