Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ağustos '18

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Horzum’a…/ 1

Horzum’a…/ 1
 

Adana’dan Kozan’a, Kozan’dan da Horzum Yaylası’na giderken öğle sonrasıydı. Sıcak bunaltıcı hava, daha Sırelif’i tırmanırken etkisini yavaş yavaş yitiriyordu. Aracın iklimlemesine de gerek yok, pencere camları yarı da olsa indirilmeli en azından. Öyle de yaptık! Kozan Barajı’nın su doluluğu, tarla-bahçe sulamalarından dolayı düşük! Geçtiğimiz yıl, bu aylarda daha da düşük olduğunu anımsıyorum! Yanımızdan araçlar hızla geçerken ‘sıcaktan kaçış’ olmalı bunun adı, dedim. Bir an önce Horzum’a ulaşmak…

Yol kıyısında, birkaç yerde ‘incir satıcıları’ vardı. Kendi ellerinde var olan olanaklarıyla kurdukları ‘tezgahlarında’, boylarına, ya da cinslerine göre ayırdıkları incirleri dizmişlerdi. Kiminin başında birkaç çocuk, kiminde bu bölgenin yaşlı kadınları bu yolu kullanan yolcuların gelmelerini bekliyordu.

‘Kilosu ne kadar teyze?’
‘Yedibin lira guzum…’


İnciri anlarız, ‘guzumu’ anlarız da, ‘yedibini’ anlamak zor! Bugün bir çok kişinin anımsamakta zorlanacağı TL’den ‘altı sıfır’ atma konusu, geçen süreçte yanıltmadığı kimse yok gibi! ‘Yedibin’ günümüzün yedi TL’si aslında, ya da eskinin ‘yedimilyonu’…

İncir yeni yedi, eski yedi milyon TL…

‘İçi nasıl’ dediğimizde, hemen birini ikiye yarıyor yaşlı kadın, ‘bak guzum, bunun içinde gurt-murt olmaz’ diyor. Duran bir aracın içerisinden incirin fiyatını soran biri ‘altın satıyonuz sanki’ diyerek, bir de Japon malı dörtçarpıdört aracını lastik öttürerek ayrılıyor.

‘Ben şimdi n’ettim buna da sinirlenerek gitti bu adam’ diyerek söylenirken, doldurduğumuz poşeti uzatıyoruz. ‘Ne kadar olsun?’ ‘Poşeti tart…’

Kozan’la arası beş dakika burasının… Kozan’daki hava ile buradaki hava karşılaştırılamayacak denli… Bir yanında ormanın çam, ardıç, keçiboynuzu ağaçları; bir yanında Kozan Barajı… Araçta iklimleme kullanma zorunluluğu da yok, pencere camı ardına dek açık…

Büyüklerimiz ‘katran havası yılda bir gün yüzünüzü yalamalı’ derdi. Dağların doruklarını ‘yaşam alanı’ edinen ‘mezla ağaçlarının’ birçok hastalığı iyileştirdiği, ‘reçinesinin’ bazı karışımlarla bir araya getirilerek oluşturulan ‘merheminin’ tüm yaraları kapattığı, anlatılırdı.

Şu soluduğumuz hava, şu yüzümüzde gezinen serinlik, kullandığımız aracın bile kulağı yormayan sesi… Baraj köprüsündeyiz! Buradaki akımı, buradaki esintiyi, buradaki rahatlatıcılığı gaz pedalındaki ayağımıza değin almalıyız.

Barajın köprüsünde, hemen sağda bir ‘bekleme alanı’ var… Tüm barajı arkanıza alarak görüntü almanız olası. Zaman zaman yeni nişanlılar, evliler burada, ya da başka bir ‘özel günleri’ olanlar burada anlamlandırılır. Yine öyle, aracımız biraz yavaşlatıyoruz. Bir gelin aracı, yanında iki araç daha, yanlarında bir davul. Toplam on kişi dolayında… Davul çalıyor, kimi oyununda, kameraman olanları kaydediyor…

Yanımızdan ‘hızla’ geçen araçların arasında, biraz da yolculuğun ‘keyfini’ çıkararak yol alıyoruz. Buralarda üzüm de çıkmış olmalı… Yolun solunda dört direkle oluşturulmuş alanlarda kurulan barakaların üstü dallarla kapatılmış, üstü dallarla örtülen alanların altında hem güneşten, hem yağıştan korunmak için ‘tezgahlar’ yapılmış, üzerine kendi yetiştirdikleri üzüm, domates, incir, yeşil fasulye dizilmiş…

Dağılcak, hafta sonu olması nedeniyle kalabalık. Bundan on yıl, yirmi yıl öncesi de kalabalık olurdu! O günler daha mı ‘keyif’ dolardı insan acaba? Daha mı özgürdü örneğin? Mangallarda keçi eti pişerdi! Tavuk, piknik yerinde pek düşünülmezdi! Özel olarak ‘köy tavuğu’ istenirdi! Dağılcak’ta bulunanların mangallarından yayılan koku ‘tavuktan’ başka bir şey değildi! Kaç kişi ‘siyah et’ yiyebiliyordu ki, normal yaşamında? Onun için ‘daha özgür müydü’ diyorum… Bu kalabalığa karşı Dağılcak’ta eski ‘keyfin’ olduğunu söylemek zor! Bir de alan olarak, rahatlatıcı çalışmalar adı altında yapılanlar, burayı seçenlerin ‘rahatlığından’ daha çok, seçenlerin daha çok ‘harcamalarına’ dönüştürülmüş!

Yavaşlayan araçların, karşıdan karşıya geçen yayaların, ağaç gövdesinden akan suyun, Dağılcak’ın yaydığı akşam serinliğinin arasından geçerek Horzum yolumuz sürüyor…

Ne zamanlardı öyle… Yayla zamanı geldiği zaman Horzum’daki evi birkaç gün öncesinden temizliğe gelirdik. Yataklar-yorganlar havalandırılır, avluda düzenlenecek yerler elden geçirilir, ‘onca’ iş arasında acıkınca mangal yakılır, üzerine bir de Fındıklı suyu içilirdi. ‘Araçların bagajında göçüyoruz’ derlerdi; biz de öyle ederdik!

sürecek

 
Toplam blog
: 59
: 373
Kayıt tarihi
: 29.10.09
 
 

Selam ... Yaşam bir garip labirent, karışık bulunca karışıyor. Öyle çok ayrıntı var ki, onları si..