Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Mayıs '14

 
Kategori
Deneme
 

Halim Selim (Sıradan bir insanın sıradışı yaşamı - Sekizinci bölüm)

Halim Selim (Sıradan bir insanın sıradışı yaşamı - Sekizinci bölüm)
 

Sıradan insanlar


Patronun odaya girdi; sehpada kalan eski gazetelerden birini alıp bulmaca çözmeye başladı. Arada bir telefon çalıyordu. Ama patron ‘bakma’ dediği için bakmıyordu.

Bu şekilde bulmaca çözerek akşamı etti. Biraz daha bekledi. “Patron gelmecek herhalde” dedi. Bu sefer kızmadı çünkü cebi para doluydu. Büroyu dikkatlice kilitleyip pansiyona yollandı. İlk işi ciğerciye borcunu ödemek oldu. Öyle daha önce hayal kurduğu gibi görgüsüzce değil de baya nop normal “buyur dünkü borcumu” dedi. Yarım ekmek arası bir ciğer yanında bir ayran söyleyip onun da parasını verdi.

Ciğerci ekmeği hazırlarken içinden ‘bu baya borcuna sadık biri’ diye düşünüyordu.

Halim her zamanki gibi caminin parkına oturup ekmeğini yedi, ayranını içti. Boş şişeyi ciğerciye verip pansiyonun yolunu tuttu. Önceki günden aldığı sigara daha bitmemişti. Pansiyonda çaycıya olan üç çay borcunu verip bir de çay söyledi. Çaycı adet olduğu üzere “kaçımıyodu?” deyip parasını aldı ve çayı getirdi.

Halim çok mutluydu. Ciğerciye borcunu ödemiş, karnını doyurmuş çaycıya da borcunu ödemişti. Cebinde yarım paketten çok fazla sigara ve patronun verdiği paradan kalan kırk üç buçuk lira vardı.

Bu sırada ‘büyük abdesti’ gelmişti. ‘Yine debdi’ deyip gülümsedi, tuvalette ihtiyacını bir güzel giderdi. İşte bu anlar çok keyflendiği anlardı. “İnsan içindeki pisligi atınca, emme rahat ediyo” diye düşündü. Sonra ayaklarını yıkadı. Bu her akşam mutlaka ayak yıkama alışkanlığını askerde kazanmış, mapushanede de devam ettirmişti. Ayaklarını yıkayıp yatağa uzanınca bacaklarından, ayaklarına ılık ılık bişey akıyordu ve bundan da çok hoşlanıyordu.

İşte bu duygularla yatağına uzanıp gözlerini tavana dikti. Büroda kaldığı yerden yaşadıklarını düşünmeye başladı. Müteferrikada bir polis onu getirip kalabalık insanların olduğu yere bırakmış “sen burda bekle” deyip gitmişti.

Etrafına bön bön bakındı. Hiç tanımadığı insanlar… Şaşırmıştı. Herkes garip bir şey görmüş gibi ona bakıyordu. Oraya sanki vahşi bir yaratık girmişti. Hepsi korkuyla irkilmişti.

O bunların farkında değildi. Aklı fikri verdiği ifadede idi. Onbaşıyı dövdüğünü söylememekle iyi mi etmişti yoksa kötü mü etmişti? Yarın bir yerden öğrenirlerse başına iş açılabilirdi. İlk fırsatta “bir punduna getirip” komisere onbaşıyı dövdüğünü, ama asıl suçun onbaşıda olduğunu “etme onbaşım, dalga geçme onbaşım” dediyse de laf anlatamayınca bir iki vurduğunu söyleyecekti. “Ağzı burnu kan içinde kalmış, o nasıl oldu öyleyse?” diye sorarlarsa dedi. Birden irkildi. “Salak sen söylümessen, ağzının burnunun gan içinde galdığını nasıl bilcekle?” dedi. Ağzını sıkı tutup yalnızca bir iki vurduğunu söyleyecekti. Dikkatli olacak ve başka gevezelik yapmayacaktı. Kendi kendine sıkı sıkı tembih etti ve rahatladı. Gitti duvarın dibine çömeldi bir sigara yaktı. Ona şaşırarak korkuyla bakanlar onun kendi halinde zararsız biri olduğunu anlayınca, kendi muhabbetlerine döndü.

