Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Nisan '14

 
Kategori
Bilim
 

Hoşgörü

Hoşgörü
 

Hoşgörü gibi bir hakkımız ve özgürlüğümüz var mıdır dersiniz?

Üstelik “özgürlük” deyince, sınırsız bir özgürlüğümüz olmadığının da herhalde zaten farkındasınız!

Her ne kadar kimileriniz yine bile her nasılsa “bana göre”, “bence”, “bu da benim tercih hakkım”, “bana da böylesi iyi geliyor”, “bu da benim işime gelen”, “benim için de bu daha akıllıca”, “bu da benim doğrum” gibi veya “önemli olan hiç de adalet, hak filan ya da doğruymuş-yanlışmış filan değildir, asıl önemli olan yanlışa hiç ses çıkarmayıp gönül kırmamak, yapıcı olmak, hep olumlu olmak, insan kazanmaktır”, “olumlu olursan olumlulukları çekersin, olumsuz olursan sen de olumsuzlukları çekmiş olursun kendine” gibi absürd ve akılsızca fikirlerin ve böyle de yapmalarının kendi özgürlük ve hak alanları içinde olduğunu savunuyorlarsa da, şunu bilesiniz ki insanlar sadece ve ancak doğrularda özgürdürler, insanoğlunun hele de zaten başkalarını bağlayan, dolayısıyla topluma da yansıyan ve ilgilendiren herhangi bir yanlışı yapmak gibi bir lüksü, tercih hakkı ve özgürlüğü maalesef bulunmamaktadır.

Zaten o sebepledir ki sizler de kendinize hep doğrular yapılsın, yanlışlar, haksızlıklar yapılmasın istemektesinizdir. Yanlışları, çirkinlikleri, kötülükleri, haksızlıkları haketmediğinizi düşünmektesinizdir, sevmemektesinizdir. Dolayısıyla insanoğlunun da yanlışı istemek, yanlış şeyler beklemek, yanlış yapmak, dolayısıyla da yanlışa hoşgörü göstermek gibi bir hakkı da zaten yoktur. Aynı şekilde isteklerinde de hep yine ancak doğru bir şeyler istemek, doğru şeyler beklemek hakkı ve özgürlüğü vardır sadece! Yanlış isteklerde de bulunamaz, böyle bir özgürlüğü ve hakkı da, lüksü de yoktur demektir bu da!! (Bir önceki yazımın sonunda “isteklerin de yanlış ya da doğru olması”, gerekli olup olmaması gibi bir durumdan da söz etmiştim hani, dolayısıyla bu yazım ona da bir yönüyle de olsa yine bir açıklama niteliğindedir de ayrıca.)

O yüzden, bütün şu memlekette de olan bitenler aslında pek de güzel oluyor, insanlar düşünsünler de işte bütün bunların üzerinde. Görsünler işte bak, hoşgördükçe, sustukça nasıl oluyormuş sonuç? Madem hoş görmek iyiymiş, doğruymuş, olumluluk iyiymiş, sükut altınmış, şimdi de sussalar ya, hoşgörseler ya yine yanlışları, olumlu olsalar ya, niye veryansın edip şikayet edip duruyorlar veya üzülüyorlar, moralleri bozuluyor olan bitenlerden peki şimdi?  Evet, pek güzel oluyor, hakikaten her insan, daha en başta en yakın çevresinde zaten olan biten, yapılan haksızlıklara, yanlışlara hoşgörü gösterip, hiç ses çıkarmadıkça, eleştirmedikçe, yanlışı dışlamadıkça, yanlışı-haksızı kınamadıkça, sustukça, hatta aksine, sanki hiçbir şey olmamış gibi davranışını tutumunu hiç değiştirmeyip yanlış yapanları övmeyi, taltif etmeyi sürdürdükçe de birileri, görsünler işte bak, nasıl oluyormuş?!

Bugünkü yaşananlar ve aslında tüm sorunlar da, her insanın asıl ve önce en yakın çevresinden başlamak üzere birilerinin yaptığı yanlışlara hoşgörü gösterip hiç ses çıkarmamasının, tepki göstermemesinin “aman onun da gönlü kırılmasın” diye ya da aslında “aman şimdi bir de benim başım derde girmesin, kendi başıma dert açmayayım, durduk yere sıkıntı-terslik-gerginlik olmasın, canım da sıkılmasın, başıma bir iş gelmesin, ben kendi isteğimin olduğuna, kendi işimin yürüdüğüne bakayım, ben de hiç yoktan düşman kazanmayayım, sen yanlışsın-yanlış yaptın-yanılıyorsun deyip de onu veya birilerini karşıma almayayım” korkusu ve bencilliği ve hatta çıkarcılığının en doğal sonucudur!

