Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Haziran '07

 
Kategori
Edebiyat
 

Her şehir biraz da şiire benzer... [3]

Her şehir biraz da şiire benzer... [3]
 

“...Van Gölü Savunması” (2001), Türkiye’nin ve belki de dünyanın "en uzun isimli" şiir kitabı olma özelliğini taşır. Ancak bu özellik, şiir kitabının ismindeki tüm kavramların, şiirin uzayında kaynaşmasıyla yeni bir platforma taşınmıştır. “Hangi kente girsem / dünyaya bitişik yaşamaktır / en büyük suçum” onun kent yaşamına bakışını özetler gibidir. “Temmuz ki / en çok lekeli kentlerde yakışık alır”, “Bize bir köy lâzım Atlantik’in ortasında; El Golfo. / Foça’nın abisi, / martı çığlıklarıyla bir yanardağın arasında” , “Bir saksafon sesine binip giderken ben / Toroslar’la Arizona arasında / yüzüme çizikler atan akam ey!”, “Pelerinimi üzerinde savurup geçtiğim / kentler ve kadınlar / solup gidiyor kalbimin albümlerinde”...

Yukarıda bahsettiğimiz, İkinci Yeni şiirindeki kent yaşamının fotoğrafları eksiksiz yer alır şiirlerde. Kentlerden kaçmaz, birçok şairin şiirlerindekinin aksine kenti ve aşkı kucaklar.

Kent olgusu, İkinci Yeni şairlerinden beri iyice sorgulanmıştır. Özkan Mert kenti sorgulamak yerine yaşar. Bu kent, modern, kozmopolit yaşantının içindeki kenttir. Kent her insanı yeniden yaratmaya, onu kendi elleriyle şekillendirmeye zorlar. Kimliğinize ortak olur, çizilmiş bir harita gibi yaşantınızı paylaşır. Elinizdeki bu kent pusulası, köy ve kasabalardan farklı olarak, sizi çizer, şekillendirir ve kaosun ortasında bireyin kendi tragedyasını yaşayamadığı bir dünyada, “insan” olmanın donanımlarını gösterir.

Jonathan Raban’ın “Soft City” (Yumuşak Kent) adlı kitabında şöyle diyor: “Köylerden ve küçük kasabalardan farklı olarak, yoğrulabilir olmak, kentlerin doğasından gelir. Onları kendi hakkımızdaki fikirlerimizle yoğururuz; biz onlara kendi kişisel biçimimizi dayattığımızda gösterdikleri dirençle onlar da bu kez bizi biçimlendirirler. Bu anlamda, bana öyle geliyor ki, kentte yaşamak bir sanattır. Kentsel yaşamın sürekli yaratıcı oyununda insan ile madde arasındaki özel ilişkiyi betimlemek de sanatın, üslubun sözlüğüne ihtiyaç vardır. Hayal ettiğimiz biçimiyle kent, yanılsamaların, efsanelerin, özlemlerin, karabasanların yumuşak kenti, haritalarda ve istatistiklerde, kentsel sosyoloji, demografi ve mimari monografilerinde varolan katı kent kadar, hatta belki daha da fazla, gerçektir.” [9]

Özkan Mert şiirlerinde de, kentin yoğurduğu insan kadar, insanın yoğurduğu kent vardır. Bu kent ağırlık noktasını Stockholm ve İzmir’e dayasa da, her coğrafya, kendimiz hakkındaki düşünceleri yansıttığı aynada büyür ve parlar. Bir kavram olarak kenti, gerçeküstü imge ve büyülü gerçeklik içinde yumuşakça eritir, masalsı görüntülerin basamaklarını tırmanır, okuru da bu şaşırtıcı güzellikteki manzaraya ortak eder: “Koşturan halk: Kentin köşesi oluyor / trafik ışıkları önünde”, “Hangi sokakta en uzunsa akşam / orada yakmışımdır saçlarımı / gazeteler ve rakıyla”, “Yeryüzünün tüm sokaklarını taşımışlar turistler Foça’ya. / Dünya haritasında kargaşa var. / Sokak kırıntılarını taşımak için / ne ücret alınacağı yazılmamış / THY tarifesine”...