O orada öyle çömelmiş dururken yanına çelimsiz, gök gözlü biri çömeldi “geçmiş olsun birader” dedi. Baktı, ama fark etmedi. Çünkü aklı komisere onbaşıyı dövdüğünü nasıl söyleyeceğine takılı kalmıştı. Ama öbürü konuşmaya kararlıydı. “Hayırdır birader nasıl oldu?” dedi.

Halim adama baktı. Çok gözü tutmamıştı. “Nasıl olucek? Ben gomutanın acıdığından verdiği postalla parkayı geyince, onla da bene solcu sanıp saldırınca ben de benim anam ağlecene” deyip burada durdu. “Gerçi benim anam öleli çok olduydu; emme ben nafın gelişi benim anam ağlecene onlan anası ağlasın deyip, ninemin bene alıvediği Yatağan bıçanı Allah ne verdiyse salladım. Biri öldü, ikisi de ağır yaralıymış. Beni dutup buruya getirdile. Ben örgüt üyesiymişim. Hiç bile öyle değil, emme gomiser öyle deyo. Her hal bi bildiği var. Ben bilmiyon. Neyse işte ondan burdayın” diye anlattı. İçinden onların elinde bıçak görmediğini söylemek geldi. “O gadarı buna alagadar etmez” dedi.

Yanındaki hayretle ona bakıyordu. Şaşkınlığı artmış ama canı da acımıştı. Kendi cırrık kadar, bu dev gibi adama acımak haddine mi demeyin. O Hacıhüsrevli Rüstem’di. Şimdiye kadar zeytin çekirdeği kadar mermiyle, parmak kadar bıçakla devrilip gitmiş ne babayiğitler görmüştü. Gerçi ölüsü yoktu ama İstanbul emniyetine illallah dedirtmişti. Halim’in saf saf anlatışını görünce canı acımıştı. Tecrübesiyle biliyordu onu belki asmazlardı; ama belki müebbet en azından yirmi beş otuz yıl ceza verirlerdi. Cezaevinde bu saflığıyla onunla kediyle farenin oynadığı gibi oylum oylum oynarlardı. Kendisi cepçilikten tutuklanmıştı. Savcıya daha çıkmamıştı. Adı gibi biliyordu. Savcı onu tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakırdı. “Ah! Savcı tutuklasa da bu dev yavrusunu avucuna alıp cezaevinde beyler gibi yaşasaydı”. ‘Ama ne gezer?’ şanssızdı. Bu seferki suçun karşılığı tutuksuz yargılanmaktı.

Ama ona canı acımıştı. Bu bir iki günde ona akıl verip yaşayacağı mahpusluk için yol yordam öğretmeye karar verdi. “Birader.” dedi. “Allah kurtarsın ama senin işin zor. Sen epey ceza alırsın.”  diye devam etti. Halim “biliyom arkıdeş, emme needen, gader. Başıma geleni çekerin.” diye cevap verdi. Rüstem “sen arkadaş bu kafayla zor çekersin. Senin işin zor hem de çok zor. Benim sana kanım kaynadı. Ben yıllarca hapis yattım. Hapislik zor zanattır” dedi. Halim şaşırmıştı “sen ne deyon arkıdeş? Benle dalgamı geçiyon? Hiç hapislik zanat olur mu? Sen de bene saf buldun dalga geçiyon” diye biraz kızgın cevap verdi.

Ama Rüstem Halim’e kafayı takmıştı. Çünkü ona kanı kaynamıştı. Bir de Rüstem’in kardeşi vardı vurulup ölmüştü. “Allah rahmet etsin” tıpkı Halim’e benziyordu. Boyu posu bu kadar değildi. Hatta Halim’den çok küçüktü. Ama saflığı kalp temizliği aynı bunun gibiydi. Çok nasihat ettiği halde sözünü dinletememiş arkadaşları onu hep kullanmıştı. Çok cesurdu. Mangal gibi yürek vardı. En sonunda bir arkadaşı için girdiği kavgada vurulup ölmüştü. O uğruna öldüğü arkadaşı, kardeşi öldükten sonra kaybolup gitmişti.

Bunlar aklına gelmişti. İçinden “bunun gözünü açmazsam hapiste onun bunun oyuncağı olup harcanır” diye geçirdi.