İnsan zaten sırf yanıldığı için, yani bilmiyorsa, doğruyu bilmiyorsa, yanlışı doğru zannediyorsa veya bencilse, yani bilinçsizse, ya da (ve zaten bütün yine bunlara bağlı da olarak) kötü biriyse, karakteri de buna müsaitse, yani akılsızsa ancak yanlış yapar, yanlışa da hoşgörü gösterir, tepkisiz kalır. Yani ya bilmiyorsa-bilmediği için veya yanlış bilip yanıldığı için ya da biliyorsa da eğer bile bile! Yani kötüyse kötü karakterli, kötü niyetli, kötü ahlaklıysa, mesela bencilse, çıkarcıysa, fırsatçıysa, yalancıysa, utanmazsa, edepsizse, ahlaksızsa, entrikacıysa, riyakarsa, umursamazsa, sahtekarsa, karaktersizse, kişiliksizse, pişkinse, yüzsüzse vs. filan. "Normal ve sağlıklı bir erişkinde" yanlış yapmanın bilmemekten, bilmediği için de yanılmaktan ve biliyorsa da eğer "bile bile" yapmaktan başkaca herhangi bir başka da seçeneği yoktur.

Lakin pek tabii ki, içinde yaşadığımız şu evrenin-bütünün işleyişinde her şeyde olduğu gibi bilmemenin-yanılmanın-yanılsamanın da ayrıca pek çok nedenleri vardır. Mesela şu kainattaki asıl ana işleyişin zaten asıl gerçeğin-gerçekliğin değil de, tıpkı aynada olduğu gibi asıl var olanın bir yansıması tarzında ve keza “hologram” tipi de bir, aslında sadece bir görüntü, bir görüngü olması gibi… Ve buna bağlı olarak insan beyninin de keza hem zaten doğal ve zorunlu olaraktır ki bu ana işleyişe, yani bu "görüntü gerçekliğine" uygun ve uyumlu olarak işlemesi gerektiğinden dolayı öyle de işlediği için, fakat bir diğer yandan da insanı da uyaracak ve sorgulatacak bir tarzda da “paradoksal” bir işleyiş gerçekliğine sahip olması gibi, hem varlıksal-yapısal-işleyişsel, hem de insanın beyinsel ve ayrıca bireyin (kısmen ve bir nebze bütün bunlara bağlı olarak da ama buna ilaveten sırf o bireye özel de bir takım ) psikolojik gerçekliklerin ve o bireyi içeren sosyolojik gerçekliklerin de yarattığı “toplam” bir durum, bir yanılsama ve doğruyla yanlışı karıştıran (ve dahi doğruyu zaten yine kısmen bu nedenlerle de bir bakıma bir türlü bilemeyici, çözemeyici) bir hal ile de birlikte böylesi bir akılsızlık, bir doğru düşünemeyiş, hatta hipnozumsu bir durum, bir kilitlenmişlik de oluşuyor insanda ama bir yandan da ister istemez kısmen de olsa elde olmayan bir çaresizlik, bir zorluk da oluşturuyor tabii bu durum maalesef insanda. Ve böylelikle de tabii “toplumda” da!

Çünkü “ayrıca”, sen öyle yaptıkça giderek zamanla ve hatta son derece de büyük bir hızla yayılıyor yanlış ve bir alışkanlık kespediyor bu da toplumda. Yani bireysel yanlış ve kötü alışkanlıklar, yanlış inançlar, toplumsal alışkanlıklar haline de dönüşüyor. Mesela sadece bir tek sen, en yakınındaki bir insanın “aman kalbi kırılmasın, gönül incitmiş olmayayım veya rencide olmasın şimdi” diye son derece sanki iyi niyetliycesine görünen bir tarzda bile onun yaptığı bir yanlışı hoşgördüğün andan itibaren, bu sende bir alışkanlık oluşturuyor, çünkü "beyin" öyle deneyimlemiş, böylece de öyle görülmüş, öyle öğrenilmiş oluyor, sende bir alışkanlık oluşturdukça da, bu, toplumda da bir alışkanlık haline evrilmiş oluyor hem de çok kısa bir zamanda. Zira bu defa da o senden, diğeri ondan, öteki berikinden örnekleye örnekleye, "taklit eden" ve anında sürüleşen de bir varlıksal-işleyişsel gerçeği de vardır insanın ayrıca ve pek tabii ki o da devrededir işleyişte haliyle!  Böyle olduğu da seneler önce bilimsel olarak da kanıtlanmış durumda olan bir gerçektir de üstelik bu.  Yani bana göre filan değil, benim zaten bugüne kadar söylediğim hiçbir şey asla sırf bana göre öyle olduğu için söylenmiyorlar size. Doğruya göre, gerçeğe göre, gerçekten de öyle, gerçekten de doğru o, gerçek o, aslı bu, gerçeği bu olduğu için söylenmektedir, birer doğru olarak, birer gerçek olarak söylediğim herşey benim tarafımdan sizlere de.

