- Kategori
- Anılar
Hava durumu: Görüntü var, ses yok
Bunalımlı dönemlerinin olması doğaldır insanın. Zordur hayat. Hele ki orta halli, beyaz yakalı bir ailenin ufak çocuğu olarak büyüdüyseniz hayatın zorlukları ruhunuzu tüketiyor gibi olur. Bunalımlı bohem olmak kimi zaman hoşunuza gidebilir ancak gelecek planlarınızı sorgulamaya başladığınızda bu hal dayanılmayacak derecede mide ve kafa bulantısına dönüşür. Bu bilinç bulanıklığının en karmaşık evresinde gözyaşlarınızı dışarıya akıtmaya karar verirsiniz. Çıkış aksine savaşmak değildir. Savaşarak, bunalım kaynaklarının üzerine giderek bunalımınızı sadece ertelemiş olursunuz. Yapılacak eylem, o an için yaptığınız haftalık tüm planları ertelemektir. Salarsınız kendinizi. Baskı unsurları yavaş yavaş kaybolurlar. Arkasından mutsuzluk yerini nötrlüğe; daha ertesi gün nötrlük mutluluğa devreder devrimci iktidarını. Acıktım. Evet, gene acıktım. Bilim adamı olup açlığı yok eden bir gen, bir ilaç bulmak isterdim. Bu dünyada paranız varsa açlığı dert etmezsiniz. Benim açımdan da makarna alacak kadar param olduğu için bir sorun yok. Makarna kaynıyor. Birazdan en sevdiğim dizimi izlerken onu mideme indireceğim. Dolaptaki şarabımı kana kana içme moduna ise güneş batarken geçmeyi planlıyorum. Bu şehir son günlerde tuhaf bir hal almaya başladı. Özellikle akşamüstleri bana eylül veya ağustos akşamüstlerini hatırlatıyor. Sokaklar, gün ışığının binalara, ağaçlara yansıması. İnsanların sakin tavırlarla iş çıkışları ev yerine açık havalı kahvelerde oturmaları. Bütün bu güzelliği bozan ise bütün bu yaz sahnesine rağmen var olan, kemiklerimi donduran buz gibi rüzgâr. Bana bu parçalanmışlığı İstanbul bile yaşatmadı. Parça parça içim. Makarna, ailem, Paris, İstanbul, yalnızlık… Gene akşam oldu.