Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ekim '07

 
Kategori
Eğitim
 

Havada bulut yok

EĞİTİMLE İLGİLİ ROMANLAR (41)

Romanın Yazarı: Cevdet Kudret

(Havada Bulut Yok, adlı roman, Cevdet Kudret’in 1958’de basılmış bir eseridir. Romanda, Süleyman adlı öğretmenin, Kayseri’de başından geçenler anlatılır.)

Süleyman, İstanbul’lu olup, Edebiyat Öğretmeni’dir. Okulu bitirdikten sonra ataması Kayseri’ye yapılınca, annesini İstanbul’da bırakıp gelir. Süleyman öğretmen, Kayseri’ye geldiğinde, sadece haritada yerini bilip tanıdığı Anadolu ile ilk defa karşı karşıya gelir.

Trenden indikten sonra, İstanbul Oteli’ne giden arabalara biner. Şehrin en ünlü otelinin adını daha İstanbul’da iken öğrenmiştir. Beş on dakika sonra otele varır. Bavulunu sırtlayan çocuk, O’nu tek yataklı bir odaya götürür. Şehrin en ünlü oteli, İstanbul’daki üçüncü sınıf bir Sirkeci otelinden çok daha bakımsızdır. Çaresiz, yatağa uzanır.

Sabahleyin kalktığında, şehri ilk defa gündüz gözü ile görür. Otelciye, lisenin yerini sorar. Yapılan tarife uyarak, yolu yürür. Sonunda, bahçesinin etrafı demir parmaklıklı, alçak duvarla çevrili okula varır.

Müdür, kısa boylu, karayağız bir adamdır. Süleyman öğretmeni çok iyi karşılar. Süleyman’ın yalnız geldiğini öğrenince, okulda bekar arkadaşların yattığı bir yer olduğunu, eğer isterse O’nun için de bir yatak hazırlatabileceğini söyler. Süleyman öğretmenin “evet” cevabı üzerine, hademeyi çağırır ve otele gidip öğretmen beyin bavulunu getirmesini emreder.

Müdür, Süleyman öğretmene, burada bir aile gibi birbirlerine sıkı sıkıya bağlı olduklarını söyler. Toplam olarak, 15-20 münevver olduklarını, öbür dairelerden de beş on adam dışında görüşecek adam bulunmadığını anlatır. Akşam, dersleri bitince, doğruca kahveye gidip, tavla, iskambil oynadıklarını söyler. Sonra, Süleyman öğretmeni alıp öğretmenler odasına götürür. Diğer öğretmenler ile tanıştırır. Son dersten çıktıktan sonra da, doğruca kahveye giderler.

Öğretmenler, oyuna başlarlar. Müdür, tavla meraklısı biridir. Öğretmenler, iyi sicil almak için, kasten müdüre yenilirler. Okulda, başyardımcı Nadir Bey Coğrafya, Himmet Rıza Tarih, Numan Halit ve Ali Metin Matematik, Ömer Fethi Fransızca, Zühtü Bey Felsefe öğretmenidir. Basri Bulut ise Felsefe Öğretmeni olup, Resim dersine girmektedir.

Süleyman öğretmenin ilk dersi onuncu sınıfadır. Müdür, Süleyman’ı sınıfa tanıtır ve dışarı çıkar. Süleyman öğretmen, kırk kadar öğrencinin karşısında yalnız kalır. Çocuklar, yeni öğretmenin ne yapacağını beklerler. Süleyman öğretmen, birdenbire şunları hisseder: “Eğer, kaşlarımı çatarsam, bundan sonra hep çatık kaşla yaşamaya mecburum. Eğer gülersem, her zaman gülmem gerekir, hiçbir zaman kızamam.” Bunun üzerine Süleyman öğretmen, hep güleryüzle yaşamayı tercih eder ve sınıfa dönüp, “Günaydın çocuklar!” der. Çocukların yüreklerini ferahlatır. Çocuklar memnun olup, hep birden, “Günaydın efendim!” derler.

Dersten sonra Süleyman öğretmen, çocukların kafasına bir sanatın sadece tarihini, tekniğini, çeşitlerini yığmanın verdiği sonucu kendi gözleriyle görür. Genç öğretmen, tutması gereken yolu anlamıştır: Çocuklara kurallar değil, eserler okutacaktır. Bu nedenle, okuldaki kitapları görmek için, kütüphaneye doğru yürür.

