Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Haziran '11

 
Kategori
Güncel
 

İfade özgürlüğü mü yoksa birileri mi suçlu?

İfade özgürlüğü mü yoksa birileri mi suçlu?
 

Doç. Dr. Şeref İBA: Anayasa ve Parlamento Üzerine İncelemeler - İstanbul 2011


Avrupa'dan aldığımız ''düşünce özgürlüğü'' ya da ''ifade hürriyeti'' bizde gerektiği gibi anlaşılabilmiş değil. Çünkü ne okullarda ne yönetim birimlerinde ne de siyasette düşünce özgürlüğü konularında gerektiği gibi bilgilendirilmiş değiliz. Bu da bazı kendini bilmezler ile terörist örgütlerin silahlarının gölgesinde ilerlemeye çalışan(!) kimi demokratik eğilimli siyasetçinin haddini aşan sözleri, giderek toplumu geriyor. 

Gerçekte terör nedir, terörist nedir, hak hukuk nedir, gerilla nedir, ırkçılık nedir, demokrasi nedir, dindaşlık nedir, yurttaşlık nedir, ayrılmak-bölünmek-parçalanmak nedir, emperyalizm ile küreselleşme nedir türünden yüzlerce soruyu da gerektiği gibi cevaplayamadığımızdan ne yazık ki ülkemizde arkadalar arasında olduğu kadar akrabalar arasında da gerginlikler yaşanmaktadır. Bana göre toplum bu1968’den bu yana gelişen gençlik olayları ile onları besleyen gizli ideolojik propaganda sonunda TBMM’de üçüncü yemin krizine yol açmıştır. Akl-ı selim ile bu sorunun çözüleceğini beklemekten başka bir şey gelmiyor elimizden. 

Bilindiği gibi 6 Kasım 1991 günü Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana TBMM kürsüsünde milletvekilliği yeminini tam olarak okuduktan sonra Kürtçe (Kırmançça) olarak: Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum, diyerek bitirmesi ile birlikte yeni bir döneme giriliyordu. TBMM Başkanı Rahmetli Ali Rıza Septioğlu, genel kuruldaki tepkiler yanında yemin metnine sadık kalınması gerektiğinden dolayı: 

-Sayın Leyla Zana, yemine ilave ettiğim sözü geri alıyorum, dedikten sonra yemine başlayınız. Yeniden kürsüye çağrılan Leyla Zana itirazına rağmen Elazığ Milletvekili de olan TBMM geçici Başkanı Septioğlu: Lütfen başka söz istemiyorum. ‘’Yeminimi geri alıyorum’’ de yeminini yap, diye uyarır. Leyla Zana da: Sözümü geri alıyorum, deyince Başkan Septioğlu, bir kez daha: Sözümü geri alıyorum, dedin mi, diye sorunca Leyla Zana da: Dedim efendim, dedikten sonra Başkan Septioğlu: Buyurun. Duymadığım için tekrar sordum kızım, diye açıklamada bulunur. 

Leyla Zana da: ’’Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü... Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma... Ant içerim." dedikten sonra Başkan Ali Rıza Septioğlu: Böylece ant içme töreni tamamlanmıştır, diyerek o günkü sorunu çözmüş oluyordu. 

Gerçekte çoğu demokratik ülkelerde Anayasaya bağlılık yemini ilk Osmanlı Meclisi’nde de olduğu gibi yüz yılı aşkın bir süreden beri uygulana gelmektedir. Bu kapsamda ortaya çıkan itirazlar ve karşı tutumlar nedeni ile açılan davalarda hukukun üstünlüğü çerçevesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bazı gerekçelerden dolayı olsa gerek ‘’Anayasaya bağlılık yemini etme yükümlülüğü getirilebilir’’ hükmünü karar altına almıştır. Ne yazık ki ülkemizde çatışmacı bir yaklaşım ile bu topraklarda yaşayan her etnik kesim ile karşı karşıya getirilmek istenen Kürt varlığı günden güne sömürülmektedir. Onlara dayandığını söyleyen kimi siyasiler ise ne 1968 öğrenci olayları içinde filizlenen ‘’halklara özgürlük’’ dayatmaları kapsamında silahlı terör örgütünün yaptıkları kanlı eylemleri görmezden gelerek ‘’demokrat’’ olmak gibi bir süreçte yasaları da hukuku da zorlamaya başlamışlardır. Yıllar boyunca bu tür çalkantılar da silahlı terör örgütü ile özdeşleşen açıklamalar da ayrılıkçı söylemler de Türkiye gündeminden düşmemeye başladı. 

Doğu ve Güneydoğu Anadolu kapsamında gerekli eğitim kültür yaklaşımları yanında hukuk ve mülkiyet alanlarındaki boşluklardan dolayı sorunlar giderek kördüğüm oldu. Oysa benzeri olumsuzluklar Türkiye’nin başka köylerinde, başka şehirlerinde de var. Bir bütün olarak çözülmesi gereken bu tür sorunların özünde ise Doğu’daki ‘’aşiret bağları’’ , artık yavaş yavaş çözülmeye başlasa bile, başlı başına bir sorun olsa gerek. Bu konuda neler yapılması gerektiğini hukuçular ile siyasiler kafa kafaya vererek çözeceklerdir inşallah. İçinde bulunduğumuz sorunlu süreçte günden güne şımaran ayrılıkçılık ne hukuk ne insanlık ne akrabalık ne din kardeşliği ne de daha demokrat olmak için gerekli unsurları hiçe sayarak, kendince bir direnişe geçmiş bulunuyor. 