Küçük İskender’in sözleriyle biraz açımlayalım: “Yeryüzü kültürleri, bir şairin zenginliğidir. Her kültürün getirisi olduğu kadar, yozlaştırıldığında görüntüsünün de olduğu muhakkaktır. Yozlaştırmanın karşısında durmak zorundaki şairin iyi/kötü biçimindeki değerlendirmelerden arınıp diyalektiğe dayalı doğru/yanlış’ı kriter kabullenmesi daha akılcıdır. Bu noktada herkes farklı kültürlerle harmanlanabilir; baskı, yasak, sansür reddedilir.” “Metropol sado-mazoşist ilişkiler isteyen bir yerleşim biçimidir. Çünkü zordur orda tutunmak. Tutunabilmek için de birini itip birine tutunman gerek. Her biçimde çok zor. Ana kentlerde, özellikle büyük ana kentlerde bu böyledir.” [10]

Bu noktada tutunmak-tutunmamak değildir Özkan Mert şiirinin asıl derdi. O farklı kültürle farklı coğrafyalarda harmanlanmayı göze almıştır. Asıl konu dünyayla birlikte sorgulanan bir dilde, doğru sorulara doğru yanıtlarını bulmak için, kimliğin döllenmesidir. Böylece “bahar kentlerin gelini” olur ve “gökyüzünü bir köşesinden yırtarak / dünyaya sapan bulutlarla çarpış”ır. Bu buluşma, son derece erotik bir çarpışmadır: “Ben öyle kentler tanırım ki / memesi sutyeninden taşmış / genç kız gibi uyanırlar sabahları. / Güneşin ilk ışıklarıyla öpüştüklerinde / kırmızı bir gül gibi açarlar yeryüzünde. // Ve zaten her kent başka bir kente açılır bir köşesinden.”

Özellikle son dize, bir aforizmadır ve her şehir, Stockholm’e açılır bir köşesinden. Muhsin Şener, Özkan Mert şiiriyle ilgili yazısında değindiği gibi, “O aşkın ayrımsız coğrafyalara, kentlere ve yolculuklara uzanan yanları vardır. Bahsettiği coğrafyanın herhangi bir noktasıyla, herhangi bir yolculukla bu aşk arasında kurulmuş bulunan ilişki yoğunluk bakımından hiçbir ayrım taşımaz.” [11]

Son olarak 2007 Şubat’ında yayımlanan Gelincikya’da, hayatla buluşan, sizi İstanbul’daki bir tramvaydan Amik Ovası’nda indiren, mor bir motosikletle Tayland’a götürüp orada da tuk-tuk’a bindiren, coğrafyalar ve yaratıcı imgelerle, metaforlarla, Türkçe’nin güzellikleriyle öpüşen şiirlerin, bir okuma şölenine dönüştüğünü görürüz: “Zaten ben, ne zaman dökülse kalbim dünyaya / kuşların en çok geçtiği sokaklara sorarım yüzümü. / O sokaklarda kaybolup gitmiştir gençliğim. // Ama İzmir’i en iyi ben bilirim: / Çünkü çok uzaklardan gelenler bilirler / en iyi evlerinin kokusunu.” [12] Görüldüğü gibi, ilkgençlik yıllarıyla şu andaki yaşamı iç içe geçmiştir.

“Ben oturmuş ne yapıyorum burada? / Gidip bahçemde leoparlarla oynasam daha iyi. / Ya da Tayland’da bar açsam; en fiyakalı / Akdeniz mavileri satsam. / Dudaklarındaki Leylak buğusu’nu / çek kenara / geçeyim sevgilim. // Gömleğimi kırmızı bir okyanusa döküp / sürgülenmem Bangkok’a / suçlu olduğumu göstermez tenimin: / Tenin bilinci yoktur / S a v r u l u r”. Yaşamının bir bölümü artık Tayland’ta geçiren şair, birçok şiirinde burada yaşadıklarını şiirine aktarmıştır. Bunu yaparken çok değişik ve gösterişli bir görsel imge çizmiştir. Tayland’da bar açmak gibi bir “gerçekliği”, “Akdeniz mavileri satmak”la kırmıştır. Yurt dışında yaşadığı deneyimler, onun başka kentlere, yaşamlara dair farklı resimleri hemen yakalamasını sağlamıştır. Dünyayı sözcüklerle gördüğü için de bunu şiirindeki prizmalara yansıtmıştır.