Yine bir gün kahveden eve dönerken, Basri Bulut’un ayağı -taşa mı takıldığından, yoksa uygunsuz bir yere mi bastığından bilinmez- burkulur. Koca adam, boylu boyunca yere uzanır. Hemen, hastaneye kaldırırlar. Basri Bulut, evli olup, üç çocuğu vardır. Durumu, ailesine haber verirler. Süleyman öğretmen, adını ve okuldaki işini yazıp, istekleri olduğunda kendisine haber vermelerini söyler. Hastanedekiler, Basri Bulut’un içki içtiğini görünce erken taburcu ederler.

Basri Bulut, birgün okula gelip merdivenleri hızlı hızlı çıkar. Nefes nefesedir. Bir şey söylemek ister gibi ağzı açılır. Boğazından “hıkk” diye bir ses çıkar. Sonra kürsünün üzerine yığılıverir. Artık öğretmen ölmüştür. Çocuklar, hemen müdüre haber verirler. Okul alt üst olur. Öğretmeni kaldırıp öğretmenler odasına götürürler. Süleyman, Basri’nin evine gidip, olanları karısına haber verir. Bir süre sonra cenaze gömülür.

Mayıs ayında, yazlıklara göç başlar. Yerli öğretmenlerin birer bağı, tabi birer de eşeği vardır. Haziran sonuna kadar, onunla okula gidip gelirler. Süleyman öğretmen de diğer arkadaşları gibi yavaş yavaş taşra memurluğuna alışmaya başlar. Akşam olup da son dersten çıkıldı mı, herkes bir tarafa dağılır. Gündüzlü öğrenciler evlerine, yatılılar bahçeye, öğretmenler kahveye giderler.

Süleyman öğretmen, yavaş yavaş kahve hayatına ve sarhoş olmaya alışır. Kayseri’ye ilk geldiği günlerdeki gibi saf ve temiz duygulardan sıyrılır. Bir gün sarhoş olarak okula dönerken, gece yarısı lambanın altında çalışan öğrencisi Remzi’ye rastlar. Remzi’ye, “Niçin burada çalıştığını” sorar. Aldığı cevap karşısında üzülür. Bu konuyu okulda müdür ile görüşür ve Remzi’nin yatılı kısmında kalmasını ister. Fakat, bu isteğini kabul ettiremez. Ancak, müdür onun, ders çalışmalarına katılabileceğine müsaade eder. Süleyman öğretmen, böyle öğrencilerin kurtulması gerektiğini düşünür. Bu durumdaki öğrencilerin okulda temizlik işlerinde, yemekhanede, yatakhanede hademelerin yerine çalışmalarını ister. Müdür ve diğer öğretmenler, bu isteğe olumlu cevap vermek bir yana, “boş ver” deyip, gülüp geçerler.

Süleyman öğretmen, Basri Bulut’un karısına yardım ettiği için, kadınla adı çıkmaya başlar. Zaten, Süleyman öğretmen kadını, kadın da Süleyman öğretmeni sevmektedir. Ama, böyle olacağını bilememiştir. Süleyman öğretmen, gidip Nermin ile konuşur ve onun hemen buradan gitmesini ister. Gereken her şeyi yaparak, kadın ve çocukları İstanbul'a yolcu eder.

Süleyman öğretmen bu olaydan sonra kendini toparlamakta güçlük çekmez. İçindeki insanlık ve meslek sevgisi yeniden uyanır. Taşradan gelen öğrencileri başıboş bırakmayıp, onlara bir yurt yapılması gerektiğini müdüre bildirir. Müdür bu işe sıcak bakmayıp, Süleyman öğretmenin bu işle uğraşmasına izin verir. Süleyman öğretmen önce Maarif, sonra İskan ve Milli Emlak Müdürüne, daha sonra Belediye Reisine başvurur. Bu kişilerin kiminden olumlu, kiminden olumlu ama icraatsız şeyler işitir. Sonunda, yurt yapma işi gerçekleştirilemez.

Süleyman öğretmen bir gün, Akif adlı bir çocuğa Halkevi’nde iş bulmak için Halkevi’ne uğrar. Akif’in durumunu anlatır. Halkevi Başkanı Reşat Bey, Akif’e iş verebileceğini söyler. Reşat Bey, Süleyman öğretmenin insanların dertleriyle bu kadar yakından ilgilendiğini görünce, O’nun Halkevi Edebiyat ve Sanat Kolundan başka, Sosyal Yardım Kolunda da vazife almasını rica eder. Süleyman öğretmen, bu vazifeyi memnunlukla kabul eder. İnsanlara faydalı olmak için, Halkevi Sosyal Yardım Koluna dört elle sarılır. Sosyal Yardım Kolunda çalışanlar, köylere gider, inceleme yaparlar. Süleyman öğretmen de ilk defa bu gezilere katılır. Halkevi’nin çeşitli bölümlerinden insanlar alınarak köy gezilerine başlarlar. Gittikleri köylerin muhtarlarıyla görüşüp, yardıma muhtaç insanların isimlerini yazarlar.

