Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Şubat '10

 
Kategori
Tarih
 

Hint Dünyasında Hegel ve Cemil Meriç buluşması

Hint Dünyasında Hegel ve Cemil Meriç buluşması
 

Tarih Felsefesi’nde Hegel Hindistan’a Doğu Dünyası ana başlığı altında, Çin, İran ile birlikte bir bölüm ayırmıştır. “Çin’e benzer bir biçimde, Hindistan da, antik olduğu kadar bugüne ait bir görüngü olup kendi içinde olgunluğa mükemmel olarak erişmiştir. Hindistan her zaman hayallerin ilham kaynağı ve bize halen büyüleyici bir dünya, perili bir diyar olarak görülür. En basit anlamda kavrayışı ifade eden Çin devletine karşın Hindistan duygu ve düş kurmanın ülkesidir. Gelişimin prensipte görünen başlangıç noktası genel anlamda şöyle ifade edilebilir: Çin’de ataerkil ilke ergin olmayan bir topluma hükmederken, ahlaki çözümleri düzenleyen yasaların baskısı ile hükümdarın gözetimi altındadır. Bu anda, zihni ilgilendiren dışarıdaki belirleyicinin iç belirleyiciye dönüşmesi, doğal ve zihinsel dünyanın anlamaya ilişkin öznel boyutu sayesinde öznelliğin genel olarak varlık ile birliğinin (ya da varlığın idealizmi) sağlanmasıdır. Bu idealizm Hindistan’da bulunmakla birlikte, farklı algılardan uzak, hayalin idealizmi olarak bulunmakta olup, var oluşu başlangıçtan ve maddeden özgür kılmakla birlikte (geçici sınırlamalardan ve topyekun maddiyattan kurtulmuş olarak) her şeyi yalnızca hayale dönüştürür - madde belirlenmiş kavramlarla iç içe görünse ya da düşünce arada bir kendisini gösterse de – ki bu sadece tesadüfi bir eşleşmedir. Nitekim bu imgelemlerin malzemesi olarak kendisini gösteren soyut ve mutlak düşünce olsa da, tezahür edenin mutlak varlığın rüya halinin kendinden geçirmesi olduğunu söyleyebiliriz. Burada söz konusu olan ayrık kişiliğe sahip gerçek bireyin kişiliğin sınırlarını aşan bir rüya hali olmayıp mutlak zihnin rüya halidir.” (Tarih Felsefesi, Georg Wilhelm Hegel). Tarih Felsefesinde böyle tanımlıyor Hegel, kupkuru bir algıyla kavrayabildiğim kadarıyla, Hint dünyasına egemen olan düşünceyi. Düşün serüveninin bir kilometre taşı olarak nitelediği “Bir Dünyanın Eşiğinde” durarak Hindistan’a bakan Cemil Meriç ise aynı paragrafı şu şekilde alıntılamıştır çeviri yorumuyla: “Hint de Çin gibi hala yaşayan bir topluluk. O da hep yerinde saymış o da kalıplaşmış. Ama değişmeyen görünüşü altında boyuna olgunlaşmış, boyuna oluşmuş. Tarihin her çağında bir dilekler ülkesi olmuş Hint. Bugün de bir harikalar diyarı, bir büyük dünya değil mi? Çin de her şeyi düzenleyen akıl. Hint hissin ve hayalin vatanı…” Algı ve yorum farkına saygı duyarak Hegel’i Meriç’ten okumaya devam edelim, bu seçilen alıntıların bir çevirisi olsa da: “…Kadınlar nasıl da güzelleşiverir bazen. Tenlerinde tek pürüz yoktur. Tatlı bir pembelik gelir yüzlerine. Bu sadece sıhhatten, canlılıktan doğan bir kırmızılık değildir. Daha ince bir pembelik, adeta içerden gelen ruhani bir pırıltı. Çehrenin bütün çizgileri, bakışlar, dudakların bükülüşü