Terör konusunda öngörülen ''pişmanlık'' süreçlerine rağmen ne yazık ki hukuk kuralları kimlerince bir türlü anlaşılmak istenmiyor. Her gelişme karşısında olumsuz tavır koymak, kanunları hiçe saymak, silahların gölgesinde siyaset yapmak ne insanlığa ne de demokratlığa yaraşır. Ayrıca bilelim ki Türkiye’de, beğenelim ya da beğenmeyelim her türlü eylem ve düşünce için gerekli yaptırımları da içeren kanunlar vardır. Bir de şunu unutmayalım: Eğer kişi bir suça karışmış ya da bir hata işlemiş ise bu konudaki yaptırım er ya da geç hedefini bulur. Özellikle bu toprağın çocuklarının, birbirine diş bilemesini teröre bulaşmasını da bulaştırılmasını da isteyen kişiliksiz iki yüzlüler olduğu sürece; herkesin başı ağrıyacak ve toplum huzuru, birilerinin torbasını doldurması uğruna bozulacaktır. Artık bu tür oyunları göre göre, duya duya bıktık, usandık. 

Yaklaşık otuz yıldanbu yana bizi kemiren terör belası, çok iyi biliniyor ki bazı karanlık güçler ile içimizdeki zavallı, ikiyüzlü uzantıları ile yaşamaya devem ediyor. Bazı bakımlardan Küçük Amerika gibi(!) olmaya ca atılıyor da ol Amerika gibi terörü de teröristi de ortadan kaldırabilmek için her türlü insani yolu denemiyoruz. Varsa yoksa şiddet, seçilen yol. Ne ilim irfandan ne de toplumsal, kültürel bilimlerden yararlanılıyor bu ülkede. Din gerçeğimizden ne kadar kopuk olduğumuzu Kürtçe ezan yanında ayrı baş çekilerek kılınan namaz olayında da gördük. Bu işin içinde de yanlış giden nelerin olduğunu kimileri bile bile, kimileri de birer köle olarak yerine getiriyor. Sonunda ortaya değişik paranoyaları ve kanunsuzlukları (anomi) içeren nice güdümlü senaryolar çıkıyor. Bana göre bu toprağın çocukları, hiç bir biçimde birbirine kem gözle bakmaz. Doğu’yu, Güneydoğu’yu köyünden kentine, komundan çadırına, marabanın evinden ağaların konaklarına kadar gezip gördüğüm için bu gerçekleri yüksek sesle haykırmak hakkımdır, diyorum. Dökülen şehit kanları için müsebbiplerin de alkışçılarının da gözleri çıksın. A L L A H (c.c) bize bir sahip yollasın da bu tür huzursuzluklardan ve yolda yolakta, dağda bayırda sinsice, alçakça vurulmaktan; teröristlere av olmaktan kurtulalım artık. Yeni TBMM'den bunu bekliyorum öncelikle. 

Anladım ki bu ülkede az buçuk hukuk var ise de yaptırımlar konusunda ne yazık ki adamına ya da örgütüne göre muameleler yapılmaktadır, gibi bir zehaba kapılıyorum ben de bazıları gibi. Yoksa bu ülkenin çocukları birbirlerine karşı bu kadar acımasız; kendilerini bugünlere getiren Devlet düzenine karşı da bu kadar saygısız olamaz. Hukuk düzenimizin bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bizi de ilgilendiren kimi kararlarının iyi gözden geçirilmesi gerekiyor. Bu kararları hakim ve yargıçlarımız bilse bile ne yazık ki demeokrasi kültüründen oldukça yoksun olanların, bilmediği; ezberleyemediği bazı kararları buraya almak istedim. 

Son aylarda değil son yirmi otuz yılda içine düşülen durumların bu seçim sürecinde de yaşanmış olması, bana göre esef verici bir durumdur. Yaşanmakta olan yemin etme, etmeme sorunu yanında siyaset ve propaganda konularında bazı gerçekleri de anlamamıza yardımcı olacağını düşündüğüm AİHM Kararları’ndan bir kaçını sizlerle paylaşmak istiyorum: 

Politikacılar daha fazla eleştirilebilir. Lingens / Avusturya Davası (8 Temmuz 1986), Oberschlick / Avusturya Davası (23 Mayıs 1991). 

Milletvekilleri daha fazla ifade özgürlüğüne sahiptir. Hükümet daha fazla eleştirilebilir. Devletin mevcut düzeni sorgulanabilir. Castels / İspanya Davası (23 Nisan 1992), Aksoy / Türkiye Davası (10 Ekim 2000). 

Politik konularda ifade özgürlüğü daha geniştir. Sürek ve Özdemir / Türkiye Davası (8 Temmuz 1999). 

Şiddet içermeyen direniş çağrısı yapılabilir. İncal / Türkiye Davası (9 Haziran 1998). 

Terör örgütü söylemiyle özdeşleşmeyen sosyolojik açıklama yapılabilir. Erdoğdu ve İnce / Türkiye Davası (8 Temmuz 1999). 

İyi niyetle talepler dile getirilebilir. Maronek / Slovakya Davası (1 Nisan 2001) Akin Derneği / Fransa (17 Temmuz 2000). 

Anayasaya bağlılık yemini etme yükümlülüğü getirilebilir. Glasenapp ve Kosiek / Almanya Davası (28 ağustos 1986). Casede Coca / İspanya Davası (24 Şubat 1994). 

Terör örgütünü destekleyen açıklama yapılamaz. Zana / Türkiye Davası (25 Kasım 1997). 

Kin ve nefret arttırmaya yönelik beyanlar yasaklanabilir. Sürek / Türkiye Davası (8 Temmuz 1999). 

Yazar kendisini terör örgütü ile özdeşleştiremez. Sürek / Türkiye Davası (8 Temmuz 1999). 

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..