Süleyman öğretmen, “rapor fabrikası” adını verdiği Halkevi’nden çoktan ayrılmak ister ama, köyleri gezmek ve görmek, köylüleri görmek ve tanımak fırsatını bulduğu için bir türlü ayrılamaz. Halkevi’nin yardım ettiği haberi, Kayseri’de yıldırım gibi yayılır. Yardım işi, içinden çıkılmaz bir hal alır. Bunun üzerine, bütün mahallelerde, gerçekten yardıma muhtaç yoksulları tespit etmek için bir komisyon kurulur. Fakir ve orta halli evler bir bir gezilecektir. Komisyonu büyük bir iş beklemektedir. Sonra bir mahalleden başlayarak, bütün fakirlerin isimleri tek tek yazılır.

Liste epeyce kalabalıktır. Yeni para kaynakları lazımdır. Süleyman öğretmen başkanlığında üç kişilik bir heyet, şehrin zenginlerinden para toplamaya başlar. Topladıkları para aşağı yukarı otuz bin liradır. Bu para ile çeşitli eşyalar alırlar. Yoksulları yazma komisyonu, şehirde günlük yiyecek ekmeği bulunmayan 4500 kadar yoksul yazar. Halevi’ndeki işler de epeyce zorlaşmıştır. Süleyman öğretmen, okuldaki öğretmenlerden de yardım ister. Onları da kahveden koparır. Erzaklar büyük çekişmeler içinde dağıtılır. Ambarda erzak biter.

Süleyman öğretmen “Yoksulluğun Kaldırılması” başlıklı bir makale yazar. Yayımlanması için, makaleyi bazı gazetelere gönderir fakat isteği kabul edilmez. Bunun üzerine, makaleyi “Dünyaya Bakış” dergisine gönderir. Yazı yayınlanır. Süleyman öğretmen, aynı dergiye birkaç yazı daha yollar. İlk zamanlar bir şey olmaz. Fakat, gittikçe yalnız kaldığını hisseder. Okulda müdürün, başyardımcının gözü Süleyman öğretmenin üzerindedir. Müdür bir öğretmene, Süleyman öğretmenin kimlerle temas ettiğini öğrenmek için görev bile verir.

Öğretmenin raporlarından, müdürün derse girmelerinden, kapı dinlemelerinden edinilen bilgilerin, derlenip toparlanarak, Bakanlığa yazılmasından bir hafta sonra okula bir müfettiş gelir. Müfettiş önce müdür sonra başyardımcı ve Zühtü öğretmen ile görüşür. Görüşme sırasında çeşitli notlar alır. Daha sonra, Halkevi Başkanı ile de görüşür. Ondan da çeşitli bilgiler alır. Müfettiş, bütün bu bilgiler ışığında bir rapor hazırlar. Müfettiş gittikten sonra bir Salı sabahı, Süleyman öğretmen okula girerken, kapıcı bir zarf uzatır. Bu zarfın, derse girmeden önce okunması gerektiğini, söyler. Zarfta, Okul Müdürlüğü, Bakanlıktan gelen bir emrin suretini tebliğ etmektedir. Tebliğde, şöyle denilmektedir:

“Liseniz Edebiyat Öğretmeni Süleyman, görülen lüzum üzerine Bakanlık emrine alınmıştır. Tebliği ile ayrıldığı tarihin bildirilmesini rica ederim.” Süleyman öğretmenin bu kağıtta en çok zoruna giden satır “ayrıldığı tarih” cümlesi olur.

Süleyman öğretmen ayrılacağı gün, herkesin derste olduğu bir saatte okula gider ve muhasebeciye İstanbul’daki adresini bırakır. Bundan böyle kaç para alabileceğini sorar. Onbeş seneyi doldurduğu için, maaşının üçte birini alacağını söylerler. Bunun üzerine Süleyman öğretmen okuldan ayrılır.

Sonra, ilk geldiği zamanki otelde gider ve bir gece daha kalır. Ertesi gün tren ile İstanbul’a hareket eder.

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..