Bu durum, çok daha önce Cemal Süreya’nın: “Özkan Mert, kuşağı içindeki konumunu değiştirdi. Bir şeyleri tersine çevirdi. Kuşağının dize ustaları arasında birinci sırayı yakaladı; gerçekten şiire müthiş bir açılışı var. Şiiri, dizeyi, imgeyi ve dünya konukluğunu nasıl yakaladı! (...) Her yanıyla gerçek bir şair karşısındayız. Uzaklardan yazmış: ‘Türkiye, şiirde, İsveç’ten daha iyi görülüyor gibi geliyor bana.’ Sevgili Özkan, elbet öyle olacak sen varsın bir kere...”[13] sözleriyle saptanmıştır.

“Herkesin hayatının herkesten geçtiğini” söyleyecek kadar felsefe yüklü, “toprağa diktiği lale soğanlarından kuşlar fışkırınca” diyecek denli hayal dolu bir şiirdir Özkan Mert’inki... Dahası mı? İşte: “İskenderiye’de / siyahlar giyinmiş genç Arap kızlarının / çırılçıplak ayakları / neden bir çift kelebek gibi / konuyor gömleğime? (…) Nedir hep eksik olan ve hiç tamamlanamayan / aşk nereye götürür bizi? / Yere çakılmakta olan bir uçağa / İstanbul’a saat kaçta ineceğini / sormak gibi bir şey bu. (…) Kübalı kadınların / memeleri arasında yuvarlayarak / yaptığı kaçıncı puro ağzımdaki? (…) şebekelerinden serçeler uçuran / kızlara doğru yanışım / yanlış anlaşıldı”.

Şair, dünya gezgini olarak Mısır’dan, İzmir-Karaburun’dan, Küba’dan taşıdığı görüntüleri tek şiirde kaynaştırır. Aşkın, tutkunun, kentlere ve yolculuklara uzanan yanları vardır. Çin’den Afrika’ya, Akdeniz’den Baltık’a uzanan bir coğrafyada insanı, hayatı ve aşkı kucaklar. Ona göre, şiir her yerdedir ve “herkes bir tanıdık arar dünyada”. Van Gölü Savunması şiirinde olduğu gibi, ilerleyiş hep “iç patlamalarla”, dinamiklerin ateşlenmesiyle gerçekleşir. Şairin bütün şiirleri birbirlerinin devamı niteliğinde akıp dururlar. Kocaman, coşkulu ve rengarenk bir nehir gibi.

Bu resimleri kaçırmayın! Özkan Mert şiirleri, aşkın, coşkunun, kentlerin, sürgün ve gezgin olmanın, okuma keyfinin entelektüel bir şölene döndüğü rengarenk bir albümdür çünkü!...

Dipnotlar:

[1] Özkan Mert, Nehir, Şiirler 60-02’, Boyut Yayıncılık, 2002.

[2] Özkan Mert, “Ben Savaşçı Değil, Gül Yetitiriciyim”, Dünya Yay., Ekim 2005.

[3] Metin Celâl, Şiir Ustalardan Öğrenilir, Everest Yay., 2006.

[4] Cemal Süreya, Sevda Sözleri, YKY, Şubat 2001.

[5] Büyük Türk Şiiri Antolojisi, 2.Cilt, Sosyal Yay. Kasım 2001.

[6] Özkan Mert, Kentlerin Senfonisi, Boyut Yayıncılık, Kasım 2000.

[7] Ece Ayhan, Bütün Yort Savullar, YKY, Şubat 2001.

[8] Turhan Günay, Cumhuriyet Kitap Eki, 1993.

[9] Jonathan Raban, Soft City, aktaran David Harvey, Postmodern Durum içinde. Serkan Işın’ın bir söyleşisinden alınmıştır.

[10] Küçük İskender, Rimbaud’ya Akıl Notları, Alkım Yay., Eylül 2004 ve Küçük İskender’le bir söyleşiden.

[11] Muhsin Şener, “Bir Solukta Okunuveren, Dönüp Dönüp Özümsenen Özkan Mert Şiiri”.

[12] Özkan Mert, “Gelincikya”, Hayal Yayınları, Şubat 2007.

[13] Cemal Süreya, Günler, YKY, Mart 2006.

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..