Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Nisan '10

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Hürriyet’in Frankenstein’ları

Hürriyet’in Frankenstein’ları
 

Boris Karloff: Frankenstein'ın sinema uyarlamasında...


İngiliz romancı Mary Shelley’nin ünlü Gotik romanı “Frankenstein Ya Da Modern Prometheus”u okumadıysanız bile en azından ana karakteri Frankenstein’ın adını duymuşsunuzdur. Roman, insanı hastalıklardan kurtarıp ölümsüzlüğe kavuşturmak isteyen idealist bir tıp öğrencisi olan Victor Frankenstein’ın yaptığı deneyler sonucunda bir ucube yaratmasını (Frankenstein), sonra yarattığı bu ucubeden memnun kalmayıp kaçmasını, yaratıcısı tarafından terk edildiği için yalnız ve sevgisiz kalan ucubenin acımasızlaşıp kendisini yaratandan intikam almaya girişmesini konu alır. Romanın sonunda Dr. Victor Frankenstein yarattığı ucubenin kurbanı olur. Shelley, romanda, insanın bilimsel kibrinin, kendini tanrının yerine koyma arzusunun bedelini ödeyeceği temasını işler.

Bu, “kontrolden çıkıp yaratıcısına zarar veren yaratık” fikri kimi siyasal, toplumsal, psikolojik olguları anlatmak için hayli elverişlidir; bu özelliği nedeniyle de bu benzetmeye sık sık başvurulur. Benim bu yazıda başvuru sebebim de Hürriyet gazetesi ve onun yarattığı Frankenstein’lar… Evet, maalesef böyle bir şey var. Bu gazetemiz mütemadiyen Frankenstein’lar yaratıp sonra da ondan kurtulmaya çalışıyor. Başka örnekleri de var ama ülkemizde bu konuda en ünlü ve donanımlı laboratuar, aynı zamanda basınımızın “amiral gemisi” de olan Hürriyet gazetesidir. Hürriyet hangi idealle bu Frankenstein’ları yaratıp duruyor bilmiyorum ama yaşadığı kötü tecrübelere rağmen bu çabasından bir türlü vazgeçmiyor.

Hürriyet’in laboratuar ürünleri belli karakteristik özellikler taşıyor. Güncel siyaseti, toplumsal sorunları Devlet ideolojisinin klişeleriyle yorumlayıp lümpen diline tercüme ederek, en sıradan, en alt bilinç düzeyindeki gazete okuruna aktarıyorlar. Böylece devlet ideolojisinin, egemen gücün iktidarının her an yeniden üretimine yardımcı oluyorlar. Kurulu düzenden en ufak bir çıkarı olmayan, aksine ondan zarar gören sıradan insanın tepkilerini sorunların ve memnuniyetsizliğin kaynağından başka yerlere kanalize ederek bir çeşit toplumsal “rıza üretimi”ne katkıda bulunuyorlar.

Bunu da alabildiğine saldırgan, hakaretamiz, alabildiğine fütursuz bir üslupla yapıyorlar. Küfrediyorlar, hakaret ediyorlar, yalan söylüyorlar, nefret üretiyorlar, olguları bağlamlarından koparıp çarpıtıyorlar, kişileri hedef gösteriyorlar, karakter infazı yapıyorlar. Kötülüklerinden değil, böyle yapmaları gerektiği için, onlardan böyle beklendiği için böyleler. Doğrusu işlerini iyi yapıyorlar ama bunu öyle çok ustalıkla, zekice, usturuplu biçimde falan gerçekleştirdikleri de söylenemez. Bu anlamda alabildiğine kaba, yalın, direkt, “kör parmağım gözüne” bir üslubu tercih ediyorlar. Zaten bu üslup bir tercih meselesi de değil, “üslubu beyan, ayniyle insan” misali, esasında başka bir ifade tarzı da bilmiyorlar.