“Arkadaş sen beni yanlış anladın. Ben mahpusluk zor zanaat dediysem lafın gelişi… Şimdi sen berberlik yapabilir misin?” diye sordu. Halim adamakıllı şaşırmıştı. “Hopbıla, sen ne deyon arkıdeş? Ben bilmiden, bi usdudan görüp öğrenmiden nasıl berberlik yapen? Sen benle dalga mı geçiyon? Hadi git işine. Ben zaten gomsere nasıl anlatcen diye düşünüyom. Beni meşgul etme” dedi; dedi ama birden pişman oldu. Yine boşboğazlık edip “gomsere nasıl anlatcen diye düşünüyom” demişti. Kendini toparladı.

Rüstem “bak görüyorsun. Berberliği bile bilmeden, bir ustadan öğrenmeden nasıl yapayım diyorsun. Sen hiç hapislik yaşadın mı?” deyince Halim şöyle bir düşündü. Askerdeki onbaşıyı dövünce komutanın verdiği çadır hapsi aklına geldi. “Şimdi ondan bahsedip işi hiç garıştırmeyen” diye içinden söylendi “ne mapusluğu arkıdeş? Ben köylüyüm. Köylük yerinde mapusluğun ne işi var?” diye cevap verdi. İçin için biraz kuşkulansa da Rüstem’e kanı kaynamaya başlamıştı.

Rüstem “hah işte ben tam da bunu söylüyorum. Köylük yerinde mapusluk görmedin. Hiç yaşamadın. Onun için mapusluk nedir bilmiyorsun. Yaşamadan, bilmeden, ustasından öğrenmeden bir iş nasıl bilinmezse mapusluğu da ya yatarak ya da, daha önce mapus yata yata ustalaşmış birinden dinliyerek öğrenirsin.” dedi.

Halim’in hem merakı artmış, hem de adamın sözlerine aklı yatmıştı. “Haklısın bizim oğlan. Ben mapusluğu bilmeyon. Emme eninde sonunda mapus yatcen. Şindi ben bu işi nasıl örencen? Bu işin ustası kim?” diye sordu. Rüstem “hah, işte tam adamına çattın. Bu işin ustası benim. Sana kanım kaynadı. Bu işi ben sana adam akıllı öğreticem. Sözlerime iyi kulak ver.” dedi. Sonra “bir, orada her hatırını sorana öyle makara gibi çözülüp her şeyi sökelenmicen” demişti ki, Halim burada hemen söze girdi.  “Yani ben orda kimseyle gonuşmecen mi? Olur mu arkıdeş öylü şey?” diye itiraz etti. Rüstem “sen şimdi yırtık dondan çıkar gibi iki de bir lafa karışma” dedi. Halim “o neymiş öyle?” diye soracaktı, ama Rüstem en son “karışma” dediği için, sonuna kadar dinleyip, sonra lafa girmeye karar verdi. “Annad bizim oğlan. Heç garışmıdan dinleyen” dedi.

Onun böyle kaba saba konuşmalarına Rüstem’in canı acımış içinden “ne kadar alık adam. Bunun hiç korkulacak yanı yok. Burnundan halkayı takıp ayı gibi oynatacaksın” diye düşündü. “Ah” dedi. “Ah savcı bir tutuklasaydı, kaç sene ceza alsam umurumda olmazdı. Bunu yanımda terbiyeli ayı, yok yok terbiyeli aslan gibi gezdirir krallar gibi yaşardım” diye geçirdi.

Başkalarının ondan böyle faydalanacağı aklına gelince çok kıskanıyordu. Ne edip edip, şu kısa sürede onu yetiştirerek başkalarının ondan faydalanmasını önleyecekti. Gerçi şimdi o da kendi kıskançlığını tatmin için ona yardım ediyordu; ama olsun hiç olmazsa ondan kimse faydalanamayacak, sayesinde bu garip de rahat edecekti.

Kolları sıvadı ‘Tabi lafın gelişi’ başladı anlatmaya. “Birincisi neydi? Her soruya öyle ayrıntılı cevap vermek yok. Savcı seni şimdi tutuklama isteğiyle hakime havale edecek. Hakim de senin tutuklu yargılanmana karar verip tutuklayacak.” dedi. Halim duramadı burada lafa girdi. “Tutuklumayı annadık yargılıma neymiş? Hem sen kimseye uzun gonuşma deyon. Gomiser bene savcı, hakim ne sorasa uzun uzun annad dediydi. O nolcek peki?” diye ‘nafı punduna getirip’ sormuştu.

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..