Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Nisan '10

 
Kategori
Siyaset
 

“İzmir’i Niçin Yaktık?”

“İzmir’i Niçin Yaktık?”
 

Türkiye’deki bütün tarih ders kitaplarında Kurtuluş Savaşı’nda yenilip İzmir’i terk etmek zorunda kalan Yunan ordusunun İzmir’i ateşe verip yaktığı anlatılır. Hepimiz öyle öğrendik; şu anda Türkiye’de yaşayan, herhangi bir okul bitirmiş kişilerin yüzde 99,9’u da bunu böyle bilir. Yakın bir zamana kadar ben de onlardan biriydim. Ta ki, o yılların tanığı ve Atatürk’ün çevresindeki en yakın kişilerden biri olan gazeteci yazar Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” adlı hatıra kitabını okuyuncaya kadar…

Bu kitap ulusalcı çevrelerde çok sevilir, okunması tavsiye edilir. Gerçi bu çevrenin sözcülerinden Hürriyet yazarı Özdemir İnce bu kitabı daha yeni okumuş, bugünlerde ona buna “mutlaka okuyun” diye tavsiye edip duruyor. Yahu ben kendi halinde bir blog yazarıyım; şurada dört yıldır beleşe klavye sallıyorum; öyle Çankaya’dan ibret alıp milli hisleri kabaracak bir insan da değilim; ona rağmen ben bile Çankaya’yı okuyalı on yıl oluyor. Burada Özdemir Bey’e Frenklerin “öğleden sonra günaydın” ve Türklerin “Üsküdar’da sabah oldu, uyan da balığa gidelim” sözlerini hatırlatmak istiyorum. Yahu bu nasıl ulusalcılık Kemalistlik? Nutuk, Kemalistin kutsal kitabıysa Çankaya da hadis kitabı sayılır! Ona buna akıl öğreten bir Kemalist "entelektüel" teorisyenin Çankaya'yı bu yaşa kadar okumamış olması biraz ayıp olmuyor mu?

Neyse konumuz Özdemir İnce değil; yeri geldi de laf attım öylesine!

Ders kitaplarında yer alan Atatürk’le ilgili anekdotların, anıların çoğunun kaynağı bu Çankaya kitabıdır. Falih Rıfkı, Kurtuluş Savaşı zaferinden itibaren Atatürk’ün yakın çevresine katılmış ve ölümüne kadar hep o çevrede kalmıştır. Çankaya’da ve öteki kitaplarında anlattığı şeylerin çoğuna bizzat kendisi tanık olmuş ve yazmıştır. Bu yüzden anlattıkları çok önemlidir. Bence “Çankaya” kitabı Cumhuriyet’in “kara kutu”sudur, kara kutularından biridir.

Peki, şimdi durup dururken nerden çıktı Falih Rıfkı ve Çankaya?

Şundan: geçen haftalarda, CNBC-E kanalında yayımlanacak bir diziyle ilgili bir tartışma çıktı. Söz konusu Amerikan dizisinde Rum asıllı bir karakter, atalarının İzmir’li olduğunu, İzmir yangınında her şeylerini yitirdiklerini, canlarını zor kurtarıp İzmir’i terk etmek zorunda kaldıklarını anlatıyor, İzmir’i “şehri yeniden ele geçiren” Türklerin yaktığını söylüyormuş. Dizideki bu sahne bizim ABD’deki u-milliyetçileri harekete geçirmiş ve kanalı protesto yağmuruna tutmuşlar. Bu nedenle diziyi Türkiye’de yayımlayacak olan CNBC-E de o sahneyi makaslamaya karar vermiş. Böyle olunca da aslında üstünde hiç durulmasa pek fazla kimsenin ilgisini çekmeyecek bir konu tıpkı CHP’li Onur Öymen’in Dersim gafı gibi, İzmir yangınının yeniden tartışılmasına ve araştırılmasına yol açtı. Geçen hafta birçok yazar köşelerinde bu konuyu ele aldı.

Tarihi bir konuyu tartışırken ne yaparsınız? Doğal olarak o dönemin kaynaklarına bakarsınız. Bakınca da konunun hiç de öyle bize anlatıldığı gibi olmadığını görüyorsunuz. İşte Falih Rıfkı’nın Çankaya’sı bu anlamda en çarpıcı belgelerden biridir. Falih Rıfkı bu kitabını İzmir yangınını anlatmak için yazmamıştır. O dönemin olaylarını doğal akışıyla kronolojik biçimde anlatırken sıra İzmir’in işgalden kurtarılışına ve yangın olayına gelir. Gözleriyle tanık olduğu yangını kısaca anlatır. İzmir’i kimin, kimlerin ve niçin yaktığını sorgular ve dizideki diyaloga şiddetle itiraz eden u-milliyetçilerin (ulusalcı - milliyetçi diyelim) hiç de hoşuna gelmeyecek şeyler yazar. Zaten Falih Rıfkı’nın bu yazdıklarının resmi tarih masalına uymadığını fark eden yayımcılar kitabın sonraki baskılarında bu bölümü sansürlerler. Ben görmedim ama kitabın yeni baskılarında aşağıya aktaracağım bölümün yer almadığı belirtiliyor. Demek ki benim kitaplığımdaki sansürsüz baskı… Falih Rıfkı bu bölümde sadece İzmir yangınıyla değil Ermeni tehciriyle de ilgili acı şeyler yazar.

