Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Temmuz '11

 
Kategori
Edebiyat
 

Hulki Aktunç'la ilk ve tek görüşmem

Hulki Aktunç'la ilk ve tek görüşmem
 

Kadıköy onu çok özleyecek.


Birkaç sene öncesiydi, yanılmıyorsam 2009 yılının Mart ya da Nisan ayı; hava nasıl da soğuktu o gün; anlaşılan baharın gelmesi gecikecekti. Koltuğumun altında ilk romanımın dosyası, Kadıköy Moda’da Koço ismindeki sahil restoran/kafesine, edebiyatımızın üstatlarından Hulki Aktunç’u görmeye, yazarlık hevesiyle tutuşan birisi olarak kendimi anlatmaya gidiyorum. 

Bir edebiyat üstadıyla tanışacak olmanın heyecanıyla erkenden gidivermişim, daha gelen giden kimse yok, garsona soruyorum, “Birazdan gelirler, ” diyor, “her hafta mutlaka toplanırlar burada.”  

Tam bir edebiyatçı hali; edebiyatçının bir kafede belli günlerde etrafına gençleri toplamasına hayranlık duyarım. Bu, onu yazar adayları arasında bir efsane olmasını sağlayan bir durumdur. 

Aktunç hakkında ilk izlenimim genelde her yazarda olan deli dolu hali oldu. Daha kapıdan girer girmez bütün dikkatleri üzerine çekmişti. Alkollü olduğu belliydi, ama bu ona hem yakışıyor, hem de dimdik ayakta durabilmesi beni hayretlere düşürüyordu. Kafede geçirdiğimiz yaklaşık dört saat boyunca içse de bana mısın demedi, herhalde o kadar birayı ben içsem oracıkta sızar kalırdım. 

Her neyse… 

Üstadın çevresi o denli kalabalık olmasına karşın gözlerinde derin bir hüzün görmedim desem yalan olur. Sanki kafası karışıktı, bir şeylere kızgındı. İç dünyasında çok savaşlar olduğuna dair bir izlenim bıraktı bende. 

Konuşmalarından anladığım kadarıyla solun ulusal bir çizgisine inanıyordu, ulusalcı mıydı bilemem ama, çizdiği portre birazcık o yöndeydi. 

Düşünüyorum da sıkıntısı belki de o sebeptendi. Çünkü tam da o sıralar, ulusalcı olmanın Ergenekoncu olmakla, darbeci olmakla suçlandığı bir dönemin en hararetli zamanındaydık ve bu baskı o çizgideki her Türk aydınını daraltıyordu. Ülkesini seven ve ülkesinin şartlarına uyan bir sol talep eden Türk aydınlarının itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı, daha da ötesi yokmuş gibi varsayıldığı, her türlü hakarete maruz kaldığı bir zamanda, dönmemenin, kişiliğini satmamanın yarattığı bir bunalım olmalıydı bu. 

Söz bir yerde Orhan Pamuk’a gelince bir anda bira bardağını masaya vurarak ayağa kalkmıştı mesela. O dönem ülkesi aleyhine Batı basınında çarşaf çarşaf demeçleri çıkan Pamuk için öylesi okkalı sözler savurdu ki, ‘helal olsun’ demekten kendimi alamadım; çünkü oryantalist yazarımızın ülkesi hakkında atıp tutmasından bende kişisel olarak hiç haz etmiyordum. 

Gerçek bir Kadıköy aşığı olan üstatla o ilk görüşmeden birkaç ay sonra telefonla konuştuk. Romanımı okuduğunu, ama görüşlerini yüz yüze anlatmak istediğini söyledi. Haftalık kafe buluşmalarına gelmemi istedi benden. 

Ancak ben eşekliğimden dolayı bir türlü denk getirip de gidemedim onu görmeye. 

Şimdi pişman olsam da son pişmanlık fayda etmiyor ne yazık ki. Bu olay bir kez daha gösterdi ki, ölüm gerçeğini aklımızdan hiç çıkartmamamız ve ona göre hareket etmemiz, yapmamız gerekenleri ertelemememiz gerekiyor. 

Büyük üstat, mekanın cennet olsun… 

Kadıköy seni çok özleyecek.   

 

 
Toplam blog
: 47
: 1149
Kayıt tarihi
: 24.11.10
 
 

Praksise düşünceden varan bir romancı, kültür eleştirmeni, otodidakt bir feylesof, yaşam gözlemci..