Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Eylül '15

 
Kategori
Sosyoloji
 

Hem Türküm, hem Kürdüm, hem Arabım, haydi linç edin beni

Çocukluğumun ilk anılarında rahmetli komşumun kulağımda çınlayan sesi “Pis Kürtler, mahvettiniz İstanbul’u!” Her sabah bu ve buna benzer sözleri duyarak büyüdüm. Ailemden kimse o komşunun böyle bağırmasına cevap vermezdi, aksine biz ona saygı bile gösterirdik. Evimize gelir, yemeğimizi yer, çayını içer ama en ufak bir şeyde (örneğin asansör bizim yüzümüzden meşgulse, ya da kalabalık evimizde çocuk sesleri onu rahatsız etmişse) kapıyı açar avazı çıktığı kadar “Pis Kürtler, görgüsüzler, krolar” diye bağırırdı.
 
Çocuk aklımla onun bu seslenişlerini (ailemin sessiz kalışı nedeniyle) haklı sanmaya başlamıştım. Bilinçaltıma bir Kürt olduğum için pis, kültürsüz, görgüsüz olduğum işlenmeye başlamıştı ve daha henüz 6 yaşındaydım. 
 
Ailemin neden sessiz kaldığını ise şimdi şimdi anlamaya başlıyordum, yıllar sonra biraz mürekkep yalayıp, biraz çözümleme yeteneğini kazandıktan sonra. Acı bir sosyolojik olay çözümlemesi yaptıktan sonra. Ailem ve doğudan büyük şehre göç eden 70’li yılların tüm Kürt ya da doğu kökenli insanın hissettiği o duygunun tanımını isimlendirmek bir o kadar ağır oldu benim için: Aşağılık duygusu.
 
Ailem sessizdi ki çünkü onların haklı olduğunu düşünüyordu, ailem sessizdi çünkü göç eden onlardı ve sanki vatanın her karış toprağında onların bağımsızca göç etme hakkı yokmuş gibi ezilip, büzülüyordu. Ailem sessizdi çünkü ekmek kavgası peşinde, taşı toprağı altın bu şehre alışmaya, bu şehri tanımaya, bu şehri sindirmeye çalışıyordu. 
 
Belki sırf bu yüzdendi 14 yaşında gurbete düşen, ekmek peşinde koşup, fırın damlarında yatıp kalkan, eline geçen üç beş lirayı memlekete yollayarak anasına babasına bakan ve tüm kardeşlerini bir baba şefkatiyle sarıp sarmalayan, ağabeylerini bile evlendiren babamın maaşından kendisine bile çaktırmadan ayırdığı iki üç kuruşla fasikül fasikül kitap alıp kolilemesi, 13 ciltlik Meydan Larousse’ı alıp çeyizine saklaması. Üstelik işçi arkadaşlarının alaylarına maruz kalması, “Hahahaha ayranı yok içmeye bir de ansiklopedi alıyor.” diye dalga geçmelerine aldırmaması. 
 
Belki bu yüzdendi anne ve babamın daha küçücükten bize tek kurtuluşumuzun okumaktan geçtiğini aşılaması. “Okursan adam olursun.” Okudum, okuduk. Biz üç kardeş yılmadan okuduk. Birimiz gazeteci, birimiz öğretmen, birimiz de avukat olduk. Pis, cahil, görgüsüz Kürtler’in çocukları mevki, mertebe sahibi oluyordu. 
 
Büyüdükçe kimliğimizden utanmamayı da öğrendik. Ama büyüdükçe 40’lı yaşların eşiğinde beni şok eden başka bir gerçeği daha öğrendik. Osmanlı zamanından kalan, eski yazıyla hazırlanmış bir tapu işlemi sırasında ortaya çıkan o gerçeği. Yapılan tercümeden anlaşıldığı ile bizim Kürt değil Türkmen olduğumuz gerçeği. Zaten kardeşlerimin, babamın babasının, büyük amcamın ve birçok kuzenimin çekik gözlü olaması, kısa ve yuvarlak vücut yapımızdan zaman zaman Tatarlara benzediğimizi düşünmüyor değildim ama “Ne alaka?” diyordum. 
Bilgi güçtür. Uygarlık tarihini okudukça, tarihimizi okudukça bunun hiç de “ne alaka” diye geçiştirilecek kadar basit bir konu olmadığını da öğrendim.
 
Pekiii bu benim Araplara benzeyişim ne olacaktı? Hele ez kaza Eminönü’ne inmeyeyim, herkesin benimle Arapça konuşmaya çalışmasına “Ben Türk’üm” diye cevap verince özürlere, pardonlara alışmıştım. Hastanede de karışmış olamazdım çünkü tıpatıp babaannemin kopyasıydım. Halama sordum. “Hala babaannem Kürt müydü, Türk mü?” “Suriye’den gelmeydi kızım, Arap’tı.” 
 
Bingo!!!
 
Şimdi ben Kürt değil miydim yani? Onun cevabını da dayımdan alıyordum. Yedi göbek aşağı inince anne tarafından da Kürtlüğe ulaşıyorduk. 
 
Haydi gelin beni benden ayrıştırın! Haydi gelin beni bir yandan PKK, bir yandan Atatürkçü, bir yandan da IŞİD diye linç edin, haydi gelin beni parçalara bölün, ötekileştirin, silin, yok edin, yüreğimi yağmalayın, kanımı akıtın. Ama şuna karar verin, beni hangi kimlikle hanginiz sileceksiniz yeryüzünden?
 
Neslihan Sultan PALA 
 
Toplam blog
: 35
: 2068
Kayıt tarihi
: 03.09.11
 
 

1970'li yıllarda başlayan yaşam serüvenimde yazmak daima benim için itici bir güç oldu. İstanbul ..