baştanbaşa şiirleşir. Bu ilahi güzellik yeni doğuran kadınlarda belirir. Ağır bir yükten henüz kurtulmuşlardır. Gözlerinin içi güler yavrularına baktıkça…Hint dünyasında bizi hayran bırakan böyle bir güzelliktir. Bütün ahenksizlikleri, bütün katılıkları eriten, narin bir güzellik…Gördüğümüz, ruhun ta kendisi. Ama serazat (özgür) zekâyı bozan bir ruh. Evet, bir çiçek yaşayışı… Zarif ve dilber. Nereye önelseniz hep o gül kokusu… Dünya bir aşk bahçesi olup çıkmış. Ama o manzaraya beşer haysiyeti ve hürriyet gözlüğü ile bakınca büyü kayboluverir…Hintlinin panteizmi bir muhayyile panteizmidir, bir akıl panteizmi değil. Nesneler bir sebep-netice ağı ile kuşatılmamıştır. Kaypaktırlar. İnsan da, nesneler gibi, kendi başına buyruk olmaktan uzaktır… Hintliler Hind’in dışında hiçbir ülkeyi fethetmemişler. Hint, boyuna fethedilmiş… En eski çağlardan ber bütün kavimler gözlerini oraya dikmiş. Bu harikalar diyarının hazineleri bütün akıncıların ihtirası kamçılamış: elmas, inci, gül suyu…gibi tabiat hazineleri. Ve, hikmet.. Bu hazinelerin Avrupa’ya aktarıldığı yol, insanlığın kaderi üzerinde büyük bir rol oynamış” (Bir Dünyanın Eşiğinde, Cemil Meriç, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008, s.54-55). Kendimize Doğu Batı ekseninde yer arayış serüveninde, görmezden gelinemeyen Cemil Meriç’in dünyasıyla haşır neşir olmaya çalışırken, birçoklarınca felsefede idealizmin zirvesine oturtulan Hegel ile olan ilginç bir buluşma noktası dikkat çeker. Aslında Meriç’te Hegel önemli bir yer tutar. Saint Simon'a verdiği kadar görünür olmasa da. Şöyle demiştir 1978 tarihli bir söyleşisinde kararlı bir dille: “Bugün felsefe yoktur. Kendi kendini imha etmiştir adeta. Mumyalaşmış düşünce enkazının nakillerinden ibaret bugünkü hali felsefenin. Felsefenin yerini ideolojiler almıştır. Hegel’den sonra büyük bir felsefi sistem kurulamamıştır.” (Cemil Meriç ile Sohbetler, Halil Açıkgöz, Doğu Kütüphanesi, İstanbul, 2005, s.296). “Alman milliyetçiliği sırtını Himalaya’ya dayayarak şahlandı” saptamasını yaparak şu göndermeyi yapar Hegel’e Hint’den hareketle: “Ama önemli olan üstadın Hint hakkında söyledikleri değil Hind’in üstat üzerindeki tesiri. Vedalar doktrininine en çok benzeyen, Vedalar doktrini gibi zıddiyet prensibini inkâr eden Batı entellektualizmi, Hegel’in eseri. Oryantalizmin fetihleri olmasa, Hegel teolojiyi idealizme bağlayamazdı.” (Bir Dünyanın Eşiğinde, Cemile Meriç, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008, s.55). Peki nedir bu denli somut ve kesin bir saptamaya götüren Meriç’i? Bunun ip uçlarını aramak için Hegel’de Hind’e gitmeye çalışmak gerekiyor. Tabi Cemil Meriç'in gözünden görmeye de uğraşarak. Not: "Vedalar", Hint Kutsal Metinlerinin temelini oluşturmaktadır.

 
Toplam blog
: 129
: 1104
Kayıt tarihi
: 12.06.06
 
 

Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F mezunuyum. Yüksek Lisans diplomalarımı G.Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü'nd..