İzmir, 9 Eylül 1922’de kurtarılmış, Yunan ordusu gemilere binip çekilmiştir. Falih Rıfkı bir gazeteci olarak zafere tanıklık etmek üzere aynı gün İstanbul’dan yola çıkmıştır. İzmir yangını 13 Eylülde çıkar; (yani çıkarılır), yani kurtuluştan dört gün sonra… Şehirde Yunan ordusu falan kalmamıştır. Yanan kısım “Gâvur İzmir” denen, Rum, Ermeni, Levanten gayrimüslimlerin oturduğu semtlerdir. (“Gavur İzmir” sıfatı da İzmirlilerin içki içmesinden, fazla dindar olmayışlarından falan değil buradan gelir).

Şimdi sözü yangına kendi gözleriyle bizzat şahit olan gazeteci Falih Rıfkı’ya bırakalım. Bakalım ne diyor Falih Rıfkı Çankaya’da:


“Gâvur İzmir karanlıkta alev alev, gündüz tüte tüte yanıp bitti. Yangından sorumlu olanlar sadece Ermeni kundakçılar mı idi? Bu işte ordu Komutanı Nureddin Paşa’nın hayli marifetli olduğunu söyleyenler çoktu. (….)
Bildiklerimin doğrusunu yazmaya karar verdiğim için o zamanki notlarımdan bir sayfayı buraya aktarmak istiyorum: ‘Yağmacılar da ateşin büyümesine yardım ettiler. En çok esef ettiğim şeylerden biri, bir fotoğrafçı dükkânını yağmaya giden bir subay, bütün taarruz harbleri boyunca çekmiş olduğu filmleri otelde bıraktığı için, bu tarihi vesikaların yanıp gitmesi olmuştur. İzmir’i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazinolar kalırsa azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk? Birinci Dünya Harbinde Ermeniler Tehcir olunduğu vakit, Anadolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa gene bu korku ile yakmıştık. Bu kuru kuruya tahripçilik hissinden gelme bir şey değildir. Bunda bir aşağılık duygusunun da etkisi var. Bir Avrupa parçasına benzeyen her köşe sanki Hristiyan veya yabancı olmak, mutlak bizim olmamak kaderine idi. Bir harp daha olsa da yenilmiş olsak, İzmir’i arsalar halinde bırakmış olmak şehrin Türklüğünü korumaya kâfi gelecek miydi? Koyu bir mutaassıp, öfkelendirici bir demagog olarak tanımış olduğum Nureddin Paşa olmasa idi bu facianın sonuna kadar devam etmeyeceğini sanıyorum. Nureddin Paşa, ta Afyon’dan beri Yunanlıların yakıp kül ettiği Türk kasabalarının enkazını ve ağlayıp çırpınan halkının görerek gelen subayların ve neferlerin affetmez hınç ve intikam hislerinden de şüphesiz kuvvet almakta idi’.”

İşte böyle... Falih Rıfkı’nın notlarında anlattıkları hiç de bizim okullarda öğrendiğimiz İzmir yangınıyla ilgili resmi tarih masalına uymuyor değil mi?

Ne derler, “Açtırma kutuyu söyletme kötüyü”. Bu konuyu ben açmadım.

Her defasında söylüyorum; bir kez daha tekrarlıyorum; SİZE MÜTEMADİYEN YALAN SÖYLÜYORLAR. Ve bu yalan geleneği hâlâ devam ediyor. Geçen yıl tam da Kürt açılımının konuşulduğu günlerde, Hakkâri Çukurca’da 7 askerin (ayrıca bir asker de bu olayla ilgili olarak düzenlenen operasyonda şehit oldu) mayın patlamasında şehit olmasını nasıl açıklamışlardı hatırlıyor musunuz? O mayınları PKK’nin döşediğini ve operasyon sırasında uzaktan kumandayla patlatıldığını söylemişlerdi. Şimdi durumun öyle olmadığı, mayınların ordu tarafından döşendiği ve patlamanın olduğu bölgeye askerin 12 yıldır girmediği ortaya çıktı. Ondan birkaç hafta sonra da Elazığ’da 4 asker daha şehit olmuş, bu olayın da kazayla el bombası patlaması sonucu meydana geldiği açıklanmış, ancak onun da kaza değil, tim komutanının nöbette uyuyan bir erin eline pimi çekilmiş el bombası vermesi ve bombanın patlaması sonucu olduğu ortaya çıkmıştı.

Tabii “teferruat” canım bütün bunlar, teferruat! 12 ana kuzusu durup dururken, düşmanla savaşmadan kendi kendine şehit oluvermiş, lafı mı olur hiç? Söz konusu “vatan” ise vatandaş da teferruattır, hakikat de, İzmir de, İzmir yangını da!

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..