Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Eylül '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Hayatı izliyoruz

Tıpkı, sessizce akıp giden bir nehri, kenarında durup, umarsızca, izler gibi. Küçükken, yaşadığım kasabanın hemen yanı başından delice akıp, çocukluğun verdiği “yöre milliyetçiliği” duygularımızla hayıflanarak izlediğimiz Fırat’ın sularının, kasabamızı ve ülkemizi terk ederek başka bir ülkenin sınırları içine girmesine iç geçirirdik. Bir çaresi yok muydu akıp giden bu doğal zenginliği ülkemizde tutmanın? Çocukça duygularımızla büyüklerimizi eleştirirdik her okul çıkışı Fırat’a yüzmeye gittiğimiz zamanlarda. Bu nehrin üzerine neden barajlar yapılmazdı? Neden akıp giden bunca doğal kaynak, hemen yanı başımızda bulunan çorak arazilerin sulanmasında kullanılmazdı? Bu sorular sürekli kafamızı kurcalardı. Fırat nehrinin üzerine barajların yapılarak çorak arazilerin sulanması için 25-30 yıl beklemek zorunda kaldık. Bu yıllar boyunca, Fırat’ın suyunun akıp gitmesinin kötü bir şey olmadığı, doğanın zenginliklerinin, üzerinde yaşayan herkese ait olduğu düşüncesinin, insanlığın barış ve kardeşlik içinde yaşaması için önemli bir gereklilik olduğunu anladık.

Bugün de hayatı izliyoruz! Gerçek hayatı! Hayat, gözlerimizin önünden, tıpkı Fırat’ın suları gibi akıp gidiyor. Müdahale edemiyoruz! İçimiz acıyor! İnsanların, hayatın akıp gidişini, “doğal bir düzen” gibi algılayıp, en ufak bir müdahalede bulunmamaları, yiyip bitiriyor sizi. O hayat ki, akıp giderken, bütün evrensel ve insani değerleri de sürükleyip götürüyor. Hayatın önüne “baraj” kuramıyorsunuz. Evrensel ve insani değerlerden soyutlanmış bir hayatla yüz yüze kalıyoruz. Büyük sermayeye sahip olan insanlar için karlı birer yatırım alanı olan “eğitim ve sağlık” sektörleri; emeğiyle geçinen, işi olduğu halde geçinemeyen ve geniş kitleler oluşturan işsizler için yaşamsal önemi olan iki önemli zorunlu ihtiyaç. Anayasanın 42.maddesi eğitim hakkını, 56.maddesi ise sağlık hakkını düzenliyor. Anayasanın 42.maddesinin 5.fıkrasında “İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır.”; 56.maddesinin 3.fıkrasında “Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.” hükümleri yer almaktadır. Bu hükümler dikkatle incelendiğinde, beğenmediğimiz 1982 anayasasında bile eğitim ve sağlık hizmetlerinin “sosyal devlet” anlayışı içinde sürdürülmesi gerektiğini görürüz. Ancak son yıllarda eğitim ve sağlık alanlarında yapılan düzenlemeler, bu iki yaşamsal hakkı, parayla alınıp satılabilen birer meta haline getirmiştir. Toplumun çoğunluğunu oluşturan ve emeğiyle geçinen işçi, memur, köylü, küçük esnaf, zanaatkâr ve geniş kitleler oluşturan işsizler, kendileri için yaşamsal önemi olan bu iki alanın özelleştirilmesini ve paralı hale getirilmesini, benim küçüklüğümde akıp giden Fırat’ın sularını izlediğim gibi, izliyorlar. Kamu ya da özel sektör kuruluşu ayrımı yapmadan, hemen yanı başımızda bulunan herhangi bir eğitim ve sağlık kuruluşuna hizmet almak için başvurduğumuzda, kesinlikle çeşitli adlar altında ödeme yapma durumuyla karşı karşıya kalıyoruz. Bu ödemeler, “katkı payı, katılım payı, bağış, temizlik parası, güvenlikçi parası, döner sermaye payı vb.” şekilde sürüp gidiyor. Anayasamızda “sosyal devlet” ilkesi yazılı olmasına, eğitim ve sağlık hakkı bütün toplumu ilgilendirmesine rağmen, gittikçe paralı ve pahalı hale gelen bu hizmetlerden yararlanmak için toplumun çoğunluğunu oluşturan sınıflar durup beklemeye ve hayatın akışını izlemeye devam edecekler mi? diye düşünmeden edemiyor insan. Ya da, bu akışın önüne “baraj” oluşturmak için, seyirci kalmaya yeter deyip, ayakları üzerinde doğrularak harekete geçecekler mi?

Abdullah DAMAR

 
Toplam blog
: 223
: 700
Kayıt tarihi
: 04.01.08
 
 

Gaziantep' te öğretmen olarak görev yapmaktayım. Son olarak Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ..