Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Haziran '14

 
Kategori
Öykü
 

Hiç bitmeyen ama hiç bitemeyecek hayal (2. Bölüm)

Hiç bitmeyen ama hiç bitemeyecek hayal (2. Bölüm)
 

1980 yılında tam da 12 Eylül 1980 de Kara Harp Okulu'na yemin ederek orduya duhul etmiştim. Duhul yani dahil TSK'ya ait olmak. Gerçekten büyük bir gururdu. Adana'da tek göz bir evde doğmuş milyonlarca Türk arasından, okuyarak yalnızca okuyup "büyük adam" olmak arzusunda bir genç olarak, hayallerinin en büyüğüne kavuşmak ve Harbiye'ye girmek inanılmaz geliyordu.

Daha Harp Okulunun o ünlü yokuşundan, ki "Teğmen Osurtan" yokuşu adını koyduklarını daha yazılı sınava girmek için gittiğim gün ilk öğrendiğim şey olmuştu bu isim, yukarı doğru çıkarken hayatın basamaklarından da yukarı doğru çıktığımı hissediyordum. Bu upuzun yokuş hiç bu kadar kısa gelmeyecekti bir daha. Sanki uçarak gelmiştim ama Merkez binanın tadat alanına girerken hem yavaşlamış hem de saygı adımlarıyla her geçtiğimde sekiz bin yıllık bir gurur ve tarihin tüm yükünü sırtımda hissettiğim kapıdan geçerek hayatımın ikinci safhasına girmiştim.

Adını geçmiş yıllarda savaşlarda kaybedilen Harbiyelilerin isimlerinin yazılmasından alan ve 1980 Temmuz ayının son günü birlikte geçtiğimiz bu kapıya; aynı karavanaya kaşık salladığımız can kardeşlerim devre arkadaşlarımın bazılarının da 1984 den hemen sonra, 84 devre birincimiz, Kurbay Binbaşı iken sonsuzluğa uğurlanmış olan Tebernuş Özler'in  adıyla başlayıp, yazılmaya başlayacağını o gün asla  tahmin edemezdim. "Şehitler Kapısı".

Bir rüyadaydım sanki. Mete Han'dan Osman Gazi'ye ondan Mustafa Kemal'e tüm büyük Komutanlar içeride oturmuş beni bekliyorlar gibi hissettim. Hayatta bir daha hiç bu kadar gurur ve güç sahibi olduğumu hissetmedim. Ben de o büyük komutanların Ocağında Harbiye'deydim. Daha önemli olabileceğim bir an asla olamazdı. Peki gerçekten  Olamaz mıydı? Bunu sonra tahlil edeceğim.

Gözüme dünyanın en büyük üzeri açık ama dört yanı yüksek duvarlarla kapalı alanı gibi gelmiş olan bu kapıdan geçerken duyumsadığım bu hisler çok yüksek bir mikrofon sesiyle dağılıp kaybolup gidiverdi. Fatih Çıtak, Sinan Aygün, Mustafa Gürgenyatak gibi isimlerin okunduğunu duydum. Ne yapacağımı bilmez bir halde duvarın dibine sokulmuşum. Sokulmuşum diyorum çünki ne kadar zaman sonra hatırlamıyorum ama

- Delikanlı nerelisin? diye soran bir sesle kendime geldim. 

- Adanalıyım.

- Vayyy  Allah'ın adamıyık  haa! . Ben de Maraşlıyım. Hemşeri sayılırık sana deyim bak sakın 7. sıraya düşme ha!  

Hiç bir şey anlamadığım için,

-Efendim abi! demiştim. Bu bir ere dediğim sondan bir önceki ağabeydi. Bir askere abi dememek gerektiğini çok üzüleceğim bir olayla öğrenecektim ama yaklaşık iki hafta sonra, İzmir Menteş'te olacaktı o olay.

-Bak şimdi senin adını da okuyacaklar buradan say eğer denk geliyorsa yavaş git başkalarının da adını okusunlar sakın yedinci sıraya denk düşme aman deyim.

-Niye ki?

- Yedinci sıradaki G3 değil MG3 taşır da ondan. Eben şey olur vallahi!

- Onlar ne ki diyecektim ama G3 ü okula giriş sınavları esnasında öğrenmiştim. Omza takılan bir Tüfek işte diye düşünüp,

- Olsun biz subay olmaya geldik buraya ne taşımamız gerekiyorsa taşırız dedim.

- Ya olum sen saftirik misin lan! Dediğimi yap bak vallaha mezun olmadan cenazen çıkar bilmiş ol. Cenaze deyince illa ölmen gerekmiyor haa. Teğmenim!

- Teğmenim ne çok da hoşuma gitmişti bu söz. Bir daha bu şekilde hitap edilmek ne güzel olacaktı.

Tam da o sırada Hakan Alkan! diye anons edildiğini duydum. Maraşlı arkamdan dur Lan say bir bakalım demişti ama ben çoktan sesin geldiği yere doğru koşuyordum.

 (Devamı Var)

  

      

     

       

 
Toplam blog
: 30
: 168
Kayıt tarihi
: 09.01.13
 
 

1986 mülkiye, uluslararası ılıskıler bölümü mezunu. Yazar, sanayici. ..