Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Temmuz '10

 
Kategori
Sosyoloji
 

İki şehirli olunur mu?

İki şehirli olunur mu?
 

Geçenlerde değerli bir dostumla sosyal sorumluluk konuları üzerine konuşurken;

Ben artık “İstanbul un taşı toprağı altındır” sözünün anlamını yitirdiğini düşünüyorum, onun yerine de “Anadolu nun otu yaprağı altındır” sözünü koyuyorum dedi.

Ne güzel, hoşuma gitti bu söz. "Anadolu ya sahip çıkan da var" dedim.

Sonra aldı beni bir düşünce! Kim neyin sahibi. Olur mu yahu? Bu toprakların her köşesi hepimizin. Ama sözümün özü başka. Herkesin kendini ait hissettiği bir yer var. Bu da genellikle doğduğu yer. Bu ifade benim öngörüm ya da fikrim değil. Şuradan varıyorum bu kanaate.

İstanbul un nüfusu malum, muhtelif kayıtlara baktım Bin sekiz yüz lerin sonunda “dokuz yüz bin” miş. Sonrası malum. Şu ya da bu sebepten On beş milyonu geçeli çok oldu.

Konumuz bu değil. Kim nereli? En az son on yıldır İstanbul sokaklarında "falan köyü koruma yardımlaşma" ya da "filan şehirliler yardımlaşma kalkındırma" tarzında dernekleri görüyorum.

Bu derneklerin hepsinin merkezi İstanbul da. 

Ama şunu söylemek mümkün. Bu derneğe kayıtlı bir şahıs kendinin İstanbullu olduğunu düşünmüyor. Zaten İstanbullu değil.

Çünkü ben Anadolu'nun bir şehrine gidip yerleşsem 50 yıl da orada otursam yaşasam. Ama konuşma aksanımı, yemeğimi, örfümü, adetimi değiştirmesem . Sonra da orada "İstanbulluları koruma ve yardımlaşma, dayanışma, güzelleştirme derneği" kursam.

Neyi kime karşı korumuş. Kime karşı kimleri yardımlaştırmış. Nereyi niye güzelleştirme peşinde olmuş, nereyi kalkındırmaya çalışmış olurum? Kısaca tartışmaya her zaman açık olsa da insanlar kendini doğdukları topraklardan hissediyor. Bu çok doğal ve güzel.

Her ne kadar İstanbullulara biraz ayıp olsa da  bunun hiç önemi yok. Zaten hiç bir zaman, Hiç bir İstanbullu da bunu dert etmez. Hatta memnun olur.

Şöyle der “yerini yurdunu bırakıp gurbetten gelmeseydi bu vatandaşlarım. İstanbul böyle kalkınır mıydı?” Ancak birazda sitem eder. "İyi güzel hoş geldiniz, sefa getirdiniz hep başımızın tacı oldunuz. Kaynaştık. Artık aynı ekmeği bölüşüyoruz. Hepiniz ilelebet buralı olun şeref duyarız."

Ama o zaman İstanbul u da köyünüzü, doğduğunuz yeri sevdiğiniz gibi sevin. Gelin iki pasaportlu olunabilen bu dünyada, iki yerli hem olun.

Ha! o zaman ne mi yapacaksınız?

Yere tükürmeyeceksiniz. Çünkü artık bu kaldırım da memleketinizin köyünüzün kaldırımı. Köyde yere tükürünce muhtara ya da komşuya ayıp olmaz mı? İstanbul da da olsun.

Köyde bir yabancı gelip köyünüzün az ötesine bir çadır kursa ne yaparsınız? Gider bakar “selamünaleyküm” der, niyetini sorar bir de ikramlarsınız onu. Hasbıhal edersiniz. Ama asla oraya bir ev kondurmasına izin vermezsiniz.

O kişinin, sonra İstanbul dan diğer akrabalarını da çağırıp oraya başka evler de yapmasına izin vermezsiniz değil mi?

Allah muhafaza dünyayı dar edersiniz ona, koşarak kaçırırsınız alimallah, pişman edersiniz geldiğine geleceğine!

Doğrusu da bu değil mi zaten? Herkes evine, köyüne, mahallesine, kasabasına, kentine, ülkesine sahip çıkacak.

Çıkmazsa ne olur?

“Sahipsiz olan vatanın batması haktır. Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.” diyor İstiklal marşımızın şairi. Mehmet Akif Ersoy

Kısaca bu toprakların her köşesi herkesin. İstanbul un da. Ama yere tükürmeyen, boş bulduğu yere ev yapmayanların. İstanbul'u da doğduğu köy kadar sevenlerin, sahip çıkanların.

Bülent Selen

 
Toplam blog
: 89
: 985
Kayıt tarihi
: 09.07.10
 
 

Marmara Üniversitesinde  İşletme okudu. İstanbul Üniversitesinde yüksek lisans yaptı.  Dış Ticare..