Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Nisan '08

 
Kategori
Güncel
 

Her sorun denge-sizlikten doğar

Her sorun denge-sizlikten doğar
 

sevgi çok sevgiden ölür !....


Dünya nereye gidiyor bir bileniniz var mı?

Hayır durun! Bu soruda bir yanlışlık var.

Dünya bugün olduğu gibi asırlardır kendi ekseninde aynı ağırlığıyla dönmeye devam ediyor. Güneş hiçbir sabah unutmadı karanlık gecelerin ardından doğmayı, yıldızlar düşünmedi her kayan yıldızın peşinden bir defa olsun küsüp sönmeyi, aylar yirmi sekizin altına hiç düşmedi, haftalar yedi gündü hep, Cumartesi Pazartesi’ne saygısızlık edip de bir gün bile atlamadı. Ay yörüngesinde itaatkâr kendi halindeydi hep. Toprak yine aynı toprak, deniz yine deniz tadında… O zaman bu soruyu yeniliyorum...

İnsanoğlu nereye gidiyor bir bileniniz var mı?

Evet, doğru soru kesinlikle bu. İnsanoğlu yavaş yavaş insanlıktan garip birer mahlûkata dönüşmeye başladı. Ve insan mı değil mi ayrımını yapamaz hale geldi çoğumuz.

Ne acı zamanlara kaldık Yarabbi...

Eskiden anneye babaya saygı denen kutsal bir kavram vardı. Değil izinsiz bir işe başlamak, değil ayaklarınızı uzatıp karşılarında sersem sepelek yatmak, konuşacakları zaman içlerinden kendilerini bin defa sorguya çeker, kelimenin ağırlığını sukutun terazilerinde tartmadan sarf etmezlerdi. Çocuklar anne ve babalarının gözlerinden “evet” veya “hayır” sözlerini okur nefeslerini boşuna tüketmezlerdi. Merhamet, merhamete benzer, şefkat en derinde çoğalarak büyürdü.

Ki o zamanlar...

Bir bardak suya “öf” kelimesini bırakın, kız çocukları anneleri kadar çalışır, erkek çocukları babaları kadar görev üstlenirlerdi, yuvayı yuva yapan tek odası sıcak çatıların altında. Yokluksa, yoktu eskiden, varsa kıymet bilinir, aç olanla ekmeğini bölüşmek kişileri dünyanın en mutlu insanı ederdi. Değil bir insanın canına kastetmek, yolda yürürken yerdeki karınca sürülerini izler, “Ola ki ezer de bir karıncanın kanına bilmeden girerim” diye adımları hayâ ederdi bastığı topraktan… v.s

Ya şimdi neler oldu, medeniyet dediğimiz tek dişi kalmış canavarlar, otuz iki diş birden mi doğurdu? Ne yuvalar yuvaya benziyor ne anneler anneye ne babalar babaya... Bazen şaşırıyorum, kim anne, kim çocuk, kim reis, kim oğul bir düzensizlik, bir güçsüzlük, bir lakaytlık almış başını gidiyor. Yeni nesli dediğim dedik çocukları önünde, daha kocamadan maskara olduk kuzulara.

Allah sonumuzu hayreyliye…

Artık korkuyorum haber izlemekten, ürküyorum gazeteler bakmaktan, inciniyorum sokaklarda idealden uzak başıboş çocukları, saçma sapan boşluklarda izliyor olmaktan, canım acıyor televizyonlarda evlatlarını arayan, bakımsız bir köşede unutulan annelerinin babaların feryatlarını duymaktan… Bin parçaya bölünüyorum her yeni gün yüzlerce yuvanın, kısa bir süre önce kurulup, kısa bir süre sonra mahkeme salonlarında yıkılıyor olduğunu görmekten… Yüreğim kanıyor her sabah flaş, flaş haberlerle uyanıyor olmaktan…

İşte geçen hafta çoğunuz gibi beni de üzüntüye boğan bir flaş haber…

Hukuk fakültesinde öğrenimini sürdüren bir genç kız, dekan yardımcısı profesör annesinin, satırla başını kesti ve bir tane daha halkla ilişkiler ikinci sınıf öğrencisi genç kız annesini hunharca parçalara ayırdıktan sonra, soğukkanlılıkla aynı evde aynı gece korkusuzca uyabildi.

-Rabbim düşmanımızın başına dahi vermesin ve korusun böyle sınavlardan cümlemizi.

Çok konuşuldu bu haber bazen genç kızlar suçlandı bazen anneler ir-delendi, binlerce soru binlerce cevabın ortasında tek gerçek olan, bir zamanlar göbek bağlarından birbirine sıkıca kanla canla bağlı iki insan, biri orta yaşta mezara diğeri genç yaşta hapishaneye girdi. Vicdan hapishanelerinde çekecekleri cezadan hiç bahsetmeyeceğim çünkü öyle bir mahkemenin yüreklerinde kurulmayı bırakın var olduğuna dahi inanmıyorum…

Şuna inanıyorum ki...

Eskilere nazaran yaşam standartlarımız arttıkça, vicdanlarımızda yoksullaşmaya başladık. Madde hırsı maneviyatımızı yavaş yavaş öldürür oldu. Kıyaslar, kıstaslar önce merhametimize gölge düşürüp, sonra çürüttü şefkat denen o en nadide huzurumuzu. İpini kaçırdığımız özgürlük tutkusuyla, uzak diyarlarda bıraktık bizi biz yapan ahlak ve inanç duygumuzu. Hızla değişimler, hızla insanlıktan çıkardı çoğunu ve masum maskelerin ardında kurgu filmlerini aratmayan canavarlar türedi, bedeni insan ruhu garip mahlûklarla doldu dünyamız…

Peki, suçlu kim? Bana göre mi?

Fazlasıyla ilgisizlik, çaresizliğin karanlık mahzeninde canavarlar doğurur. Fazla sevgi güneşinde ise önce saygı solar, sonra sevgiyi ateşinden kül döndürür. Yapmanız gereken tek şey sadece tutarlılık dediğimiz “DENGE” biraz gölgeye, biraz güneşe, biraz su, biraz kuraklık, her şeye bir anda sahip olanın, koşacak hiçbir şeyi olmayacaktır ileride ve maskelerin ardında yeni bir “benin” peşine düşecek o da nereye nasıl götürürse şansa kalmış anlayacağınız…

Şans oyunlarından kazanıp da sonuna kadar huzurla yiyeni gördünüz mü aranızda? Ben görmedim.

Unutmayın: Her insan kendi meleğini de kendi canavarını da kendi elleriyle büyütür…

saygılarımla
Esra Kaya

 
Toplam blog
: 21
: 615
Kayıt tarihi
: 04.02.08
 
 

sessiz..ada..esra kaya(Şiir düştü)1971 Sivas doğumlu üç çiçeğin annesiyim...Sağı, solu iki kolum far..