Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ağustos '06

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Herkes cennete gitmek istiyor ama kimse ölmek istemiyor

Herkes cennete gitmek istiyor ama kimse ölmek istemiyor
 

“Bir şeyi seçmek geriye kalan birçok şeyden vazgeçmektir” denir ya, aşk /evlilik söz konusu olduğu zaman bu söz çok daha belirgin bir anlam kazanıyor. Dünyadaki milyarlarca, ülkemizdeki on milyonlarca, yaşadığımız kentteki yüzbinlerce kişiden birini bir biçimde seçiyoruz. Bu seçimimiz, kişi, zaman, yaş, fizyonomik yapı, çevre, bireysel koşullanma, durum, coğrafik ve kültürel köken, eğitim, şöhret, statü, meslek, zenginlik ve daha bunlar gibi sayısız etkene bağlı... Seçimlerimizde bunların kimini bilinçli biçimde kullanıyoruz, kimini ise hiç farkında bile olmadan uyguluyoruz.

Saydığım faktörler içinde en belirleyici, aynı zamanda da en karmaşık ve izafi olanı ise “fizyonomik özellik”... Bir insanın yaşını, eğitim durumunu, mesleğini, gelir düzeyini anlamak o kadar zor bir iş değil. Oysa “güzellik” ve “yakışıklılık” gibi kavramlar için herkesin üzerinde uzlaşabileceği bir ölçü birimi yok. İyi ki de yok!.. Aksi halde bu çeşitlilikte sadece belli sayıda insanın kendine bir eş bulması gibi bir durumla karşı karşıya kalabilirdik.

Ancak bu ölçüt her ne kadar izafi de olsa aslında bir seçim durumunda kimlerin daha şanslı olduğu aşağı yukarı belli. Mesela bir filmde “güzel kadın” ya da “yakışıklı erkek” rolünde oynayabilecek oyuncuların taşıması gereken fiziksel özellikler üzerinde üç aşağı beş yukarı anlaşabiliyoruz. Mesela bana hiçbir yönetmen jön rolü vermez! Şaka bir yana, gündelik hayatımızda biz de hemen hemen aynı ölçütü kullanıyoruz. Herkes güzel, yakışıklı, zeki, statü sahibi, zengin ve genç birilerini arıyor. Çoğu zaman da kişilerin doğuştan gelen fiziksel özellikleri en önemli avantajlarını oluşturuyor.

“Aşk” denen şey ise bazen bu ölçütleri geçersiz hale getirebiliyor. “Güzel” bir kadın, “çirkin” bir erkeğe aşık olabiliyor. Ya da zengin kız yoksul ama iyi kalpli erkeği sevebiliyor. Ama bunlar yalnızca istisnai durumlarda ya da filmlerde olabiliyor. Kimi zaman da aşık olduğumuz kişiyi ideal insan haline getirerek kusurlarından arındırıyoruz. Sevdiğimizin yüzü genel bir “güzel” tanımına aykırı düşse bile bizim için ideal yüz o oluyor.

Çoğu zaman “önemli olan ruh güzelliğidir” diyoruz ama bu tam bir ikiyüzlülük örneği. Uzun vadede elbette ruh güzelliği de önem kazanıyor ama başlangıçta kimse kimsenin ruhuna aşık olmuyor. Erkekler kadının yüz güzelliğini, vücut orantısını, gençliğini, cinsel cazibesini; kadınlar erkeğin yakışıklılığı yanı sıra, zenginliğini, gücünü ve zekasını göz önüne alıyor. Başlangıçta kimse kimseyi çok iyi huylu, çok ahlaklı, çok fedakâr, çok sevecen, çok becerikli diye tercih etmiyor.

Sonuçta eş seçme davranışımızı belirleyen güdüler bir zebranınkinden çok farklı değil. Herkes en simetrik, en genç, en güçlü, en sağlıklı, en doğurgan ya da dölleme yeteneği en yüksek görüneni seçiyor. İnsanlığın bütün bilgi birikimi, bütün dinler, bütün ahlâk öğretileri temelde bu acımasız yasanın önüne geçmek için çalışır. Ama bu o kadar güçlü bir yasadır ki hiçbir engel tanımaz.

Vücudumuzun en akla gelmedik yerlerine piercingler takmamız, Çinli kadınların ayaklarının büyümemesi için demir papuçlar giymesi, bazı Afrikalı kabilelerdeki kadınların uzatmak için boyunlarına işkence aletlerine benzer metal halkalar geçirmesi, botokslar, silikon memeler, rujlar, cildi geren, parlatan, kırışıklıklarını gideren kozmetik malzemeleri, bikini bölgesi estetiği, saç boyaları hep bu adaletsiz yasaya uymak için...

İnsanlığın ekonomik ve sosyal sorunları bir gün çözülebilir. Savaş, açlık, yoksulluk bitebilir. İnsanoğlu yıldızlar arası yolculuklara çıkabilir. Belki insanın yaş ortalaması Tevrat’taki peygamberlerin yaşları gibi sekiz yüze, dokuz yüze de yükselebilir. Ancak bu bireysel dram, bu seçme-seçilme sorununun çözümü en sona kalacak gibi geliyor bana... O da bir çözümü olacaksa...

Herkes seçerken kaprisli bir tok müşteri gibi nazlanıyor; seçilirken bir prenses/prens olduğuna inanıyor. Üstelik günümüzde iş birini seçmekle, biri tarafından seçilmekle de bitmiyor. Geleneksel toplumlarda kadın erkek birlikteliğinin hemen hemen tek yolu evlilik. Bu da eşlerden birinin ölümü haricinde herkesin çoğu zaman hayatında tek bir kez yaşadığı bir olay. Çoğu inanç boşanmayı yasaklıyor. Modern toplumlarda ise bu kez birlikteliği sürdürmek sorun haline geliyor. İnsanı hızla köklerinden koparıp tek ve yalnız bir bireye dönüştüren metropol yaşamı, kişilere geleneksel toplumda “ahlaki sorumluluk” olarak bilinen bağlarından da kopma olanağı sağlıyor. Bu da insanı dev bir oyuncak mağazasına bırakılmış bir çocuğa benzetiyor.

O yüzden metropolde herkes hem evlenmek istiyor, hem bekâr/bakire kalmak... Herkes aynı zamanda canının çektiği herkesle birlikte olmak istiyor hem bir aziz/azize olarak görülmek... Herkes hem çoluk çocuk sahibi anne/baba olmak istiyor, hem hiçbir sorumluluğu olmayan başı boş bir bekar... Hem tek kişilik hem çift kişilik yataklarımız olsun, canımız çektiği an birinden ötekine geçelim istiyoruz. Birlikteliğin de, yalnızlığın da avantajlarından yararlanmak istiyoruz.

Yazının başlığı, anlatmak istediğim şeyi çok iyi özetleyen bir İngiliz atasözü... Ölmeden cennete gidilemiyor. Ya biri ya öteki... Ancak işin kötüsü, iki insanın ilişkisi söz konusu olunca, ne cenneti ne de ölümü tercih etmek tek başına sizin elinizde.

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..