Burada çok yönlü bir işleyiş ve çıkar söz konusu… Birincisi; bu laboratuar canlıları, “rıza üretimi” bandındaki işlevleri nedeniyle doğrudan doğruya iktidara hizmet ediyorlar (Bkz. Balyoz darbe planında “yararlanılacak gazeteciler” listesi), İkincisi; onların bu işlevi yerine getirmesine imkân sağlayan medya organına iktidar ilişkilerinde bir mevki kazandırıyorlar. Üçüncüsü; memnuniyetsizliğini bir şekilde ifade etme ihtiyacı hisseden sıradan insanı en kolay ve zahmetsiz hedeflere yönelterek onların deşarj olmalarını sağlıyorlar. Dördüncüsü; bu işlevlerin ödülü olarak da bizzat kendileri küçük birer iktidar odağı durumuna geliyorlar. Böylece iktidar, çalıştıkları medya organı ve hitap ettikleri kitle için vazgeçilmez hale geliyorlar; bu vazgeçilmezlik de zamanla onları Frankenstein’a dönüştürüyor. Frankenstein’ların kendi bağımsız güçleri arttıkça yaratıcıları bir süre sonra onların üzerindeki kontrolü kaybediyor.

Buna en somut örnek Hürriyet gazetesiyle eski köşecisi Emin Çölaşan arasındaki ilişkidir. Çölaşan, yukarıda sıraladığım saptamaların bire bir canlı örneğidir. Yıllar boyu Hürriyet’te bu görevleri layıkıyla yerine getirmiş, bu arada kendi gücünü ve şöhretini gazeteyi bile gölgede bırakacak derecede arttırmış, bir süre sonra da egemenliğini ilan etmiştir. Bu kişisel egemenlik Hürriyet’e zarar vermeye başlayınca gazete onunla yolunu ayırmak zorunda kalmış, bu defa da Çölaşan tıpkı romandaki Frankenstein gibi kendi yaratıcısına yönelmiştir (bkz. Çölaşan’ın Hürriyet’ten ayrıldıktan sonra yazdığı kitaplar).

Ancak geçen zaman içinde Hürriyet okurunun önemli bir bölümü o dile alışıp bağımlılık geliştirmiştir. Çölaşan’ın Hürriyet’ten gönderilmesini içine sindirememiş, bir kısım okur gazeteyi bırakmıştır. Buna karşı Hürriyet yönetimi onun boşluğunu doldurmak için Bekir Coşkun’u ön plana çıkarmış, onun sandalının boş kalan küreğine de Yılmaz Özdil’i getirmiştir. Coşkun da köşesinde benzer aşamalardan geçip kişisel iktidarını güçlendirmiş, adını iyice parlatmış, egemenliğini ilan etmiş ve bunun doğal sonucu olarak yaratıcısıyla kaçınılmaz hesaplaşma noktasına gelmiştir. Sonunda onun da Çölaşan’la benzer bir süreçle ama ondan daha az gürültülü biçimde Hürriyet’le yolları ayrılmıştır.

Şimdi Hüriyet’teki o nöbeti Yılmaz Özdil devraldı. Doğrusu onları hiç de aratmıyor. İşini en az onlar kadar iyi yapıyor. Asla çok yetenekli gazeteci, çok iyi bir yazar, çok zeki bir insan olduğundan değil; o görevin özelliği nedeniyle böyle. Bu iş büyük bir yetenek gerektirmiyor; lazım olan tek şey fütursuzluk, tutarlı olma kaygısı taşımamak ve utanma duygusundan tamamen arınmış olmak… Bu ülkede onların yaptığı işi yapabilecek on binlerce insan bulunur. Girin ekşisözlük'e bir çırpıda en az yüz Çölaşan, seksen Coşkun, yüz elli Özdil bulursunuz.

Özdil’in de egemenliğini ilan etmesi yakındır. Yeterince prim yaptı; yeterince tanındı; enerjisini nefret ve düşmanlıktan alan büyükçe bir kitle yarattı. Açın, Samsun’da Ahmet Türk’e saldırı olayını yorumladığı dünkü yazısını okuyun. Frankenstein’ların gözlerimizin önünde nasıl oluştuğunu görün. Tekil Frankenstein’ların bu toplumu nasıl kocaman bir ucubeye dönüştürdüğünü izleyin.

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..