Daha dün National Geographic Channel’da bile yine bu konuyu içeren bir belgesel daha yayınlandı. İzlemenizi şiddetle öneriyorum. Bu akşam (28 Nisan Pzt.) ve takip eden günlerde de devamı ve tekrarı var. Bu akşamki  yayın akışına baktığımda  saat 23.30’da, programın adı:  Zihin Oyunları (3. Sezon)/Lideri takip et bölümü. (29 Nisan Salı 14.00 ve 3 Mayıs Cumartesi 13.30’da da tekrarları varmış)  Ayrıca yine bu akşam saat 21.00’de de yine Zihin Oyunları’nın bölümlerinden “Bedenini Önemse” yayınlanacak ki onu da izlemelisiniz.. Yazımın yayına alınması bu saatlere yetişmezse takip eden günlerde onun da tekrarları mevcut, Nat Geo yayın akışından bulabilirsiniz

Zaten  “Zihin Oyunları” belgeselinin 1. Sezon ve 2. Sezon bölümlerinin de aslında başından itibaren tamamını izlemek gerekiyor, ben de izlemedim henüz. Dün tesadüfen denk gelip de araştırınca şöyle bir, belgeseli ben de yeni keşfettim. Ben izlemeliyim, kendi bu güne kadarki çalışmalarımı, tesbitlerimi bir kez de böylece bu yolla da bir daha teyid etmek için, sizler de eğer kendinizi gerçekten tanımak ve beyninizde de neler olup bittiğini anlamak istiyorsanız hakikaten izlemelisiniz. Aslında en kolay yoldan ve çok eğlenceli de bir şekilde kaçırılmaz bir fırsat bu belgesel, “beynimizin” nasıl çalıştığını ve buna bağlı olarak algı sorunsalları ile gördüğümüzün, işittiğimizin dahi hiç de gerçeği yansıtmayabilip anında nasıl da aldanabildiğimizi ve hiç de öyle olmayan şeylere nasıl da sanki gerçek ya da doğru oymuş gibi varsayıp, sadece bir zanna-hayale-sanrıya-sahteliğe-yanlışa hem de büyük ve güçlü bir eminlikle üstelik inanabildiğimizi, inançla saplanabildiğimizi anlamak için. Belgeselin 1. ve 2. Sezon bölümlerinin bir kısmına buradan ulaşabilirsiniz http://www.sadecebelgesel.com/zihin-oyunlari.html  Ayrıca National Geographic’in kendi sitesinden ve genel olarak Google’dan da araştırdığınızda bu belgeselin 2. sezon devam bölümleriyle 3. Sezon ve özellikle de “Lideri takip etmek” gibi önemli bazı bölümlerini kendiniz de bulup izleyebilirsiniz. Yeter ki bilmek isteyin, kendinizi ve hayatı  ve doğruyu da tabii, anlamak, bilmek, çözmek, emin olmak isteyin!

Yani hoşgörünün iyi bir şey, doğru bir şey olduğunu düşünmenizin, böyle sanmanızın, buna inanmanızın bir nedeni de beyninizin size oynadığı bir oyundur, beyinin işleyiş gerçekliğinin de, eğer bu paradoksal durumun farkında, bilincinde, ayrımında değilseniz, bunun da kaçınılmaz bir sonucudur aslında.

Lakin bu gerçekler ve bilimsel tesbit olarak dahi kanıtlanmış birer kesin bilgi olup bilindiği halde dahi, gerçek bu denli net ve açık olduğu halde bile işte işin en ilginç yanı şudur ki: İnsanlar bütün bu esasen şikayet ettikleri, hoşlanmadıkları tüm yanlışların ve sorunların, sonuçların, hala daha en başta kendi akılsızlıkları ve bizzat da asıl kendi yaptıkları yanlışlar yüzünden olduğunu dahi akıl edemeyecek kadar akılsız olabiliyorlar işte maalesef. Yani işin bu kadarına da artık tabii ki haklı olarak pes deniyor haliyle!

Mesela işte şu hoşgörü konusunda, siz hala hoşgörünün iyi bir şey, doğru bir şey olduğunu, asıl olması gerekenin hoşgörü olduğunu savuna durun bakalım nereye kadar?

Şunu dahi düşünmüyor-düşünemiyor işte demek ki  bunu savunanlar, mesela şunu bir sorun hemen kendinize: Hoşgörü nedir, “neye” gösterildiğinde onun adına hoşgörü denebilir zaten? Doğruya mı? “Doğruya hoşgörü” diye bir şeyden bahsedilebilir mi? Hayır, değil mi? Bir “yanlış” olmalıdır ki ortada, hoşgörü de gösterilebilsin! Ancak ve yalnızca yanlışa, yanlış bir şeylere zaten hoşgörü gösterilebilir, hoşgörü ancak o zaman söz konusu olabilir. Yani bir yanlış varsa ancak hoşgörüden bahsedilebilir demektir bu da. Yani hoşgörü, zaten “direkt” yanlışla alakalı, yanlışa ilişkin, konusu ve özü zaten yanlış olan, yanlışı kapsayan, yanlışa yönelik, yanlışı içeren bir olgudur! Nesi hoş görülebilsin? Dolayısıyla kendi yanlıştır, kendi de zaten, yanlışın ta kendisi olmaz mı bu durumda? ah benim bir türlü doğru düşünmeyi beceremeyen akılsız, aklı karışık, aklı dağınık, aklı havada, aklını rafa kaldırmış insanlarım:((

 

 

Filiz Alev

28.04.”14

 

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..